Küçücük salonlarda, adı üstünde ‘kutu’ gibi ‘black box’ sahnelerde 2000’lerin ortalarından itibaren yeni bir uyanış yaşayan tiyatro, bugün gümgür gümbür bir akışta... Bu akşam bir oyuna gitmeye karar verseniz önünüzde belirecek seçeneklerin bolluğu bir yana, izleyeceğiniz isimler arasında 10 sene öncesine dek sahneye vakit ayıramamaktan yakınan onlarca ekran yüzü de var. Tıpkı bundan 10-15 sene önce tiyatro seferlerime eşlik etme tekliflerime, “Hımm, oyun mu, bilmem ki şimdi” yanıtlarını veren eşimin dostumun son yıllarda sıkça, “Hangi oyuna gitsek” sorusuyla gelmesi gibi keskin bir değişim, bahsettiğimiz...
Büşra Develi ve Hakan Kurtaş, ‘Yak Bunu’ oyununda. 18 Ekim Cuma 20.30 Toy İstanbul’da.Sıfıra yakın maddi imkân ama sonsuz merak‘Alternatif tiyatroların’ seyirciyi yepyeni sahne dili, biçimi ve mekânlarla tanıştırdığı; önce dünyadan, sonra kendi yazdıkları cesur, politik, ironik metinleri sahneye taşıdıkları, ellerinde avuçlarında ne varsa döküp Türkiye’nin ‘yeni tiyatrosu’nu elleriyle inşa ettikleri dönemi, 2000’lerin başından beri seyirci ve gazeteci olarak takip ediyorum. Sezonda sahnelenecek oyunları listelemekle baş edemeyeceğimi kabul edeli en az beş sene olmuştur.
Evet, tiyatroya ilgi dört koldan artmış durumda. Elbette ‘sihirli bir değnek’ değmedi sahnelere. Yaklaşık 20 seneye yayılan bir ‘çaba’nın meyveleri bugün yediğimiz. Adına önce ‘alternatif’, zamanla ‘bağımsız’ dediğimiz, kimisini deneyimli tiyatrocuların ama büyük kısmını okullarından henüz çıkmış genç tiyatrocuların yarattığı topluluklar sıfıra yakın maddi imkân ama sonsuz bir merakla açtı bu yolu. Kendileri ‘büyürken’ bir yandan yeni bir seyirci kuşağı yarattılar. Bu kuşak önce tiyatroyla barıştı, sonra da sahnedeki her türlü farklı işe hızla alıştı.
Özel-bağımsız tiyatroların ‘sözlerini söyleme’ açısından pek çok mecraya kıyasla hâlâ özgür olabilmeleri... Dizi sektörünün, reyting sisteminin de etkisiyle tökezlemesi... Dijital platformların bile denetlenme aşamasına gelmesi... Beyoğlu’ndaki ilk ‘alternatif’ mekânların semtin dönüşüme ‘kurban gitmesiyle’ tiyatro üretiminin bir kısmının Kadıköy’e taşınması... Çeviri oyunların yanı sıra yerli metin üretimindeki artış... Oyuncuların da dizilerin birbirini tekrar eden senaryolarından -belli ki- sıkılmaları... Ayağı tiyatroya zaten alışmış olan seyircinin büyük prodüksiyonları ya da küçük mekânlardaki yaratıcı işleri, yetenekli isimleri görme hevesi... Büyük salonlar ve yatırımcıların sahaya geniş teknik imkânlara sahip büyük tiyatro mekânlarıyla girmesi... Çoğalan bağımsız tiyatro yapımcıları... Derken sezona 300’den fazla yeni oyunla giriyoruz bu sene.
