Güncelleme Tarihi:
Bu hafta kadrosuna dahil olduğunuz ‘Adı: Zehra’ bir kadın hikâyesi. Almanya’da yaşayan bir Türk kadının erkek baskısı altında yaşadıklarını anlatıyor...
- Türkiye’de çok konuşulan konulardan biri bu. Aslında bunlar hep vardı, sadece iletişim çağında kadınlar seslerini daha fazla duyuruyor.
İşin temelinde ne var?
- Esas mesele aile bence. Zengin, fakir fark etmiyor, çocuk baskıcı bir ailenin evladıysa, her şey yasaklanıyorsa, bir gün korkunç şeyler yapabiliyor. Bu sadece kadın için değil şiddetle ve baskıyla büyüyen erkekler için de geçerli.
Hiç şiddete maruz kaldınız mı?
- Çok şanslıyım ki aile içinde şiddete maruz kalmadım. Özellikle annem en yakın arkadaşım oldu. Sevgi ve saygıyı hep aşıladı, paylaşmayı öğretti. Ama maalesef dışarıda art niyetli gözlere, çirkin sözlere maruz kaldığım oluyor.
Sokağa çıkarken kıyafetlerinizi gözden geçirmeniz gerekiyor mu?
- Maalesef, evet. Bazı insanların bakışlarından rahatsız olduğum için gündüz ayrı, gece ayrı giyiniyorum. Semtine göre giyimime dikkat etmek zorunda hissediyorum. Bu anlamda rahat değilim!
Dizideki gibi anlattığınız hikâyeler bir şeyleri değiştirir mi?
- Dünyanın acımasız gerçekleri bu ve benzeri hikâyeler. Gösterilmeleri gerek. Bazıları, “Kadına şiddeti yine gösteriyorsunuz” diyor. Önemli olan bunun kötü örnek olarak alınması ve kadına şiddet uygulamamak.
Peki, sizi nasıl bir karakterde izleyeceğiz?
- Ben Zehra’nın psikoloğu Leyla’yı oynuyorum. Zeki, sakinleştirici etkisi olan, empati kurabilen bir karakter. Zaaflarının karakterini, hayatını nasıl etkileyeceğini dizinin ilerleyen bölümlerinde göreceğiz.
Seksi görünme çabam yok
Canlandırdığınız karakterlerden dolayı sizi ‘aşırı dominant, hırslı ve seksi’ olarak tanımlıyorlar.
- Bu tip roller için fizik olarak çok müsaidim. Hırslı, özgüvenli, dominant ve maskülen bir duruşum var. Bundan da rahatsız değilim. Ama beni soracak olursan dominant değil evcimen, yapıcı, paylaşımcıyım. Hırslarım var ama kendimle yarışıyorum. Seksapeliteye gelirsek, o da göreceli bir şey. Benim seksi görünmek için bir çabam yok. Sade bir kadınım. Bu beni seksi yapıyorsa onu bilemiyorum.
Kişisel hikâyeniz Kütahya’da başlıyor, Ankara ve İstanbul’da devam ediyor. Bu üç şehrin sizdeki izleri neler?
- Kütahya çocukluğum, gözlerimi açtığım, geliştiğim yer. Küçük bir yer olması, Anadolu’nun verdiği saf duygular, dostlar, beni daha insan yaptı. Ankara’da ablam okuyordu. 18 yaşımda onun yanına gittim, iki kardeş ayakta kalmaya çalışıp hayatla mücadele ettiğimiz bir dönemdi. İstanbul ise hayatın kendisi.
Her şey bir güzellik yarışmasıyla başlıyor. Sonra kısa dönem modellik ve sunuculuk... Oyunculuk, hayal ettiğiniz bir şey değil miydi?
- Hayalim oyunculuk değil, sunuculuktu. Müziği çok seviyordum ve müzik kanallarının popüler olduğu dönemlerdi, sunuculuk yaptım. Sonra özel bir kanalda program yaparım derken hayat farklı ilerledi.
