Güncelleme Tarihi:
Burslu okuduğu The Juilliard School’da grubu Musica Sequenza’yı kuran fagot sanatçısı Burak Özdemir klasik müzik dünyasının sıradışı isimlerinden. Aynı zamanda barok müzik uzmanı olan Özdemir o dönemin enstrümanlarını ve bestecilerini günümüzün elektronik müziğiyle bir araya getirip sahnede yepyeni bir dil oluşturuyor. 40’tan fazla eseri olan sanatçı için gençleri klasik müzikle buluşturmak önemli. Bu yüzden konser salonlarının yanı sıra gece kulüplerinde de performanslar sergiliyor. Dün İstanbul Müzik Festivali’nin ‘Disko Klasik’ serisi kapsamında Babylon’da olan Özdemir’le müzikte ilerlediği yolu konuştuk.
◊ Birkaç yıl önce Musica Sequenza konserinden çıktım ve ilk yaptığım Google’da fagotun tarihini aratmak oldu...
Bunu duyunca ‘ne mutlu bana’ diyorum çünkü amaçlarımdan biri de fagotu tanıtmak. Çağımızda hâlâ bu enstrümanı tanımayan var. Çünkü fagot daha çok orkestra içinde, nefeslilerin arasında oluyor.
◊ Senin için ‘müzik dehası’, ‘üstün yetenek’ deniyor. Bunlar sana ne ifade ediyor?
Kendimi bir deha olarak görmüyorum. Tabii ki insanlardan bunları duymak güzel. Müzisyen bir aileden geldiğim için müziğe aşinayım ama üzerine düşüp emek harcamadıkça hiçbir şey olmuyor.
◊ Baban Cengiz Özdemir değerli bir besteci ve piyanist. Evde neler dinlenirdi?
Babam cazı çok sever. Şu an değerlendirdiğimde galiba cazda doğaçlamanın fazla olması sayesinde özgürlük, yorumculuk gibi şeyler bana bebeklikten işlendi. Babamın konserlerine çok gittim. Kulislerde uyudum. O konser telaşı, hazırlıklar, seyircinin heyecanı... Müzikle ilgili her konu bana hâlâ kendimi evimde hissettiriyor.
◊ Elektronik müzikle nasıl tanıştın?
Babam bir gün eve masaüstü bilgisayarla geldi ve onu odama koydu. “Bunun içinde Cubase diye bir müzik programı var. Bununla takılırsın” dedi. Onunla ilk deneysel müziklerimi yapmaya başladım.
◊ Bir dönem İstanbul’da elektronik müzik sahnesi çok iyiydi. Senin gençlik yıllarına denk geliyor. O günler nasıl geçiyordu?
Gündüz konservatuvarda klasik müzik dersleri alıyordum. Okulun son döneminde İstanbul Opera ve Balesi orkestrasında ikinci fagot kadrosu aldım. Perşembe, cuma akşamları opera biterdi. Hiç dinlenmeden, fagotumu dolaba kilitleyip arkadaşlarımla buluşurdum. Sabahın 8.00’ine, 10.00’una kadar kulüplerde DJ’leri dinlerdik. Magma, Godet, Crystal, 14, Twenty... Parkorman’da üç gün süren festivaller olurdu. Haftada 10 saat falan uyuyordum.
◊ Uzmanlık alanın barok müzik. Bu müziğin esnekliğinden, işlenebilirliğinden bahsediyorsun...
Mesela Çaykovski gibi geç dönem klasik bestecilerin notasyonuna baktığınız zaman notaların artikülasyonlarını metronomlarına kadar yazdıklarını görüyorsunuz. Hangi enstrüman nerede ne çalacak, ne kadar bekleyecek... Barok dönemin notalarıysa yalın. Özellikle bas partisine baktığınızda hangi enstrümanın çalacağı bile yazmıyor. Bu bana cazın özgürlüğünü hissettiriyor.
◊ Klasik müzik camiasında özgür ruhlara ne kadar tolerans tanınıyor?
12 yıllık kariyerim var. Başladığım noktadaki klasik müziğe olan dogmatik yaklaşımın günümüzde söz konusu bile olmadığını düşünüyorum. Yani artık sahnede Bach’ın müziğini Lady Gaga’yla bile buluştursanız insanlar buna çılgın bir fikir olarak bakmayacaktır. Özellikle Avrupa’nın klasik müziğin bayrağını taşıyan şehirleri var. Onların salonlarında bazen izlediğim operalarda şancılar çıplak olabiliyor. Şiddeti sansürsüz bir dille anlatabiliyorlar.
◊ Müzikte izlediğin yol sana ne öğretti?
Musica Sequenza yolu bana müziğe, sanata önyargılı bakmamak gerektiğini öğretti. Ayakkabımızı giyip evden çıkmak çok kolay. Konserlere gidin. Ne kadar farklı insanlar bir çatı altında buluşursa işte o zaman o toplum çok güzeldir.
The Juilliard School’un mülakatında “Solo müzisyen olmak istemiyorum” diyorsun...
The Juilliard’da artist diploma (üstün yetenekli öğrencilere verilen diploma) programına girmek için sanatsal bir fikrinizi jüriye sunmalısınız. İçeri girdiğim an nefesim kesildi. Çünkü jüride oturan isimler Fransız orkestra şefi William Christie, İspanyol şef Jordi Savall ve ünlü kemancı Monica Huggett’ti. “Kamera şakası olmalı” dedim. Önce hepsinden imza aldım. Sonra onlara otel odalarında geçen, yapayalnız bir hayat istemediğimi anlattım. “Yaşıtlarımı konserlerde görmek istiyorum. Bunun yolu kulüplerde çalmak” dedim. Hoşlarına gitti.