Güncelleme Tarihi:
Toplumda hafızalara kazınmış, üzerindeki beyaz şef önlüğüyle sağa sola bağıran, asabi gözlerle ve ‘patladı patlayacak’ kırmızı bir suratla ortada dolaşan bir şef imajı varsa, bunun başsorumlusuyla tanıştıralım: Gordon Ramsay. Yer yer doğru olabilecek bir imajı, teatral bir abartıyla realite şov formatına uygun bir pakete sokan Ramsey’nin ismine aşina değilseniz bile mutfakta attığı fiskelere ya da gözlerinden fışkıran alevlere illa ki televizyonda denk gelmişsinizdir. Neyse ki Ramsay bir süredir seyahat halinde ve dağ tepe dolaşırken aldığı oksijen yüzünü, sesini az biraz yumuşatmış.
Peru, Alaska ve Yeni Zelanda başta olmak üzere altı farklı destinasyona giderek hazırladığı ‘Rota Dışı’ programında, bu bölgelerde yaşayan insanlarla bir araya geliyor, yiyecekleri ve kültürleri hakkında bilgi topluyor ve gittiği yerlerdeki yerel malzemelerle yeni tabaklar ortaya çıkarıyor.
‘Beni Tony’yi taklit etmekle suçlayanları anlayamıyorum’
Bu bilgiyi okuyup programa dair birkaç görsele ve klibe denk geldikten sonra merhum Anthony Bourdain’i anmamak elde değil. Sizin gibi düşünen binlerce insan, program anons edildiği gibi Ramsay’i eleştiri yağmuruna tuttu. Ramsey, öncelikle Tony (Anthony Bourdain) ile zamanında çok yakın arkadaş olduklarını bilmenizi istiyor: “Birlikte çok anımız olmuştur. Masada karşılıklı oturup şarap içmişliğimiz çoktur. Trajik bir kayıp, ötesi yok. Tony’nin ya da bir başkasının bir formatını kopyalamam söz konusu olamaz.”
Bu program fikrinin meğer ortaya çıkışı 2004’te, Hindistan’ı kuzeyinden güneyine, üç ay boyunca gezdiği, Vietnam’ı, Kamboçya’yı karış karış dolaşıp vejetaryen mutfağının nasıl kusursuz bir şekilde işleneceğini öğrendiği seyahate denk geliyormuş: “Daha hiçbir bölüm izlemeden beni Tony’yi taklit etmekle suçlayanları anlayamıyorum. Neyse ki program başladı ve izleyenler bambaşka olduğunu gördü. Hayatta en iyi şekilde yaptıklarımı programda yapıyorum: Öğrenmek, öğretmek, farklı kültürleri anlamak ve gastronomik maceralara atılmak...”
Söz konusu Instagram’a ve masadaki ‘fotoğraf’ merasimine gelince de lafını sakınmıyor: “Evet, bazı şefler restoranda ve masada fotoğraf çekilmesine tamamen karşı, hâlâ Instagram’a mesafeli. Ben tam tersi bir fikri savunuyorum. Telefonla fotoğraf çekmekten büyük bir zevk alıyorum bir kere. ‘An’ı yakalıyorsun ve bir ‘anı’ yaratıyorsun, iki saniyede maruz kaldığın -ve bıraktığın- flaş ışığına kesinlikle değiyor. Şu da bir gerçek: İnsanlar o tabak için bir para ödüyor ve bence bunun karşılığında o tabakla istediklerini yapmaları onların en büyük hakkı.”
‘Türk mutfağı’ sorusunaysa, “Büyük hayranı ve destekçisiyim” yanıtını veriyor, ufak bir süse daha ihtiyaç duyuyor: “Son zamanlarda burada, Los Angeles’ta, Türk mutfağının etkisi oldukça hissediliyor. Şahane Türk şeflerin de aynı şekilde, şehirdeki varlığı yadsınamaz. Londra’daki ekibimde de iki-üç Türk şef var. Şeflerinizle ne kadar gurur duysanız az.”
Instagram’dan teftiş yapıyorum
Zaten Instagram’ı iş için çok sık kullanan biriyim. Birlikte çalıştığım şeflerle olan iş diyaloğumun büyük bir kısmı Instagram üzerinden ilerliyor. Barselona’nın ortasında nefis bir tapas bara denk gelmişsem, denediğim her tabağı en ince ayrıntısına kadar paylaşıyorum onlarla. Anında fotoğrafını çekiyorsun, birkaç saniye içinde eline geçiyor. Tabii ki kopyalamıyor; ilham niyetine kullanıyoruz. Açıkçası müşterilerin restoranımda yemeklerin fotoğrafını çekip paylaşmaları benim de işime geliyor. Dünyanın öteki ucundaysam, o akşam yemeğin nasıl sunulduğunu gözetlemiş oluyorum.