Sizi Uğur Yücel mi keşfetti?
- Menajerim Renda Güner ve Uğur Yücel keşfetti. Seneler önce bir reklam filmi için deneme çekimine Renda Güner’in ofisine gittim. Beni görünce “Enerjisi ne güzel, kim bu kız” demiş ve Uğur Bey’e, ‘Yazı Tura’nın cast’ı için beni önermiş.
Bu, cinsiyet ayrımcılığı
Ne zaman “Oyunculuk mesleğim olur” dediniz?
- Uğur Yücel’in ‘Yazı Tura’ setinde... Sahnelerim bitti ama seti terk edemedim. Olmak istediğim yer burası dedim. O adrenalin acayipti. Çekimler Tarlabaşı’ndaydı, kalabalık bir ekip gecenin kör karanlığında oradan oraya koşturuyordu. Birlik ve beraberlik hissi, bir hayalin, bir tutkunun gerçekleşmesine hizmet etmek... Uğur Abi’yle monitörün başında oturdum ve sohbet ettim. İşin mutfağına hayran oldum.
Kariyeriniz istediğiniz yerde mi?
- Her zaman daha iyisi ve daha kötüsü vardır. Benim olduğum ve geldiğim yerden bir şikâyetim yok. Var olanı daha iyi yapmaya çabalıyorum. İnsanların seçimleri, şansı, kısmeti var. Sadece, kaç yaşında olursam olayım, bir gün bir sinema filminde çok iyi yazılmış bir kadın karakteri oynamak isterdim.
Kiminle çalışmak istersiniz?
- Mesela, Nuri Bilge Ceylan’la. Filmlerini seyretmeye doyamıyorum. Çok söze gerek kalmadan fotoğraflarla derin ve etkili şeyler anlatan bir yönetmen.
Bunca yıllık kariyerinize, rol aldığınız onlarca diziye rağmen isminizi Google’da aratınca ilk çıkan ‘Seda Akman frikikler’ başlığı oluyor. Rahatsız edici olmalı...
- Bu cinsiyet ayrımcılığı ve kadına yapılan büyük bir haksızlık. Birçok kadın oyuncunun ismini internette aradığınızda karşınıza bu çıkıyor. Keşke hepsini yok edebilsek.
Sebep cinselliği olağanlaştıramamak mı?
- “Sen kız çocuğusun otur, sen erkeksin dışarıya çık, al eline sopanı” dersen, böyle büyüyen çocuklar ileride yaşadıkları baskının kurbanı oluyor. Her şeyin temelden değişmesi gerek.
Başlarda hobiydi, şimdi tutku
Instagram’da kendinden daha çok çektiği portreleri paylaşan Seda Akman, fotoğrafçılıkla üç yıl önce tanıştığını söylüyor: “Başta tatillerde, hobi olarak, farklı kültürleri fotoğraflamaktı amaç. Şimdi bir tutku oldu benim için. Vietnam, Kamboçya, Myanmar, Etiyopya’daki kabileler ve New York’a gittim. Siyah-beyaz fotoğrafları daha çok seviyorum. Daha dramatik, daha gerçek hissetiriyor.”
Türkiye’nin ilk ‘punk’ filmi
Seda Akman’ın da rol aldığı ‘Arada’ filmi 13 Nisan’da gösterime girecek: “Türkiye’nin ilk ‘punk’ filmi olarak gösteriliyor. 90’lı yılların Türkiye’sinde İstanbul’da geçen, müzikleri ile çok söz ettirecek bir film. Büşra Develi ve Burak Deniz başrollerde. Yönetmen Mu Tunç hayallerinin peşinden giden, cesur, farklı, yaratıcı, tutkulu ve yaşam enerjisi çok yüksek biri... Onun heyecanı beni de heyecanlandırdı.”