Güncelleme Tarihi:
Yapımcılığını üstlendiği birçok dizi kısa sürede popüler oldu; ‘İstanbullu Gelin’de de imzası var, ‘Kırmızı Oda’da da... Tabii başarısızlıklar da yaşadı. Kenan İmirzalıoğlu’nun başrolünde yer aldığı “Mehmed Bir Cihan Fatihi” örneğin... ‘Tatlı Küçük Yalancılar’ da keza... Ancak faturayı ne oyunculara ne senaristlere kesiyor. Payına düşüne üstleniyor. Başarısının sırrını da sıkı çalışmak olarak açıklıyor. Sabah 6.30’da uyanıyor, bütün gün yeni projeler üzerinde çalışıyor. Onur Güvenatam hayallerine sınır koymadığının da altını çiziyor: “Hayalimi aşan hiçbir iş olamaz. Bir işe inanırsam ne olursa olsun sonuna kadar giderim.” Güvenatam’la dizi dünyasını masaya yatırdık...
Son dönemde birçok başarılı işte imzanız var. Siz kimsiniz?
Ankaralıyım, 35 yaşındayım. Londra’da işletme okudum. Türkiye’ye dönüp İstanbul’a gelince girdiğim sosyal ortamlarda bu sektörün beni heyecanlandırdığını, keyif verdiğini fark ettim. Zamanla ciddiye alıp bu işte ilerledim.
OGM isminizin kısaltması mı?
Açılımı Original Global Media.
Pandemi ve karantina izleyiciyi farklı hikâyelere yönlendirdi mi? İzleyici alışkanlıkları nasıl değişti?
Dizilerde meseleleri daha basit anlatma gerekliliği başladı.
Neden?
İnsanlarda artık anksiyete bozukluğu var. Televizyonu açınca vahşet, vurdu-kırdı filan görürlerse kanal değiştiriyorlar. Pandemi insanlara daha yalın, basit, iyi duygular verecek işleri yükseltti.
İzleyici ne istiyor?
İzleyicinin yapılmışın bir daha yapılmasına ilgisi yok. Farklı bir şekilde dokunmanız gerek; hiç olmadığı kadar içten ve yeni.
Bu sezon aşk odaklı dizilerin yerini doktor hikâyeleri ya da psikolojik öykülerin almasının da sebebi bu mu?
Kesinlikle. Etrafında kaç tane mutlu ilişki ya da aşk hikâyesi var? İnsanlar artık kendine döndü. Çok başka dertleri var. Aşk insanların öznesi olmaktan çıktı. Bu nedenle başka duygularına dokunan işlere daha çok ilgi gösteriyorlar.
Mükemmel hayatların bile içinde yaralar var
Gülseren Budayıcıoğlu’nun hikâyeleri (‘Masumlar Apartmanı’, ‘Doğduğun Ev Kaderindir’, ‘Kırmızı Oda’) son dönemin gözdeleri... Bu hikâyeleri ve Budayıcıoğlu’nu nasıl keşfettiniz?
‘Kırmızı Oda’nın danışan koltuğunda ben de oturdum. Londra’da üniversiteye gitmeden önce Gülseren Hanım benim Ankara’da doktorumdu.
Bu görüşmeleri işe çevirmeye nasıl karar verdiniz?
Geçmişine dair insanlar “Her şey harikaydı” dese de en mükemmel hayatların bile içinde yaralar var. O koltukta oturup yaralarınla yüzleştikçe kendini anlayıp tanımaya başlıyorsun. Kendini anladıkça insanları da daha iyi anlıyorsun. O farkındalığı gördükçe bunun kitlelere aktarılması gerektiğine çok inandım. Yolculuğumuz ‘İstanbullu Gelin’le başladı. Gülseren Hanım’ı ikna etmek zor oldu ama başardım. O bunu ticari amaçla yapmıyor, bugüne kadarki deneyimini, bildiklerini kitlelere aktarmak, insanlara iyi gelmek istiyor.
Mahremiyeti ifşa etmemek bizim kırmızı çizgimiz
İlk iş tutunca “Buradan yürüyeyim” mi dediniz?
Yok, biz duygu işi yapıyoruz. Psikolojik hikâyeler de bu işin bilimi. Benim için aslolan niyet. Bir gün sokakta biri çevirip “Evladım sen bu diziyi neden yaptın” dediğinde cevabım olsun istiyorum.
Ne olur cevabınız?
İnsanlara iyi geldiklerine inanıyorum. İzleyen kendiyle yüzleşiyor. Baktığında bir kötü karakter var ama mesele bir kötünün neden kötü olduğunu karşıdakine hissettirebilmek.
Peki psikolojik öykülere ilgimiz neden arttı?
