Güncelleme Tarihi:
Yeni medya sanatçısı Refik Anadol, hayal gücünü zorlayan yeni sergisi ‘Makine Hatırları: Uzay’ ile İstanbul Pilevneli Gallery’de sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Los Angeles’ta yaşayan Anadol, beş yıl boyunca ‘Bir makine, öğrenirse rüya görebilir mi?’ sorusunun peşinden gidip NASA destekli araştırmalarının sonucunda bu sergisini oluşturmuş. Sergideki eserler, uzay teleskopları tarafından kaydedilen 2 milyondan fazla görüntüyle, şimdiye kadar bir sanat enstalasyonunda kullanılan, en büyük uzay temalı veri kümesinden oluşuyor. Sanatçının bugüne kadar İstanbul’da gerçekleştirdiği en kapsamlı kişisel sergisi olan ‘Makine Hatırları: Uzay’, astronomik araştırmaların insanlık tarihindeki yerini gözler önüne serip izleyiciye uzayla ilgili yeni bir sanatsal bakış açısı sunuyor. Anadol sorularımızı yanıtladı.
Yeni serginizde sanatseverleri nasıl işler bekliyor? Nelerden ilham aldınız?
Bu sergi aslında üç yıl önce, NASA JPL ile başlayan çalışmamın parçası olan bir ilham projesi. NASA’nın 60 yıllık arşivlerini görselleştirip kapsamlı bir çalışma hazırladık. Bu süreçte dünyanın öncü yapay zekâ uzmanları ve uzaybilimcileriyle tanışma ve çalışma şansı elde ettim. Her bilimkurgusever gibi ben de “Evrende tek ve yalnız mıyız? Sonraki evimiz Mars mı?” gibi uzaya dair soruları olan bir bilimkurgusever gibi yaşıyorum hayatı. Uzaya araç yollayanlarla konuşmak, bunlarla ilgili düşünmek büyük ilham kaynağım oldu. “Bir makine öğrenirse rüya görebilir mi?” sorusunu beş yıldır soruyorum. Özellikle hatıralarla çok fazla derdim var. Yani sadece insan için değil, bir makinenin de hatırasının olabileceğini düşündüren bir proje aslında. Sergide birçok veri heykeli ve veri resmi göreceğiz. Yani uzaydaki bir makinenin, rüya gören bir yapay zekânın şiirsel yolculuğunu izleyeceğiz. Carl Sagan gibi uzay üzerine düşünen, çalışan ya da Philip K. Dick, William Gibson gibi birçok bilimkurgu yazarı ve düşünür benim ilham kaynağım.
Sizin için verilerle hikâye anlatan sanatçı tanımı yapılıyor. Dijital sanatı hiç bilmeyen birine verilerle hikâye anlatmayı nasıl tarif edersiniz?
Veriler için makinelerin kendi içinde kurduğu bir dil diyebiliriz. Normal şartlarda bir insanın bir makineyle çok da bir derdi olması gerekmiyor. Artık makineler bizlerin ne yiyip ne içtiğine, ne izlediğine, ne dinlediğine, ne okuduğuna karar verebilecek hale gelmiş durumda. Burada verinin sadece sıkıcı bir rakam değil bir hatıra olabilme halinden bahsediyoruz. İşte bu noktada işler değişiyor. Bir hatıra gibi bakabilmek, kolay bir şey değil. Bunu başardığımız zaman mahremiyet, önyargılar veya verilerin getirebileceği diğer problemlerden arınmak, onların yaratıcı bir şekilde düşünebilmelerine imkân tanıyor. Yapay zekâ sayesinde düşünen bir fırça konsepti ortaya çıkmaya başlıyor. Yani bu noktada veri sadece sıkıcı bir rakam değil, yapay zekâyla beraber düşünen bir fırça olmaya başlıyor. Serginin en heyecanlı yeri de burası zaten.
ŞİİRSEL DENEYİM PEŞİNDE...
Teknolojinin geldiği bu son noktada sizi neler şaşırtıyor?