Demet Evgar’ın başrolünde olduğu ‘Hedda Gabler’ 22 Ekim Salı 20.30’da Tekirdağ Yeni Kültür Merkezi’nde. Yeni bir tiyatro dilive dünyası...Sezonda saymakla bitmeyecek kadar çok proje, aralarında ‘yıldız’ isimlerin de yer aldığı yüzlerce oyuncunun sahneye çıkacağı onlarca oyun bekliyor bizi. Zaman içinde tiyatro gündemini takip ettiğim temel kaynağım haline gelen ‘Tiyatrolar.com.tr’den aldığım verilere göre (Türkiye genelinde) 2010’da sahnelenen ‘yeni oyun’ sayısı 100 iken 2015’te bu rakam 318’e çıkmış. 2018’de sahnelenen yeni oyun sayısı 564’ü bulmuş. Bu sene ise -henüz duyurulan- 322 oyun var, 2019-2020 sezonu tamamlandığında bu sayının 600’ü geçeceğini tahmin etmek zor değil. Rakamlar tüm Türkiye’yi kapsamakla birlikte yüzde 76’sının İstanbul’daki oyunlar olduğunu not etmek tabloyu netleştirecektir. TÜİK verileri ise 2018 yılında 2017’ye oranla yüzde 11.9 artarak seyirci sayısının 7 milyon 841 bin 353 olduğunu söylüyor.
Zaman içinde dönüşerek, her seferinde yeni bir şeyler deneyerek yeni bir tiyatro dili ve dünyasının inşa edilme çabasına tanıklık ettik. Şimdilerdeyse tiyatronun her zamankinden daha popüler olduğu günleri yaşıyoruz. Peki bu niceliksel artış, nitelik olarak neye tekabül ediyor, tiyatro için yeni bir yolun başında mıyız? Sezonu açarken, oyuncu, yapımcı, yazar, yönetmen ve mekân sorumlularına, “Tiyatro altın çağını mı yaşıyor” diye sorduk...
Harika bir seyirci jenerasyonu yetişiyor
Şebnem Bozoklu (Oyuncu)
Hem oyuncular hem seyirciler bundan 10 sene önceye göre neredeyse 100 katı ilgi göstermeye başladı tiyatroya. Hep beraber göreceğiz bunun bizi nereye götüreceğini ama harika bir seyirci jenerasyonu yetiştiğini düşünüyorum ve bundan çok büyük mutluluk duyuyorum.
Melisa Doğu, Rıza Kocaoğlu ve Şebnem Bozoklu’nun oynadığı ‘Aşk Geçmişim’ 15 Ekim Salı 20.30’da UNIQ Hall’da.‘Popülerleşen’ tiyatro sağlam temele oturmalıBerkay Ateş (D22’nin kurucularından, oyuncu ve yazar)Büyük maliyetli prodüksiyonlarla ‘popülerleşen’ tiyatro, içerik ve süreklilik açısından sağlam bir temele oturmadıkça artan seyirci sayılarının değişkenlik gösterebileceğini düşünüyorum. Bir diğer noktaysa son yıllarda açılan ve birçok tiyatronun sahne bulmasını sağlayan kompleks yapıların bir süre sonra kendi prodüksiyonlarının sayısını artırdığı takdirde, ufak ölçekli konuk ekiplerin bu merkezlerde yer bulamama ihtimali. Bu iki durum birbiriyle doğrudan bağlantı kurduğunda; içerik, biçim, yöneliş açısından farklılıkların ortadan kalktığı tek bir tarz veya yapının kurulduğu oyunlar ortaya çıkacaktır. Bu da hızla gelişen Türkiye tiyatrosu için pek fayda sağlamayacaktır.
Nicelik artarken nitelikli işler üretmeliyizOnur Saylak (Oyuncu)Seyirci sayısının artması, pek çok oyunun peş peşe çıkması ve ilginin yüksek olması sevindirici. Bize düşen, nicelik-nitelik noktasında dengeyi kaybetmemek. Bunun popülist bir yanı olacaktır elbette ama önemli olan, doğru işletilip sürdürülebilir bir hale getirilmesi. Ki bu geçici bir hevesten öte bir şey olsun...
Şükran Ovalı ve
Onur Saylak’ın da rol aldığı ‘Evlat’ 31 Ekim Perşembe 20.30’da DasDas Sahne’de.