Hiçbirimiz kendimizi beğenmiyoruz aslında. Artı taraflarımızı değil hep eksi yanlarımızı büyük harflerle yazıyoruz. Mesela ‘Masumlar Apartmanı’ndaki ‘Safiye’ kötü bir karakter. İzleyici onun neden öyle olduğunu anladığında önce Safiye’yi sevmeye, sonra kendini anlamaya başlıyor, kendiyle barışıyor. Böylelikle eksi taraflarımızla yüzleşiyoruz, bunlarla barıştığımızda içimizdeki sebebi tam olarak bilinmez o öfke yerini iyiliğe bırakıyor. Bu sefer çevreye öfke yerine iyilik yaymaya başlıyoruz ve bunların hepsi akşam izlediğin bir diziyle olabiliyor.
“Hiçbir psikolog ‘Kırmızı Oda’daki gibi konuşmaz” diye eleştirdiler...
Her doktorun tarzı farklıdır. Gülseren Hoca böyleydi.
Gülseren Hanım’ın bu bilgileri bir yapım şirketine vermesi de eleştirildi...
‘Kırmızı Oda’, ‘Masumlar Apartmanı’ ve ‘Doğduğun Ev Kaderindir’, bu üç dizi Gülseren Budayıcıoğlu’nun romanlarından esinlenerek senaryolaştırıldı. Hem romanlar hem de senaryolar için tüm etik kurallar gözetildi. Mahremiyeti ifşa etmemek kırmızı çizgimiz. İsim, mekân, yer ve zaman gerçek değil. Önemli olan verdiğimiz mesaj.
‘Camdaki Kız’ kitabının uyarlamasında Tuba Büyüküstün’ün rol alacağı doğru mu?
Hayır, Tuba oynamıyor. Henüz senaryo aşamasındayız. Gülseren Hanım’ın yeni bir kitabı da gelecek, oradan hikâyelerle devam edeceğiz.
Mesele, oyuncuyu hayallerine ortak etmek
Çok varlıklı bir aileniz mi var? Nasıl böyle yatırımlar yaptınız?
Çok zengin bir ailem yoktu. Benim olayım bir sermayeyle yola çıkmak değil, çok çalışmak. Bu işler için gerçekten çok param da yoktu. Ama çok kararlı ve çok inatçıyımdır.
Nasıl başardınız?
Çok çalışarak, inandığım şeyleri bir araya getirerek ve projenin insanlara iyi geleceğini kalben hissederek. Diyelim, çok inandığın bir senaryo var. Bunda da Beren (Saat), Kıvanç (Tatlıtuğ) gibi isimler oynamak istiyor. Sen bu işi doğru sunduğunda bunun alıcısı oluyor. Para zaten sektörde var. Önemli olan kanalların doğru yere yatırım yapmalarını sağlamak.
Peki Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu, Beren Saat gibi isimleri sizinle çalışmaya nasıl ikna ettiniz?
Mesele oyuncuyla kurduğun diyalog ve onu hayallerine ortak etmek. İki tarafın da aynı yere bakıp aynı vizyonda olması lazım. Oyuncu kendini güvende ve iyi hissetmeli. Yoksa parayla olabilecek iş değil. Zaten bir oyuncuya ödenen parayı bütün yapımcılar verebilir. Bu işin iksiri başarılı bir iş yaratmak. Başarılı olduğu yerde oyuncu da kalmak ister.
Sırada Kıvanç, Çağatay ve Tuba’nın işleri var
Hayal kırıklığı yaratan projeniz hangisiydi?
‘Mehmed Bir Cihan Fatihi’, içimde kaldı. Olmayınca olmuyor. Başarı nasıl benimse başarısızlık da benim. Yönetmen, senarist ya da Kenan İmirzalıoğlu’nu suçlayamam. Hele Kenan... Bence müthişti. ‘Tatlı Küçük Yalancılar’ diye bir iş yapmıştım, o da tutmadı. Ama o işteki oyuncuların hepsinin şimdi bir yerde olması beni mutlu ediyor.
Komedi ya da romantik komediyle tanıdığımız Ezgi Mola, Binnur Kaya, Demet Özdemir gibi oyuncuları dramlarda değerlendirdiniz. Bu ne kadar bilinçli bir tercih?
Hikâyelerde olduğu gibi oyuncular hakkında da ezberler var. Ben bunları yıkmak için de işe başladım. Önce kendi içimde o role kim yakışır inanmam gerekiyor. Sonra ekibim inanacak, destekleyecek ki Türkiye inansın... Mesela ‘Kırmızı Oda’ya Binnur Kaya’yı önerdiğimde Acun (Ilıcalı) “Emin misin” dedi. Emindim ve çok iyi oldu.
Sırada hangi projeler var?
