Güncelleme Tarihi:
Sizinle ilgili araştırma yaparken karşıma çıkan sıfatlar şunlar: İyi baba, iyi eş, iyi oyuncu... Siz ‘Bay Kusursuz’ musunuz?
- Hayır. O bir şehir efsanesi. Kimse ‘Bay Kusursuz’ değildir. Benim de karanlık taraflarım ve kusurlarım var.
O zaman şu kusurlarınızdan, defolarınızdan bahsedin de Türk erkekleri bir rahat nefes alsın...
- Sabırsızım. Küçük bir saygısızlık bazen içimde büyüyüp bir patlamaya dönüşebiliyor. Ama onları da kendi içimde çözmeye çalışıyorum. Acıktığım zaman emin ol kusur dolu oluyorum. ‘Doktor Jekyll-Mr. Hyde’ durumu yaşanıyor. İçimden bir kurt adam çıkabiliyor.
Umarım şu an toksunuz...
- Merak etme iyiyim, istediğin gibi konuşabiliriz.
Peki beyefendi duruş...
- Aslında hep biraz rock’n roll oldum. Hayatım boyunca hep asi bir tarafım vardı.
Peki neden göremiyoruz? Onu İtalya’da mı yaşıyorsunuz?
- Hayır, belki seçtiğim rollerde görüyorsunuzdur. Mesela 1996’da ‘Hamam’ gibi bir filmi kabul etmek (gay bir karakteri canlandırdı) Türkiye’de herkesin yapacağı bir şey değildi. Ama ben “Biz oyuncuyuz ve her şeyi oynamalıyız” diyerek işime baktım. Memleketin koşulları gereği “Öpüşmem, onu bunu yapmam” diyenler olabilir, anlıyorum ama kabul etmiyorum. Çünkü oyuncuysan oyuncusundur, hayatı anlatırsın ve hayatın içinde her şey var. Onun dışında yaşayış tarzım özgürleşmek üzerine. Beynimi ve ruhumu dünyaya, insanlara saygılı olarak özgürleştirmeye çalışıyorum.
İyi bir insan olmayı sürdürmeye çalışıyorum
Evlendiniz, çocuklarınız oldu ama bu röportajı yapacağımı duyan kadınlar hâlâ adınızı duyunca iç geçiriyor, ülkenin en seksi erkeklerinden biri olarak gösteriliyorsunuz...
- Hâlâ mı?
Evet...
- Bunun sadece dış görünüşle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Fiziksel olarak şanslıyım ama tek etken o değil. Bu yaydığın enerjiyle ya da yaşattığın rollerin insanlara dokunmasıyla alakalı. Ya da durduğum yer, magazinde olmamam, insanlara gizemli geliyordur. Bu da işimi iyi yapıyorum anlamına geliyor sanırım.
Kadınların romantizm ihtiyacını karşılıyor olabilir misiniz?
- Romantizme kadın-erkek herkesin ihtiyacı var. Bunun illa aşk olması gerekmiyor. Romantizm bir felsefe.
Nedir o felsefenin açılımı?
- Romantizm iyilik odaklı yaşamakla ve iyi insan olmaya çalışmakla ilgili. Ben de iyi bir insan olmayı sürdürmeye ve daha ileri götürmeye çalışıyorum.
Yaş artık 42... 40’ı devirdikten sonra da bir şeyler değişiyor mu?
- Zaman daha önem kazanıyor. Bu da biraz egoistleşmek aslında. İyi bir şekilde istediğim şeyleri yaşamak istiyorum.
Eşim benim hem yargıcım hem fanım
İtalyan Lisesi’nden mezunsunuz. Eşiniz İtalyan ve İtalya’ya da yaşıyorsunuz. Nereden geliyor bu İtalya aşkı?
- Bunu ben de çok düşündüm. Çocukken evde çalan İtalyan şarkılara kadar gittim. Mesela 5 yaşımda ailemle bir İtalyanca seyahati yapmıştık. İlk gördüğüm Avrupa ülkesi orasıydı ve İtalyancaya vuruldum. İlk renkli çizgi romanla orada karşılaştım. ‘Örümcek Adam’ renkli ve kuşe kâğıda, “Vay” dedim. İtalya’yı hissettim.
İtalyan eş de bu İtalya sevdasının bir uzantısı mı?
- Hayır. 1998’de tiyatro teklifi alıp İtalya’ya gittim ve orada yaşamaya başladım. Orada âşık oldum.
31 yaşında, en şöhret olduğunuz dönemde nikâh masasına oturdunuz. Hiç pişman oldunuz mu?
- Hiçbir zaman insanların ne düşündüğüyle ilgilenmedim. Hayatımın kadınını buldum.
Bir insan karşısındakinin ‘o’ olduğunu nasıl anlar?
- En kısası iki yıl süren ilişkilerim oldu. O ilişkiler sürerken bazen onları da ‘o’ zannedebiliyorsun ama hayatının kadınını bulunca anlıyorsun işte! Onu bulunca nedenini ve diğerlerinin neden olmadığını anlıyorsun.