Hem yapımcılar hem oyuncular çıkışı tiyatroda bulduSonay Yücel (Uniq Hall, Uniq Box ve Uniq Açıkhava Sahneleri’nin işletmesini yapan Pangea Yapım’ın genel müdürü)Geçen sezon, ana salonumuz, 1156 seyirci kapasiteli Uniq Hall’de 90 oyunda 71 bin biletli seyirciye ulaştık. Bu sezon planlamamızda 150 oyun var. Sezonun başındayız ama yine de şimdiye kadar olan bilet satışları geçen sezonun da üzerinde bir doluluğa erişeceğimizi gösteriyor. Üç sezondur seyircinin ilgisinde ciddi artış var. Bir erken
seçim havası yaratılmazsa artış bu ivmede devam edecektir.
Dizi sektöründeki daralmaya geçen sezon
sinema yapımcıları ve salon işletmecileri arasındaki kriz de eklenince hem yapımcılar hem de ünlü oyuncular çıkışı tiyatroda buldu. Özellikle oyuncular için tiyatro bir nefes alma alanı sağladı. Çoğu tiyatro kökenli olan oyuncular dizilerin acımasız set programlarında çok istemelerine rağmen tiyatroya vakit bulamıyordu. Menajerler oyun önerilerini duymak dahi istemiyordu. Ekonomik kriz nedeniyle dizi bütçelerinin azalması, nitelikli dizilerin yapılamaz hale gelmesine, bu da oyuncuların ana alanları olan tiyatroya dönmesine yol açtı. Yüksek donanımlı büyük salonların tiyatroya ağırlık vermesiyle Şan Tiyatrosu döneminde olduğu gibi büyük prodüksiyonlar yapılmaya başladı. Bu da gerçekten tiyatro yapmak isteyen oyuncuların dizilere direnebilmesini sağladı.
Geçinmek için tiyatronun yanında başka işler de yapmak gerekiyorGülhan Kadim (Altıdan Sonra Tiyatro ve Kumbaracı50’nin kurucularından, oyuncu ve yazar)Tiyatroya son iki sezondur gelen yoğun ilgiyi, yüksek bütçeli yapımlar ve çok ünlü oyuncuların oynadığı büyük prodüksiyonlar izledi. Belki de her şey birbirini besledi. Olması gerektiği gibi... Kumbaracı50, 10’uncu yılını kutluyor, Altıdan Sonra Tiyatro ise 20’nci... Çok parlak geçen sezonların yanında, birçok sosyolojik ve politik durumdan etkilendiğimiz kötü sezonlar da yaşadık. Tiyatro yapanların
çok büyük bir kısmı hâlâ başka işler de yaparak hayatını geçindirmek zorunda. Bunları yok sayarak her şeyin artık çok rahat olduğunu söylemek birazcık haksızlık olur.
‘Star’ olan oyunlar değil, oyuncular...Sami Berat Marçalı (ikinci kat ve B Planı’nın kurucularından, yazar ve yönetmen)“Tiyatro altın çağını yaşıyor!” Neden? ‘Tam ünlü/yarı oyuncu’ arkadaşlarımız dizilerde yarattığı seyirci kitlesini tiyatro salonlarına çekebildikleri için mi? E bu yeni değil. Yıllardır özel tiyatroların çoğu bu formülle para kazanıyor. Yeni nesil salon ve yapımcılar da özel tiyatroların formülünü uyguluyor. Tiyatroyu düşünerek yapılmış oyunlardan ziyade, maddi kaygıları ön planda olan oyunlar bunlar... Oyun star olduğu için değil, içinde starlar olduğu için yükseklerde sandığımız oyunlar. Seyirci sayısı mı arttı? Televizyon Türk yapımlar açısından kan ağlarken yabancı yapımlarla kendini aşan bir çizgide seyretmekte. Bu ‘altın’ hissi, yerli dizilerde bekledikleri ünlüleri görmek için salonlara koşanların artmasından mı geliyor? Bu, bir sektör çöküşte diye onların kitlesini geçici olarak kazanmaktır. Geçici bir heves onlarınki ama kalıcılaşabilir. Onlara şöhretten başka bir şey verirseniz, buna ihtiyacı olduğunu hissederse ancak... Bu