Güncelleme Tarihi:
* Sizi Nâzım’a ilk kim benzetti?
- Konservatuvarda sınıf arkadaşım Devrim Nas’ın annesi Semra Teyze, okula gelip bizim gösterileri izlerdi. 20’li yaşlarımdaydım, bir gün “Görürsün, sen ileride Nâzım’ı oynayacaksın, buraya yazıyorum” dedi. Yıllar sonra da dediği gerçek oldu. Sanat dünyasından da beni ilk benzeten, ‘Mavi Gözlü Dev’ filminin yönetmeni Biket İlhan’dır.
* Bu projelerde yer almadan önce özel bir Nâzım Hikmet sevginiz var mıydı?
- Hayır ama her zaman şiir seven bir çocuktum. Matematik, fizik yerine metaforun kimyasını seviyordum. Bunların arasında Nâzım’a da denk geldiğim olurdu. Ama onunla birebir ilgilenmeye ilk ‘Mavi Gözlü Dev’ filmiyle başladım.
* Role çalıştıkça onunla nasıl bir bağ kurdunuz?
- Hayallerinin peşinden gitmiş, vatan haini damgası yese de gerçek bir vatansever olarak yaşamayı sürdürmüş, hayran olunacak bir deryayla karşılaştım. ‘Mavi Gözlü Dev’in çekimleri bitti ama ben Nâzım okumaya, ona dair olan şeylere dokunmaya ve onun izini sürmeye devam ettim.
* Onu tanıdıkça hayata bakışınızda değişen şeyler oldu mu?
- Hayallerinin peşinden koşan adam olma yolunda direncimi, gücümü ve umudumu artırdı. Bir duvarla karşılaştığımda ya da doğru olduğunu düşündüğüm bir şeyin çoğunluk tarafından yanlış olduğu iddia edildiğinde, çoğunluğun değil de benim doğru olma ihtimalimi bana hatırlattı.
* Hayal kırıklığına uğradığınız şeyler olmadı mı?
- Bu benim ona eleştirim olamaz, otobiyografik şiirinde itiraf ettikleri var. Mesela “Aldattım kadınlarımı ama konuşmadım arkasından dostlarımın” der. “Aldattım kadınlarımı” demek, güzel bir cüret. Çünkü o aldatmayı gizlice, saman altından su yürüterek değil, “Bitti, ben âşık oldum, kalbim artık başka yerde” diyerek yapıyor. Günümüzde de aslında en çok ihtiyacımız olan şey bu dürüstlük.
Onun ruhunu, ruhumla dertleştirmeye çalışıyorum
* Bir gün aşkınız biterse eşinize karşı o kadar dürüst olur musunuz?
- Öyle bir şey başa geldiğinde o şekilde cesur olunması gerektiği konusunda Nâzım’la hemfikirim.
* Aldatır mısınız?
- Aldatmak iyi bir şey değil. Gerçek aldatmanın, bir şey yaşarken o yokmuş gibi yapmak olduğunu düşünüyorum. Nâzım’dan aldığım ilham da bu. Bir şey başa geldiyse onu saklamanın âlemi yok. Bir şeyleri saklamak bizi korumak yerine küçültür, geleni kabul etmek yüceltir.
* Kendi Nâzım Hikmet’inizi nasıl oluşturdunuz?
- Videolarını izledim, sesler dinledim, bolca okudum, fotoğraflarına baktım. Nâzım’ın elini hangi mesafede kaldırdığını, boynunu nasıl eğdiğini bilmiyorum, sesinin tonunu da taklit etmeye çalışmıyorum. Ben Nâzım’ın ruhunu, ruhumla dertleştirmeye çalışıyorum. Ona dert olmaya çalışıyorum. Bu filmde de onu yaptım.
* Dertleşmek dediniz, bugün karşılaşsanız ona ne derdiniz?
- Önce susardım, ona sarılmak ve onu koklamak isterdim. Çünkü onun üzerinde yaşamı ciddiye almanın kokusu olduğunu düşünüyorum. Bunu da manevi ve metafizik olarak söylemiyorum. Nâzım’ın terli olduğunu düşünüyorum biraz, onun terini koklamak isterdim. Güzel terleyen bir adam bence, düşünmek bile bazen insanı terletir ya, o düşüncenin terini koklamak isterdim.
* ‘Merhaba Güzel Vatanım’ filminde Ahmet Ümit ve Nâzım Hikmet’in ortak yanlarını görüyoruz. Siz Ahmet Ümit ve Nâzım’ı birbirine benzetiyor musunuz?