Eşinizin yönetmen olmasının etkisi oluyor mu işlerinize?
- Çok şey paylaşıyoruz. Eşim benim hem yargıcım hem fanım.
Artık güzel kadınlara gözünüz kaymıyor mu?
- Güzel olan her şeye gözüm kayıyor. Güzel olana bakmak, güzel olanı tasvip etmek, yapmamız gereken bir şey. Ben hayatla flört eden bir adamım. Ama bu anladığımız anlamda bir flört değil.
İki kız ve bir erkek çocuğunuz var: Ali, Maya, Cloe. Nasıl bir babasınız?
- Her erkek hayatında inşallah kız babası olur. Bir erkek için bir kadının özünü görmek, en masum haliyle büyüyüşüne ve kadın oluşuna tanık olmak inanılmaz bir şey. Evde bol müzik, şamata, oyun, yüksek ses ve kahkahalar var. İşlerimi de izliyorlar, onlardan yorumlar da alıyorum. Şimdi anneleriyle İtalya’dalar. Ben de her hafta gidiyorum.
Daha fazla çocuk istiyor musunuz?
- Dünyada anne-babaya ihtiyacı olan bu kadar çocuk varken bir tane daha yapmak değil de evlat edinmek olabilir.
5 yaşımdaydım ve vücuduma bir elektrik girdi
Hayatınızın fonunda hep müzik varmış...
- Evet. Benden yedi yaş büyük bir ablam olması beni sanat ve müzik anlamında besledi. Onun arkadaşları eve gelir, müzik dinlerdi, ben de kulak verirdim. ‘Sweet’ denen bir grup vardı, distorşınlı gitarı ilk kez onlarda duydum. 5 yaşımdaydım ve vücuduma bir elektrik girdi. İlkokuldan sonra da ‘Depeche Mode’, ‘The Cure’ ve ‘Def Leppard’ dinledim.
Ve elinize bagetleri aldınız...
- Evet. Davul çalmaya başladım. 15 yaşımda bir müzik grubu kurduk ve mekânlarda çalmaya, bestelere başladık.
Hangi noktada müziği bırakıp beyazperdeye geçmeye karar verdiniz?
- 7 yaşımda bir reklam filmi ve 11 yaşımda ‘Geçmiş Bahar Mimozaları’ var. Bir süre ara verdim. Ama ‘Hamam’dan sonra tesadüfen müzik grubumuz da dağıldı. Filmde oynadıktan sonra “Ben artık bu işi yapmalıyım” diye düşündüm.
Küçük yaşta gelen şöhretle nasıl başa çıktınız?
- Sıkıcı gelecek kadar uyumlu olmak şöhretle ilgili işime yaradı. İnsanların sevgisinden, bakışlarından sıkılmadım ve uyum sağladım. İmza ve fotoğraf çektirmek isteyen olduğunda hep “Evet” dedim. Tam bu durumdan sıkılmaya başlayacağım zaman İtalya’ya gittim. Orada tanınmadan dolaşmak şimdi çok iyi geliyor.
Türkiye’de öpüşme sahneleri konuşuluyor... Yapacak bir şey yok!
Bu sezon üç projeyle varsınız. Tek tek gidelim. ‘Çi’nin yeni sezonuna başladınız. Kitabını daha ilk okuduğumda ‘Deniz’ karakteri olarak gözümde siz canlanmıştınız...
- Annem de aynı şeyi söyledi (Gülüyor). Kitabı okuduğunda ortada proje yokmuş ve aklına hep ben gelmişim.
‘Deniz’ karakterini kimi tutkulu, kimi aşkına sahip çıkamayan biri olarak yorumluyor. Siz anlatsanıza ‘Deniz’i?
- ‘Deniz’ kendi kibrinde ve prensiplerinde kaybolmuş bir adam. Dünyaya, hayata, sanat ve sanatçıya karşı net fikirleri var. Sistemi ve sistemin içinde döngüye girmiş sanatı anlayan bir adam. Ben de hemen hemen onunla aynı şeyleri düşünüyorum. Ama ‘Deniz’de kibir de var ve bu da hayata bakışının bazen küstahlaşmasına sebep oluyor. Bu sezon artık savaşmaya hazır. Eski hikâyelerin hesaplaşmasını yapacak.
Dizide öpüşme ve sevişme sahnelerinin bu kadar konuşuluyor olmasına bakınca sizce cinselliği olağanlaştıramadık mı?
- Hayır. Çok büyük bir tabu bu. Ama ben artık umursamıyorum. Türkiye’de öpüşme sahneleri konuşuluyor, yapacak bir şey yok.
Eşiniz tepki gösteriyor mu?
- Tabii ki hayır. Bununla ilgili yalan haberler de çıkıyor. Bizimle ilgili çıkan bu haberlere gülüyoruz Serenay’la (Sarıkaya, rol arkadaşı)...
Diğer diziniz ‘Kanaga’ya gelelim...
