Güncelleme Tarihi:
- Malum, çalışkan öğrencilere, ‘çok kitap okumalı’ diye bir misyon da yükleniyor. Ben de sırf bu yüzden kitap okumaya başladım. Ama bir türlü sevemedim. Sherlock Holmes benim için kırılma noktası oldu. Onun öyküleri kitaplara bakışımı değiştirdi. Severek, heyecanla, merakla okuyan biri oldum. Bugün yaptığım mesleği de düşünürsek hayatımı tepeden tırnağa değiştirmiş bir karakter. Bir roman kahramanı, genç bir adama daha fazla ne verebilir ki? Onun sayesinde severek yaptığım bir işe sahibim.
Bu yüzden de ilk kitabınızın başkahramanı olarak onu seçtiniz...
- Yıllardır çevremde kitap yazmam için baskı görüyordum. Benim de hayallerimden biri buydu ancak benden eğlencelik şeyler yazmam bekleniyordu. Ben de ne zaman buna yeltensem ilk gecesinde vazgeçtim. Aklımın bir köşesinde Sherlock Holmes romanı yazma fikri vardı. Bir gün kâğıda ‘Sherlock Holmes-İstanbul’dan Gelmeyen Mektup’ yazdım ve duvara astım. Bir yıl kadar duvarda kaldı. Eve her girdiğimde onu gördüm. Derken zaman içinde zihnimde hikâyeyi tamamladığımı fark ettim. Korkularımı bir kenara bıraktım, oturup yazdım.
Kusursuz bir karakter...
Türkçe konuşan bir Sherlock Holmes sürpriz oldu.
- Dünyanın her yerinden art arda Sherlock Holmes uyarlamaları çıkıyor. ‘Pastiş’ romanlar yazılıyor, filmler çekiliyor, diziler yapılıyor. Benim keşfettiğim yıllarda çoğu insanın bihaber olduğu karakter, bir anda yeni nesilden hayranlar edindi. Bu da haliyle yolumu açtı. En azından muhataplarımın artık neden bahsettiğime dair fikri vardı. Sherlock Holmes’ün Türkçe konuşması kaçınılmazdı. İnsani şeyler dışında yapamayacağı hiçbir şey yok. Kusursuz bir karakter. Asıl zorlayan, Watson’ı bu öyküye dahil etmekti. Türkçe bilmeyen bir Watson, romanın kilit noktası oldu bu yüzden.
Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk devrini yazarken neler hissettiniz?
- Romanın hangi zamanda geçmesi gerektiğini çok düşündüm. Zamansız bir karakteri ele aldığınızda, bu özgürlük biraz fazla gelebiliyor. Ne alacağını bilerek markete girmekle bir şeyler almak için markete girmek arasındaki fark gibi düşünebiliriz. Yelpaze genişledikçe seçim zorlaşıyor. Osmanlı’nın son dönemiyle başlamaya karar verdiğimde, Abdülhamit ve Doyle (Sherlock Holmes’ün yazarı) ilişkisini göz önünde bulundurdum. Padişah, Sherlock Holmes hayranı olarak Doyle’u saraya davet eder ancak huzuruna almaz. Bu aradaki boşluk birçok rivayete neden olmuş durumda. Gerçek sebebi hâlâ tam olarak bilmiyoruz. Bu gizemi, Sherlock Holmes’ü saraya getirerek değerlendirmek istedim. Doyle’un geldiği tarihte, Holmes’ü saraya padişahın davetlisi yaptım. Tarihi gerçekleri göz ardı etmemem gerektiği için sürekli bir araştırma halindeydim. Oradan Cumhuriyet’in ilk yıllarına geçiş yapmak nispeten daha kolay oldu. Zamanı öyküye uydurmaktansa öyküyü zamana uydurdum.
Zekâya hitap eden her şey globaldir
Son zamanlarda polisiye dizi ve filmlere daha fazla rağbet var gibi, katılır mısınız?
- Şu an ülkemizde ‘polisiyemsi’ diye bir tür var ve bence ona rağbet var. Bu güzel bir başlangıç. Belki insanları yavaş yavaş, ‘Her şey zengin çocukla, tek derdi evlenmek olan kızın aşkı değil’ fikrine alıştırır. Yabancı dizi, film takipçilerinin zaten öncelikli tercihi polisiye çünkü zekâya hitap eden her şey globaldir. Ülkemizde de edebiyat alanında global başarılı polisiyeler çıkıyor ancak televizyon/sinema sektörü için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Reytingi, gişeyi, yorumları... Hangisini baz alırsak alalım ‘en başarılı polisiyelerimiz’ diye liste yaptığımız zaman karşımıza ‘gerçek polisiye’den çok uzak işler çıkıyor. Göz boyayan minik detaylarla başarılı işlermiş gibi lanse ediyoruz, hepsi bu.
Siz neden polisiye yazdınız?
-Yıllardır hep polisiye içerikli çalışmak istedim ancak “Türkiye’de karşılığı yok” dendiği için hevesim kursağımda kaldı. Ya sulu komedi ya da basit romantik komediler yazmak zorunda olduğumu hissettim yaşamak için. Polisiye senaryolar konusunda beni cesaretlendiren bir yapımcıyla birlikte tekrar polisiyeye yöneldim. Tiyatro oyunu ve sinema filmi yazdım. Bu sürecin sonunda kitap için de kendimi ikna
edebildim.