Güncelleme Tarihi:
Veteriner hekim olduktan sonra doğada yaşamayı, toprağa ve hayvana dokunarak çalışmayı seçen Merve Bektaş, Veteriner Anne markasını kurdu. Çatalca’da bir ahırı ve toplamda 70 dönümü bulan tarlaları var. Onunkini diğer çiftliklerden ayıran, organik ilaç dahi kullanmadan üretim yapması. Atalık tohum ekiyor, doğal karışımlarla topraktan gelen böceklere, hastalıklara çözüm buluyor. Hayvanlarına ilaç vermiyor, vermesi gerekirse muhakkak sütten ayırıyor. Çatalca’nın yerlisi 24 kadın personelle doğal yaşam çiftliğinden her ay 3 bin 500 haneye ürün gönderiyor. Süt, yumurta, peynir, yoğurt, reçel, mısır ve sebze... Bektaş’ı çiftliğinde ziyaret ettik, doğal üretim ve atalık tohum hakkında konuştuk.
Çiftlik kurmadan önce veteriner hekim olarak çalışıyor muydunuz?
Bir süre klinikte çalıştım ama bana uymayacağını gördüm. Ailesi Çatalca’da yaşayan eşimle üniversite dördüncü sınıfta dedik ki: “Çocuklarımız çiftlikte büyüse ne güzel olur.” Bir-iki çiftlik gezdim. Toprak, hayvan, ağaçlar, her şey bana kendimi iyi hissettirdi. Eşimin de desteğiyle çiftliğimizi kurduk. İlk oğlum doğmuştu ve eşim bana “Hem veteriner hekimsin hem annesin, markan bu olmalı” dedi ve ortaya ‘Veteriner Anne’ ismi çıktı.
Tamamen doğal yollarla mı üretim yapıyorsunuz?
Evet, tarımda da hayvancılıkta da ilaç kullanmıyorum. Önceliğim hiçbir zaman süt olmadı. Buzağı annesini emiyor, bize ne kadar kalıyorsa o günkü hakkımız o oluyor. Organik olsa dahi ilaç atmıyorum ama ben atmasam da ne yazık ki yeraltı kaynaklarından mahsule bulaşıyor. Ekim yapmadan önce yeraltı kaynaklarına bakıyorum. Esas önemli olan da atalık tohumla üretim yapıyorum. Çok uzun zaman köyleri gezdim “Babaanne, teyze tohumun var mı” diyerek...
Bilmeyenler için anlatır mısınız nedir bu atalık tohum meselesi?
Çok eskiye dayanan tohum demek aslında. 50, belki 100 yıllık. Örneğin, bu sene tohumumu ektim, mahsulümü aldım. Seneye tekrar ektiğimde aynı mahsulü alabiliyorum. İthal olan tohumları seneye ektiğinizde meyve vermiyor ya da daha farklı şekillerde çıkıyor. Çoğaltmana müsaade etmiyor ki yeniden tohum alasın.
Peki, buna rağmen neden dışarıdan tohum geliyor?
Çünkü domatesi kesince ‘Çok sulu’ ya da ‘Kabuğu çok kalın’ deyip beğenmiyorlar. ‘O zaman kabuğuyla oynayalım da inceltelim’ davası başlıyor. Mesela bizdeki mısırlar patlıyor ama küçük. İstiyorlar ki büyük olsun. Bu sefer mısırın genetiğiyle oynuyor. Bir de ithal tohumlara gübre gerekiyor. Gübre attıkça bitkiyi bozuyorsun ve bu sefer de hastalık gelmesin diye ilaç atmak zorunda kalıyorsun.
İlaçsız tarım yapmak mümkün öyleyse...
Teyzeye “Domatese ilaç atıyor musun” diyorum, “Atmıyorum” diyor. “Ama” diyorum, “benimkinin kökünde kurt var, sende hiç yok?” “Kurt ilacı ilaçtan sayılmaz” yanıtını veriyor. Ama bizim 100 kilo domatesin belki 10 kilosu satılabilir oluyor. İlaçsız tarımın göstergesi böcek gelmesidir. Benim tarlamda pırasaları bir çekiyorum, solucanlar fışkırıyor. O solucanlar, o böcekler hepsi nimet. Atalık tohum bizim her şeyimiz, kıymetini bilemedik.
Organik tarımda kullanılan ilaçlar için ne düşünüyorsunuz?
Onlar insana, toprağa, hayvana zararı olmayan ilaçlar, kalıntı bırakmıyor ve en azından denetleniyorlar. Ben onu da reddediyorum. Bu işi ilaçsız yapmak istiyorum çünkü yapılabildiğini biliyorum.
Hastalık gelirse önüne nasıl geçiyorsunuz?
Soğan, sarımsak kürü yapıyorum, Ayçiçeğiyağı, sirke, acı biber, ceviz yaprağı... Ne bulursam karıştırıp, 10 gün dinlendirip, suyunu süzüp ürüne atıyorum. Böcekleri ve kurtları öldürmüyor, kaçırıyor. En büyük yardımcım uğurböcekleri. Bitkilerin üstündeki bitleri yiyor, adı da oradan geliyor. Bir de arayıp tarayıp tespih ağacı buldum. Ondan da doğal bir ilaç yapılıyor.
ISPANAK BİR SAATTE BİTİYOR
Ürünlerinizden en çok neye talep var?
Kesinlikle sebze. Talebe yetişemiyorum. Mesela ıspanağı satışa açıyoruz, bir saatte stok bitiyor. Biz ıspanağa ilaç atmıyoruz ama yanında biten zararlı otları tek tek ellerimizle topluyoruz. Anlamadığım şey şu, niye ben 12 ay boyunca portakal ya da domates yiyeyim? Serada domates yetiştirmek doğasına aykırı. Kışın da domates yemeyelim, ne olur ki?