- ‘Kanaga’ benim, eşim ve kayınbiraderlerimle yarattığımız ve yazdığımız bir proje. Dünyayı çok seviyoruz, çevreye ve insanlığın bu dünyaya kötü davranmasına dair söyleyecek çok şeyimiz var. Tarih, arkeoloji, kaybettiğimiz kadim bilgiler ilgimizi çekiyor. Macera seviyoruz. Bunları birleştirerek bir hikâye yazdık. Bu, bir fizik profesörünün, babasını arayış ve kendini keşfetme öyküsü.
Etrafımızda olan her şeyi bize sistem empoze ediyor
Bütün yatırımı siz mi yaptınız?
- Evet. Maksimum bağımsız. 13 bölüm ve bir sezonu tamamen çektik. Üç sezon olarak planladık. YouTube’da yayımlamayı düşündük ama şimdi yeni gelen tekliflerle ilgili görüşmeler sürüyor. Yakında yayımlanacak. Yurtdışında web festivallerine gönderdik, her gönderdiğimiz festival bizi yarışma bölümüne aldı. ABD’de en iyi web dizisi, en iyi yönetmen (eşi ve kayınbiraderlerinden biri), en iyi yardımcı kadın oyuncu (Mehmet Günsür’ün annesi), en iyi senaryo ve müzik dalında birçok ödül kazandık. Şimdi de birçok festivale davetliyiz.
Anneniz de mi oynuyor dizide?
- Evet. Hayatı boyunca öğretmenlik yaptı 70 yaşından sonra bize dahil oldu. Keşfedilmemiş bir yetenek.
Bu internet televizyonculuğu bir şeyleri değiştirir mi?
- Kesinlikle. Gelecek bu. Tamamen özgür. Seyirci de istediğini izliyor. Etrafımızda olan her şeyi bize sistem empoze ediyor. İnsanlar bundan sıkıldı. Bu özgürlüğe hepimiz açız.
‘Martıların Efendisi’ 22 Aralık’ta vizyona girecek. Orada nasıl bir adam göreceğiz?
- Herkesin kendinden bir şey bulabileceği bir o kadar da bambaşka bir karakter... Film, “Normallik nedir, sevgi nedir?” gibi soruları sorduracak bir Don Kişot hikâyesi. Kolay bir rol değildi. İşe başlamaya karar verdiğimizde yönetmenimiz Mehmet Ada Öztekin dizi çekimleri için Bodrum’da, bense buradaydım ve aylarca Skype üzerinden çalıştık. Sürekli senaryoyu okudum. Paul Newman’ın söylediği gibi: “Bir senaryo üzerine konuşmak için onu en az 100 kere okuman gerekiyor...”
Çocuklarıma böyle bir dünya bırakacağım için utanıyorum
Bir ayağınız sürekli İtalya’da.… Oradan bakınca buralar nasıl görünüyor?
- Sürekli burada olduğum için o ayrımı yapmak zor. İtalya’daki arkadaşlarımın bana sorduğu sorular üzerinden söyleyebilirim ki burada bir şeyler olduğunda Avrupa’da daha farklı şekilde duyuluyor. Bizim alıştığımız şeyler orada hâlâ büyük bir haber. “Şu olmuş, ne olmuş” dediklerinde aslında durumun eskisi gibi olduğunu, birtakım değişiklikler yaşandığını ama sokakta insanlara bakınca farklı şeyler görülmediğini anlatıyorum. O farkları biz hissediyoruz. Onlar her şeyi tam bir Avrupa ülkesi mantığıyla düşündükleri için burada olan adalet ve siyasi durumları çok anlayamıyorlar. Ama sanırım çevremdekiler alıştı artık.
Neleri kafaya takıyorsunuz?
- Çok şeyi. Dertliyim aslında. Özellikle insanlıkla ilgili konularda. Birbirimize ve bu dünyaya daha ne kadar kötü davranabiliriz. Bir uyanış içindeyiz ama bir yandan karanlık da güçleniyor. Dünyaya ve insanlığa olan her şeye çok üzülüyorum. Bir kıta açlıktan ölürken diğer kıtanın tonlarca yemeği çöpe atmasını anlayamıyorum. Sınırı çoktan geçtik. Çocuklarıma böyle bir dünya bırakacağım için utanıyorum.
‘Yarını Kodlayanlar’ projesi kapsamında bir süre önce Suriyeli çocuklarla buluştunuz. Mülteci sorununa bakışınız ne?
- Sınırlar insan haklarına aykırı. Herkesin serbestçe dolaşabilme hakkı olduğuna inanıyorum.
Son dönemde biz de ABD’ye bile vize engeliyle karşı karşıya kaldık...
- Yanlışlıklar yanlışlıkları doğuruyor. Zincirleme bir şekilde hayatımıza giriyor.
Geçen hafta 10 Kasım’dı. Ve Türkiye’de Atatürk oldukça tartışılır, konuşulur oldu. Sizce ne oldu da Atatürk’ü bu kadar tartışır olduk?
- Bence Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti, devrimleri ve kişiliğini tartışmaya gerek yok. Çok zor bir dönemde, çok zor şartlarda Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkiye Cumhuriyeti yapan insandır.