bahsettiğimiz oyunlar bunun şu an yakınından geçmiyor. Peki ya basın? Eleştiriler? Neredeyse kalmadı. Zaten beş kişi kaldı yazabilen. Çağırmak isteyen çağırıyor. Kıymetli bulup gelmek isteyen geliyor. Seyircide bir algı oluşturamıyor bu yazılar... Birçoğu tanıtıcı yazıya bir-iki yorum iliştirilmiş halde. ‘Altın çağ’ ancak tiyatronun gelişmesiyle, daha fazla çalışarak, yeniyi araştırarak, seyirciyi yönlendireceğin gözünü geliştirerek, daha fazla derinleşerek, düşünerek, disiplin kazanarak, diğer ülkelerin nabzını tutarak, onlarla işbirliği yaparak, popülizm yarışından kurtulup işlerin kendilerinin neden kıymetli olduğunu sohbetlerle, eleştirilerle tartışma alanları yaratarak, kendi perspektifinden kurtarıp daha büyük bir vizyona ulaştırarak, tiyatroya dair şeylerin içinde ünlü barındığı için değil de kıymetinden kaynaklanan ve kendiliğinden bir kamuoyu oluşturan, her adımı sağlam inşa edilmiş halde olursa yaşayabilir. Bulunduğumuz tiyatro dönemi maalesef öyle bir dönem değil. 10 yıl öncesini deneyimlemiş bir tiyatrocu olarak o dönemin çok daha kıymetli, 20 yıl öncesinin sıkı bir seyircisi olarak da asıl o dönemin altın çağı (tiyatro için varsa böyle bir deyim tabii) olduğunu söylemek daha doğru bence.
Markalar sponsorluk verirse daha büyük prodüksiyonlar çıkarTuba Ünsal (Oyuncu, yapımcı)Üç sene önce ‘Kürk Mantolu Madonna’yı sahnelemek üzere kollarımı sıvadığımda bir analiz yaptım... Pastada, 18-25 yaş arası seyirci kitlesinde eksik vardı. Alabildiğimiz kadar faydayı alabilmek için işin çapını biraz değiştirdik. Sezen Aksu, Ahmet Güneştekin, Murat Türkili gibi isimlerle konuştuk. İnsanlar tecrübe satın almak istiyor, tıpkı dijital platformlarla evde sinema tecrübesi yaşadıkları gibi... Tiyatroda da canlı bir tecrübe satın alıyorlar. TV’deki reyting sisteminin değişmesiyle kaliteli diziler rağbet görmemeye başladı. Sürelerinin uzunluğu bıkkınlık yarattı. Oyuncular da yaptığı işin keyfini sahneden sağlamaya başladı. Bana gelip “Dizi yapmayacağım, hadi oyun yapalım” diyen o kadar çok arkadaşım var ki... Yapımcılar olarak sektördeki eski dinamiklerin yerine yenisini inşa edebilirsek bu durum gelişir. Markalar sponsorluklar verebilirse, oyuncu tiyatrodan para kazanabilirse büyük prodüksiyonlar artabilir. ‘Kürk Mantolu Madonna’ bugüne dek ilk büyük sponsorluk desteği alan prodüksiyondu. Markalar da yatırım yaptığında karşılığını alabildiğini gördü ve arkasından başka projelere destek geldi. Türk dizilerinin nasıl 80 küsur ülkede alıcısı varsa, Türk gösteri dünyasının da benzer şekilde alıcısı olabilir diye düşünüyorum.
Tuba Ünsal’ın ‘Kürk Mantolu Madonna’yı canlandırdığı oyun bu akşam 20.30’da UNIQ Hall’de.
Bu ilginin temelini yıllar önce bağımsız tiyatrolar attıNisan Ceren Göçen (Yapımcı)Artışın temellerinin yıllar önce bağımsız tiyatrolar tarafından atıldığını düşünüyorum. Tiyatroya bu denli ilgi duyulmayan dönemlerde dahi imkânsızlıklar içinde yılmadan çalıştı ve iş ürettiler. Halen yeterli olmasa da yeni salonların açılmış olmasının payı da azımsanamaz. Diğer taraftan tiyatrodaki bu zenginlik ve hâlâ sansürsüz, bağımsız ve özgür kalabilmiş olması da seyircilerin tiyatroya daha fazla yönelmesine sebep oldu.
