Burak KURU
Oluşturulma Tarihi: Ekim 26, 2019 08:00
Amerika’nın en iyi okullarından Illinois Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği okuduktan sonra Türkiye’ye geldi ve kariyeri bambaşka bir yöne aktı. Yaklaşık 30 yıldır basketbol yayıncılığının en önemli isimlerinden biri olan Murat Murathanoğlu’yla hayatını anlattığı ‘Salondaki En Kötü Koltuk’ vesilesiyle buluştuk.
Anı kitaplarının ardından kitapta adı geçmeyen kişilerden sitem gelir. Sizde böyle bir şey oldu mu?
- Arayanlar oldu ama hakikaten kimseyi unutmamaya çalıştım. 32 senenin 25’i profesyonel, 7 senesini hobi olarak çalıştım. Benim için demirbaşlar var, onları unutamam: Çetin Çeki, Faruk Bayhan, Erol Aksoy, Arman Talay... Unuttuklarım oldu, hatırlattılar zaten. Sitem de oldu biraz. 5-6 sene çalıştıklarımdan unuttuklarım pek yok. Yaptığım bütün programların adını bile hatırlamıyorum. Ama televizyonculuk açısından saydığım isimler ve Allah rahmet eylesin İsmet Badem, bence Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi yönetmeni Musa Çözen ve Teoman Kozan... Beraber bu kadar program yaptık, insanlar hâlâ, “‘Cine5’te Asist vardı, NTV’de NBA Stüdyo vardı” diyor. En çok hatırlananlar o ikisi.
Camianın içinde
çok sevilen biri sayılmam
Kitapta görüyoruz; çok fazla iş değiştirmişsiniz. Y Kuşağı’na bu açıdan bir benzerliğiniz var. Onlar da şartlardan memnun olmadığı takdirde işlerini hemen bırakıp yeni fırsatlar arıyor. Bu benzerlik ABD geçmişinizden mi kaynaklı, yoksa aile geleneğiniz mi?
- ABD’nin mutlaka etkisi vardır. Orada okulla beraber götürüdüğün için genelde part time işler oluyor. Ve uzun süreli de olmuyor. McDonald’s’ta, süpermarketlerde, pizzacıda çalıştım, garsonluk yaptım, hatta bazen 2-3 işi aynı anda yaptım. Yoksa hayat standardımızı korumamız mümkün değildi. Sık iş değiştirme herhalde oradan geldi. Esasında çalıştığım çoğu işten prensipler yüzünden ayrıldım. Özellikle Paşabahçe ihracat işini çok sevmiştim.
62 yaşına geldim, bir daha o dönemde gezdiğim yerleri göremedim: Kenya, Tanzanya, Sudan, Nijerya, Yemen...
Bazı bölümleriyle bir hesaplaşma kitabıyla karşı karşıya gibiyiz. Bilerek mi böyle bir tercihte bulundunuz?
- Kitabın son BeIN Sports bölümü için bu söyleniyor. Bana yapılanları affedemedim. Ailece büyük travma yaşadık. Ben İsmail Şenol’u kanala almak için enerji sarf ederken o arkamdan neler yapmış. Detaylı anlattım o dönemi. Bence bu bir hesaplaşma kitabı değil. Hesaplaşma kitabı yazacak birinin biraz daha vurdumduymaz olması lazım. Ama bende bir ‘doğrucu Davutluk’ var. Kırılanları, kızanları anlıyorum ama ben de bunları yaşadım. Mesela Burak Bıyıktay’ı çok severim. Onunla ilgili bölüm var, yazarken dedim ki, “Buna alınacak”. Okurken bana mesaj attı. “Keşke daha çok üzerime gelseydin” diye. Camianın içinde çok sevilen biri sayılmam. Yemeklere, partilere davet edilen biri olmadım. Niyetim kimseyi kırmak, üzmek falan değildi.