En çok ilgimi çeken, milyonlarca mil uzaktaki makineden gelen hatırayla bir yapay zekâya rüya gördürebiliyoruz. Düşünsenize, Mars’ın 11 yıldır yüzeyinin çekimini yapan, gidip göremediğimiz her noktasını kaydetmiş bir makine var elimizde. Bu makinenin belleğiyle bir sanatçı 21’inci yüzyılda yapay zekâya rüya gördürebiliyor. Şu an galaksiyi fotoğraflayan Hubble teleskopu var. Gidip göremediğimiz milyonlarca ışık yılı uzaktaki galaksi bulutlarından oluşan bir eser izleyebileceğiz. Gezegenin, Mars’ın ve Dünya’nın tüm renklerini öğrenmiş bir yapay zekâ, bizim için bir rüya görecek. Bir diğer yandan, uzay ve yapay zekâyı birbirinden ayırmak hemen hemen artık imkânsız hale geldi. Ellon Musk’ın başarılı çalışmaları, GPL’in henüz çok yeni Mars’ın üzerine indirdiği aracı, içindeki helikopterle yollaması, bunlar muazzam ilham kaynakları. Özellikle Türkiye’de de uzayla ilgili ilham aranan bir dönemdeyiz. Umuyorum sergi genç izleyiciler için de umut ve ilham kaynağı olur.
Bu hareketli görselleri önce hayal edip mi tasarlıyorsunuz, yoksa yazdığınız kodların sonucunda aşağı yukarı tahmin edilebilir bir sürpriz mi çıkıyor?
İkisi de var aslında işin içinde. Bir yandan gidemediğimiz bir gezegenin potansiyel bir rüyası var. Diğer yanda da bir sanatçının estetik kaygıları... Yani burada gerçekten insan ve makine işbirliği var. Bu sergide son dört ay içinde çıkan yeni algoritmalardan geçirdik eserleri. Çok daha detaylı ve bir yandan da izleyiciyi çevreleyen bu üç boyutlu deneyimin içinde izleyiciler çok yüksek kaliteli bir çözünürlük ve renk farkındalığına girecek. İzleyicide daha şiirsel bir etki yaratabilecek deneyimlerin peşindeyim. Kimi zaman makine bir sürpriz yarattı, kimi zaman ben makineyi zorlayabildim diyebiliriz.
PANDEMİ OLMASAYDI KRİPTO SANAT OLMAZDI
Son günlerde çok konuşulan kripto sanat (Her kripto sanat eseri, NFT denilen benzersiz token’lara dayanıyor ve sahipliği biricik oluyor) hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok şanslı bir şekilde bundan bir sene önce davet aldım bu gruba. Dolayısıyla ilk dönem üretenlerindenim. Önümüzdeki günlerde de büyük ölçekli 5-6 online NFT sergilerim de olacak. Dünyayı değiştirecek bir durum. Onun da öncülerinden biri oldum. Eğer pandemi olmasaydı kripto sanat olmazdı. Dolayısıyla pandeminin getirdiği bir reaksiyon. İnsanlar dijital dünyanın varlığını anladığı için ciddi bir üretim ve tüketim yöntemi bulmaları çok da sürpriz değil. Kripto sanat aslında 2018’den beri var. Sadece pandemi döneminde ilgi arttı ve değere dönüştü.
Bu arada Ellon Musk’ın takipçilerine kripto parayı önermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Merkezden kopmuş her yöntemin geleceği temsil ettiğini düşünüyorum. Öneri olarak çok değerli buluyorum. Ama doğaya çok zararlı bir şeyden de bahsediyoruz bu arada. Milyonlarca GPU ekran kartı bunları hesaplıyor. Klasik bir kredi kartıyla yapılan bir harcama hâlâ bir kripto para birimine göre doğaya daha sağlıklı bir şekilde okunabiliyor. Ne kadar çok bilgisayar, ne kadar çok yeni dijital sistemler kullanırsak doğaya o kadar zarar verme ihtimalimiz artıyor.