Özel tiyatrolar ‘sansür’ün kapıdan geçemediği tek kurumMert Fırat (Oyuncu, DasDas’ın kurucularından)Bu rağbeti ‘tiyatroya dönüş’ olarak adlandıracağımız gibi nefes alınan bir alana ihtiyaç olarak da yorumlayabiliriz. Tiyatrodan önce malum oyuncular, dijital platformlar için aynı heyecanı yaşamışlardı. Çünkü daha özgür olabileceğimiz, sınırları zorlayabileceğimiz bir mecra. Ancak yakın zamandaki gelişmelerden ötürü şu an bu hissin yakalayabileceği tek alan tiyatro oldu. ‘Sansür’ kelimesinin belki de kapısından geçmediği tek kurum tiyatro. Tabii bunu özel tiyatrolar için söyleyebiliriz. Seyirciler de kendilerinden uzak ama bir o kadar da kendilerini bulabildikleri dünyaları deneyimlemeyi seviyor. Şener Şen gibi usta bir ismin bile yıllar sonra tiyatroya döndüğü bir zaman dilimi bu. Tiyatro yapan pek çok arkadaşım tek bir oyun değil, birden fazla oyunda yer alıyor. Ben de öyle... Bunun hazzı yaşandığında o hazzı katlamak istiyorsunuz.
Tülin Özen ve Mert Fırat’ı buluşturan ‘Westend’ 18 Ekim Çarşamba 20.30’da DasDas Sahne’de.
Sezondan merak uyandıran beş oyunHİPOKRAT: Erdi Işık imzalı bu metin son derece net ve acımasız! Sadece oyuna konu olan iki ‘parlak cerrahın’ değil, her birimizin başına gelebilecek bir vicdan muhasebesi hikâyesi... Canan Ergüder’i epey bir süre sonra sahnede izleyecek olmamız da cabası... (Bu akşam 20.30’da Toy İstanbul’da)
Canan Ergüder ve Kenan Ece’li ‘Hipokrat’ 30 Ekim Çarşamba 20.00’de Ankara MEB Şûra Salonu’nda.HAYALET KUMPANYA: Çehov’a bambaşka bir gözle bakacak ve yüksek ihtimalle çok eğleneceksiniz! Çehov’un kısa oyunlarından kurgulanmış bir müzikli kabare bu... Yiğit Sertdemir’in dinamik yönetiminde Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nca yorumlanan oyun Altıdan Sonra Tiyatro’nun 20’nci senesi ‘şerefine’, kurucu ekibin tamamını 20 sene sonra bir araya getiriyor. (23 Ekim Çarşamba, 20.30’da Kumbaracı50’de)
WESTEND/BATININ SONU: Oyunun yazarı Moritz Rinke, günümüz insanının halleriyle zeki bir dille ‘dalgasını geçen’, Alman oyun yazımının önde gelen isimlerinden. Oyuncularından Mert Fırat’ın tabiriyle ‘Batı’nın da batısındaki’ insanlardan küçük bir kesitle çağımız orta sınıfına keskin bir eleştiri yapıyor Rinke bu kez. (16 Ekim Çarşamba 20.30’da DasDas Sahne’de)
EVLAT: Florian Zeller’in hayli dokunaklı metnini, bir ‘aile öyküsünü’ ilk reji sınavını ‘Yutmak’ ile hayli başarılı bir şekilde veren İbrahim Çiçek’in yönetiminde izleyeceğiz. Son derece kişisel merak duygumu asıl tetikleyense sahnede izlemeye doyamadığım iki oyuncunun Onur Saylak ve Sezin Akbaşoğulları’nın kadroda olması... (19 Ekim Cumartesi, 20.30’da Uniq İstanbul’da)
DANSÖZ: Sokağın sesini çarpıcı öykülerle anlatan Şamil Yılmaz’ın yazıp yönettiği tek kişilik bir ‘dansöz’ kız öyküsü. Mek’an Sahne’nin bu oyununda, “Severek yaptığımız işler, başkalarının talepleriyle nasıl bir işkenceye dönüşür” sorusunun yanıtlarını göreceğiz. (21 Ekim Pazartesi, 20.30’da Kadıköy Theatron’da)