Kıvanç Tatlıtuğ ile bir dizi çekiyoruz. Sıradışı bir iş. Kıvanç’ı daha farklı, şaşırtacak bir karakterde göreceğiz. Yönetmeni Tolga Karaçelik. Bilimkurgu-aksiyon... Denizaltında geçen bir hikâye. Kıvanç’la bir de sinema filmimiz olacak. Dram türünde. Tuba Büyüküstün’le bir dizi projemiz gelecek. Çağatay Ulusoy’la bir sinema filmi var, ‘Mücadele Çıkmazı’. Psikolojik drama.
Kemal Sunal bir süperkahramandı
Dijitale ‘Hakan: Muhafız’ ve ‘Atiye’ gibi mistik ve süperkahraman hikâyeleri yaptınız. Yerli ve yabancı süperkahramanlar arasında nasıl farklar var?
Bizimkiler daha duygusal (gülüyor). Türkiye’nin, bu toprakların, bu coğrafyanın çok zengin olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte hikâyeler, duygular, yaşanmışlıklar da yoğun. Dolayısıyla bizim süperkahramanlarımız da bu hikâyelerin, bu duyguların anlatıcıları olarak en büyük farkı duygusallıklarıyla yaratıyor.
Türk izleyici süperkahraman sever mi?
Evet. Mesela bence Kemal Sunal da bir süperkahramandı. Elini sallar, adamlar düşerdi, 10 kişi toplanır ama onu kimse dövemezdi.
İki bölümde yayından kalkan diziler tırnağın etten ayrılması gibi...
Yapımcılar gerçekten sadece yurtdışı satışlardan mı kazanç elde ediyor?
Yapımcı ancak 26 bölüm süren işten para kazanabilir. Yoksa kazanamaz. Düşün, işlerden kaçı o kadar sürüyor. Tutmadığı zaman bir o kadar zarar ediyorsunuz.
İki bölümde yayından kalkan diziler o zaman size çok fena hissettiriyordur...
Tırnağın etinden ayrılması kadar kötü bir duygu... Bir dizinin ekrana çıkabilmesi için o kadar emek, o kadar özen var ki... En önemlisi de herkesin duygusal yatırımının çok yoğun olması.
‘Vermeye çalışılan mesaj insanlara dokunabiliyor mu?’
Ekranda sanki anlı şanlı başroller bile beklenen reytingi alamıyor. Star devri artık yerini senaryoya mı bıraktı?
Bunun hep böyle olduğuna inanıyorum. Senaryosu kötü olan işte Angelina Jolie, Brad Pitt bile olsa tutmaz. Ancak iyi senaryo ve star oyuncu bir araya gelirse tadından yenmez.
Bir senaryoyu iyi yapan ne?
Ezber bozmalı. Bekleneni değil, beklenmeyeni yapmalı. Çok iyi bir kitap hakkı sizde olabilir ama bunun iyi senaryolaştırılması çok önemli. Hikâye kadar vermeye çalışılan mesaj insanlara dokunabiliyor mu, anlaşılır ve net mi, bunlar da önemli unsurlar.
Kimi oyuncuların sosyal medya hesaplarında milyonlarca takipçi var. Bunların reytinge etkisi oluyor mu?
15 milyon takipçisi varsa bu takipçilerin büyük kısmı o kişiyi ekranda görmek için diziyi açar. Bir, hadi bilemedin iki bölüm izler. Eğer senaryo kötüyse ve duygu akışı yoksa oyuncunun ne kadar takipçisi olsa da o iş tutmaz.
Bu iş, kas işi değil
Oyuncular 100-150 bin lira gibi bölüm başı ücretler kazanıyor mu?
Oyuncusuna göre değişiyor.
Bir oyuncuya gidip “2 milyon lira vereyim, bir sene bana bağlı ol” dediğiniz hiç oldu mu?
Hayır, bunu ne söylerim ne de bunu kabul edecek oyuncuyla çalışırım. Oyuncular aklı başında insanlar, sadece iyi senaryoyla başarılı olacaklarını biliyorlar. Hiçbir oyuncunun sadece parayla ikna edilebileceğine asla inanmıyorum.
Peki kaslı erkekler, güzel kadınlar projelerinizde ne kadar öncelikli?
Bu iş, kas işi değil. Eskiden “Televizyon güzel sever” derlerdi. Doğru çünkü izleyen onlarla empati kurmak istiyor. Ama benim bir oyuncuyu seçmem için önemli olan role ne kadar uygun olduğu.
Kadına şiddet haberleri gündemde. Bunlar projeleri, senaryoları ne kadar etkiliyor? Bu şiddetin ekranda gösterilmesini eleştirenler de var.
Bunlar konuşulmalı, üzerleri kapatılmamalı. Bizim toplumumuzun gerçekleri bu yüzden ekrana gelmeli. Konuşulsun ki insanlar daha çok farkına varsın.