Çok emek verdim, bunu sokaktaki insan biliyor Tepkileri gördükten sonra bir pişmanlık duyuyor musunuz?- Üzüntüm var, pişmanlığım yok. Yanlış hatırlanan ya da yalan bir şey varsa onun hesabı sorulur ama öyle gizlice arkadan aforoz edilmek falan beni çok üzdü.
“Beni sevmezler” diyorsunuz, özeleştiri yapıyor musunuz?- Niye sevmezler? Çünkü her şey birbirine bağlı. Bu camiada doğru iş yapan da var, yanlış iş yapan da... Hem doğru hem yanlış iş yapan da var. İyi niyetli var, kötü niyetli var. Sevilmememle ilgili iki neden söyleyebilirim. Birincisi; menajerlik düzenine çomak sokmuş olmam. İkincisi; Baskent ve oradan yetişen çocuklar... Hakkımı helal etmeyeceğim bir liste oluşuyor ve bu insanların çok önemli kısmında hakkım var. İsim vermeyeyim ama bu kadar çıkarın olduğu bir camiada bu kadar yıl her şeyimi vererek bir ömrü çöpe atmış olmam beni çok çok üzüyor. Keşke Türkiye’ye geldiğimde inşaat mühendisi olarak devam etseydim. Yazıklar olsun diyorum bazen. Çok emek verdim. Bunu sokaktaki insan biliyor. Beni tek teselli eden o.
‘Sen spikersin, haddini bil!’Kurmuş olduğum Baskent kulübü çok insanı rahatsız etti. Başta, “Mahalle takımı, ne olacak” diyorlardı. Ama oradan önemli oyuncular yetişmeye başlayınca iş değişti. “Sen spikersin, haddini bil” noktasına geliyor olay. Ama ben sadece bir spiker olmadığımı çok iyi biliyorum. Sadece öyle olsaydı Aydan Siyavuş gibi bir basketbol dâhisi beni gittiği her kulübe almak için uğraşmazdı. Haydi Eczacıbaşı’nda bir şans verdi diyelim, ben askerdeyken beni
Fenerbahçe’ye transfer eder miydi, haberim bile yokken? Ama işte Allah bir ses vermiş. Onu ilk Çetin Çeki fark etti. Maç anlatmayı da seviyorum, yanımdaki yorumcu şov bölümünü İsmet Badem gibi benimsemişse daha da çok seviyorum.
Oğluma ‘Basketbol spikeri olma’ derim· Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: 25 yılda birinin ayağını kaydırma, birini koltuğundan etme girişimim hiç olmadı. En gurur duyduğum şey odur. Ters düştüğüm zaman ben uzaklaşırım. Şu anda oğlum Mert gelse bana dese ki, “Ben basketbol spikeri olacağım”, “Yok oğlum, eğer illa bir şey olacaksan git futbol anlat” derim, “Ya da başka bir şey yap”.
· Kitap okuma merakı ülkemizde üst seviyede olmadığı için kitaptan beklentimiz çok değildi ama satışlar iyi gidiyor. İsmet Badem rahmetli, kendi kitabını yazdığında, “Sen de yazsana” demişti. En son Caner Eler, “Yaz” dedi. Kitaba çok kızanlar var ama genelde bitirenler çok beğenmiş. Erbatur Ergenekon, “Okuduğum en iyi otobiyografi” dedi.
· 80’lerin, 90’ların, 2000’lerin hayatımdaki yerini ve Türk basketbolunda önemli yeri olan insanları anlatmak için de yazdım. Unutulsun istemiyorum. Bir sonraki jenerasyon Aydan Siyavuş’u, Mehmet Baturalp’i belki hiç hatırlamayacak. O dönemi kayda geçirmek istedim.
Şakir Eczacıbaşı’nın basketbola o zamanki katkısı... Ali Şen’in basketbolu Fenerbahçe’de getirdiği durum. Yine rahmetli Metin Aşık’ın çabaları...