- Aşağı yukarı aynı yollardan geçiyorlar. Öteki olmanın getirdiği ortaklıkları hep yaşıyor ve mücadelesini veriyorlar.
* Siz oyuncu olarak bir şeylerin mücadelesini verdiniz mi?
- İnsana dokunmaya çalışmak da bir mücadele. Çünkü insanlar kendilerini izlemek istemiyor. Bir projede insanın bir zaafını gösterdiğinde, “Bize bunu gösterme, bizi güldür” diyorlar. Benim de iddiam şu: Öncelikle birlikte bir ağlayalım, dert ortağı olalım... Acıları kabul edip dertleri tasaları önümüze serip onlarla yüzleşirsek, onların içinden arınıp çıkarsak güzel gülebiliriz.
* Filmde bir söz var: “Siyaset değil ama sanat her şeyi değiştirir”. Katılıyor musunuz?
- Oynadığım her oyunda, yaptığım her filmde ya da televizyonda ticari bile olsa bir dizide insanların can kulağıyla beni gördüğünü, dinlediğini düşündükçe onlara bir şey anlatabilmenin ve belki içlerinde bir şeyi dönüştürmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Dört yıl kadar Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda çalıştım. Orada Shakespeare oynadığımızda “Diyarbakır’da Shakespeare’den kim anlayacak” diyen arkadaşlarımız vardı ama oradaki çocuklar bu lafları edenlerin aksine oyunları okuyup bizimle tartıştılar. Zaman içinde onların bazıları meslektaşım, bazıları yazar oldu.
* O zamanlardan bu zamanlara değişen ne var?
- Eskiden insan diye bir şey vardı ve insandan dolayı insanlık vardı. Şimdi insanlık var, içinde insan bulamıyoruz. Bunun farkına varmamız gerek.
Kasap eve et kokusuyla gelebilir biz de işlerin kokusuyla eve gideriz
* Eşiniz Aslı Orcan da oyuncu. İki oyuncunun evliliğinde başrolde hep sanat mı vardır?
- Kasap eve et kokusuyla gelebilir, biz de işlerin kokusuyla eve gideriz ama kendi hayatımızda bunun hiç yeri yok.
* Hep şiirler falan okuyan biri havanız var. Romantik misiniz?
- Aslı’ya da arkadaşları “Yetkin sana evde şiirler mi okuyor?” diye soruyorlarmış. O sadece görünen bir hava. Evde terliğiyle, pijamasıyla dolanan bir adamım. Öbürü çok yorucu olur.
* Bir kızınız var. Baba olmak hayatta neleri değiştirdi?
- Kızım 17 aylık oldu. Ruhumun, bedenimin bir parçası olarak o benim yüreğimin yağı.
* Boyunuz ne kadar?
- Değişiyor, uzun uyuyunca omurlarım açılıyor, günün sonunda yorgunlukla kısalıyor! Şaka tabii, boyum 1.93.
* Bu rol arkadaşlarınız açısından sıkıntı yaratıyor mu?
- Geniş planlarda zorluk oluyor ama ben uzunum, hayatta da birtakım insanlar uzundur, bazıları şişman ya da zayıftır. Ben de bunun hep keyfini çıkardım.
* Karşınızdaki herkes mutlaka takoz üstünde mi oynar?
- Artık teknik değişti. Ama bir keresinde arkama sırttan çekim yapacak bir kameraman geldi ve “Yuh be!” dedi. Takoz alıp öyle çekim yaptı.
* Sizi yıllardır hep ‘ağırbaşlı adam’ rollerinde görüyoruz. Mesela bir eşcinsel rolü gelse oynar mısınız?
- Elimi kaşındıran her şeyi oynamak isterim. En çok da hikâyesi dürüstçe anlatılmayanı canlandırmak hoşuma gider. Değişik rolleri oynamak, o roller için bir şeyleri keşfederken aslında kendinizi keşfettiriyor size. Ben her yerimi, her yanımı, her derinliğimi keşfetmek isterim. Ama bir şartla...
* Nedir o?
- Mesela kadına şiddet sahnesinde oynarım ama insanlar o sahnede benden nefret edecekse.
* Jön olabilecek bütün özelliklere sahipsiniz; uzunsunuz, renkli gözlüsünüz... Jön olmak ister miydiniz?
- Bana ister “jön” de ister “dön”... Ne dersen de, ben insana dokunmaya çalışıyorum. Mesela “Bu karakter oyuncusu” diyorlar. Karaktersiz oyuncu mu olur? Bunların hepsi yapay ayrımlar. Bizim görevimiz bir durum içinde, bir insana hayat vermek.