Güncelleme Tarihi:
Bugün sizin için nane soslu levrek fileto yapacağım. Yanında ıspanak sote, ızgara patates ve domates olacak. Bir de en üstüne çok özel bir şey koyacağım ama onun ne olduğunu şimdi söylemem” diyor. Sonra büyük bir ciddiyetle şef şapkasını geçiriyor kafasına. Sıra küçücük ellerine kocaman plastik eldivenler geçirmeye gelince gülümsemeden edemiyor.
Biraz sonra bu iddialı yemeği hazırlamaya girişecek olan Can Avcı henüz 11 yaşında. Turan-Ekaterina Avcı çiftinin, üç çocuğunun en büyüğü... Ailesiyle birlikte Moskova’da yaşıyor, yazlarını babasının Bodrum, Torba’daki otelinde geçiriyor.
Avcı, bu yıl oteldeki restoranlardan birinin başına geçti. Kendisini Türkçe olarak ifade edip edemediğinden emin olamıyor ama yemek merakını anlatmaya da çok hevesli: “Ben küçüktüm, aşçılık oynuyordum. Oyuncak tava alıyordum. İçine su döküyordum. Biraz salatalık kopartıyordum, ekmek koyuyordum. Çorba oluyordu. Biraz daha büyüyünce, ‘Masterchef’ izlemeye başladım. Sonra biz babamla
Michelin yıldızlı restoranlara gittik, Alain Ducasse’ın, bir de Gordon Ramsey’nin restoranına... Çok hoşuma gitti. Geçen sene babama, ‘Otelin mutfağında çalışabilir miyim’ diye sordum. O da beni Yusuf Usta’nın yanına götürdü. Staja başladım. Bu sene artık normal şef oldum.”
Babasını ikna etmek için yemeklerini kullandı
Yusuf Usta, patron çocuğu diye ona torpil geçmediğini, paspas yapmaktan çöp dökmeye mutfağın bütün işlerini yaptırdığını anlatıyor. Genç şef adayı, hiç itiraz etmeden verilen bütün görevleri yerine getirmiş. Bu yıl da restoranın bütün sorumluluğunu üstlenmiş.
“Sabah 9’da kalkıyorum. Arkadaşımla havuza giriyorum. 12.00’de restorana gidiyorumm. Akşam 18.00’e kadar çalışıyorum. Siparişleri organize ediyorum. Yemekler pişince tabağı hazırlıyorum, gönderiyorum.” Mutfaktaki organizasyonu nasıl yaptığını böyle rahat anlattığına bakmayın, kendinden yaşça büyük ekip arkadaşlarından bir şey yapmalarını istemek her zaman çok da kolay olmuyormuş onun için: “Bazen utanıyorum. Onlar büyükler ya... Bazen ‘Niye öyle yaptın’ demem gerekiyor. Çünkü kötü olursa misafirler yemez. Ama onlar da bunu bildikleri için bana küsmüyorlar, Birbirimizi seviyoruz. İş değil, tatil yapıyoruz gibi... Mutfakta hem çalışıyoruz, hem eğleniyoruz. Akşamları da beraber dışarı çıkıyoruz. Yani ben patronun oğlu gibi durmuyorum. Öyleyim ama insanlarla öyle konuşmuyorum.”
Can Avcı, günün birinde işlerin başına geçmesini isteyen babasını yemekleriyle ikna ettiğini anlatıyor: “En son bir bonfile yaptım. Trüf mantarlı... Çok beğendi, ‘Tamam’ dedi. Ben de ‘Baba merak etme, ben bu işi başarabilirim, her şey iyi olacak. Ben şef olmak istiyorum, restoran açacağım. Para kazanacağım’ dedim. Söz verdi, gelecek yıl Bodrum Marina’da bir restoran açacağız.”
‘Trüf mantarını yanlışlıkla çöpe attım’
Hayalleri bununla sınırlı değil elbette... Bu yıl altıncı sınıfı okuyacak olan ‘çocuk şef’, temel eğitimini tamamladıktan sonra aşçılık okuyacak. O zamana kadar geçen sürede hayranlık duyduğu Michelin yıldızlı şeflerin yemeklerini tatmak ve bıçak koleksiyonunu geliştirmek istiyor. Zamanla restoran sayısını artırıp patron olmak ve televizyonda bir program yapmak da hayalleri arasında. Türkiye’de henüz yıldızlı bir restoran olmadığını öğrenince çok şaşırıyor: “Yok mu? İnşallah ben alırım. Çok isterim ama hemen olmaz.”
Yemekten söz etmeyi de en az pişirmek kadar seviyor. Üç yaşından beri her şeyi yediğini söylüyor gururla. Küçük kardeşlerinden Ela, sadece köfte-makarna yiyormuş. Onun için üzülür gibi bir hali var. Moskova’daki hayatının epey yorucu olduğunu anlatıyor sonra; okuldan gelince biraz dinlenip ödev yaptığını, sonra da eğlenmek için mutfağa girdiğini anlatıyor: “Bazen okuldaki arkadaşlarım için de bir şeyler pişiriyorum; pizza, kurabiye, pasta...” Türk yemeklerini pek bilmiyor ama tattığı lezzetlerden en çok baklavayı seviyormuş.
Söz konusu gözlerinden ışıltılar çıkaran muzip bir ‘çocuk şef’ olunca söz mutfakta yaşanan komik anlara da geliyor elbette: “Bir keresinde mutfakta bir poşet gördüm. İçindekileri kötü patates diye çöpe attım. Meğer trüf mantarıymış. Gitti 600 dolar” diyor gülerek.
Biz özenle hazırladığı trüflü, nane soslu levreğin tadına bakarken o ertesi günkü 76 kişilik doğum günü davetinin ayrıntılarıyla ilgilenmek üzere aramızdan ayrılıyor.
Bayramda 300 kişi geldi, işler bittikten sonra bir hafta yattım
Can Avcı, şef olmanın kolay olmadığını söylüyor: “Normalde günde 100 kişi geliyor. Bayramda 300 kişi geldi. Kafam çok karıştı. Bayram tatili bittikten sonra bir hafta yattım.” Peki müşteri memnuniyeti? ‘Çocuk kalbi’ çok hassas bu konuda: “Açık mutfak olduğu için yemeklerimizi yiyenlerin yüzünü görebiliyorum. Bazen beğenip beğenmedikleri hiç anlaşılmıyor. Hemen gidip soruyorum. Genelde çok beğendiklerini söylüyorlar.”