Güncelleme Tarihi:
Ercan Saatçi’yi Bodrum tatili sırasında yakalıyorum, görüntülü arıyorum. Güneşten kopup daha gölgeye bir yere geçiyor. Eline kahvesini alıyor ve başlıyor anlatmaya... Onun gibi çok deneyimli bir müzisyenin anlattıkları dinleyeni alıp götürüyor...
◊ Müzikte 41’inci yılın olmuş, dile kolay. Nasıl bir his?
Müzik bir organın gibi, vücuduna yapışmış bir şey oluyor. Doğuştan herhalde, bu ruhumda vardı. İlkokuldan beri çok istediğim bir şeydi, dolayısıyla kaç sene oldu diye saymadım. Ama sonuçta olmuş, iyi ki olmuş, daha da devam etsin inşallah.
◊ Müzikten ilk paranı 1998’de kazanmışsın diye okudum...
Yok, 80’li yılların başında kazandım. Büyükçekmece’deki Linda Çay Bahçesi’nde çalıyorduk. Şimdi orası yok herhalde, evler falan vardır. Sonra 80’li yıllarda düğün salonlarında çaldım.
◊ Demek çay bahçesinden başladı hikâye... Bana sen hep ünlüymüşsün gibi geliyor...
İnsan son gördüğünü hep öyleymiş gibi adlandırabiliyor ama oraya gelebilmek için katettiğim çok yol, verdiğim çok mücadele var. İnişler, çıkışlar, bazen pes edişler oldu. O kadar zor bir süreçti ki aslında. Ama müzik sevgisi, müzik yapma tutkusu, hayallerinin peşinden koşma, adına ne dersen de, beni bugüne getirdi.
◊ 40 yıllık kariyerin boyunca yaşadığın, maruz kaldığın ne gibi zorluklar oldu?
Eskiden bir orkestrada çalarken ikinci sınıf vatandaş davranışlarına maruz kalıyordum. Mesela “Bekleyin, çıkarsınız elbet” diyenler, tam sahnede çalarken “Kesin, yeter” diyenler... İstenen şarkıyı çalmayınca tehditler oluyordu. O dönemler o tarz birçok şeye maruz kaldım. Yani 80’lerde müzisyen olmak pek adam yerine koyulmamaktı. Çok muteber olmayan, ‘çalgıcılık’ diyerek eziklenen bir meslekti. Artık müzik dilinin dünyadaki herkesin konuşabildiği tek dil olduğu anlaşıldı. Dolayısıyla şimdi müzik yapma gücüne vâkıf herkes müzisyen olmak istiyor.
◊ Bu yaşadıklarından sonra Türkiye’nin tanıdığı çok popüler bir müzisyen oldun. Ama arka planda kalıp üretmeyi, yönetmeyi daha çok sevdin sanki...
Benim arka tarafı toparlamak, derlemek konusunda bir yeteneğim var demek ki, hep mutfak tarafını seçtim. Derleyeyim, toparlayayım, kurgulayayım, bunlar hayatımda hep önemliydi. Zaten kariyerim boyunca müzik yöneticiliği, yapımcılığı, birilerinin albümünü hazırlamak, şarkılarını düzenlemek, beste-söz hazırlamak benim için kıymetliydi ve başaracağımı biliyordum. O yüzden oldu zaten ama bazı konularda haddimi bilirim.
◊ Hangi konu mesela?
Şarkıcılık kısmını daha arkada tuttum. Evet, müzisyenim, şarkı söylemeyi biliyorum ama ben o değilim. Müzikle ilgili yaptığım her şeyin belki yüzde 15’lik, 20’lik bir kısmı şarkı söylemek.
GELMEK İSTEYENLER HABER YOLLUYOR
◊ ‘Çok Akustik’ Kanal D’de devam ediyor. Nasıl ortaya çıktı bu proje?
“Çalalım, evde dostlarla buluşalım” diyordum hep. Baktım ki ortaya çok güzel şeyler çıkıyor, “Bunu ben çekeyim” dedim. Her zaman önce projenin ismini koyarım. ‘Çok Akustik’ aklıma geldi. Bir demo çekimi yaptım. Projeyi Kanal D’ye götürdüm. “Şahane” dediler. Pandemi sonrası insanların buna susamış olduğunu gördük. Şimdi çok iyi gidiyor. Sokakta tepkiler şahane, uzaktan görüp “Çok akustik” diyen yaşlı teyzeler var, çok mutluyum.
◊ Kaç konuk ağırladın?
50’yi geçmiştir.
◊ Hiç kapris yapan oldu mu?
Yok. Gelmek isteyenler haber yolluyor.
◊ Hiç reddeden oldu mu?
Açıkçası benim bizzat aradığım reddeden biri olmadı, sadece “Bu ay gelemem ama önümüzdeki ay çok isterim” deyip gelenler oldu.
◊ Seni performans ve yorumuyla en şaşırtan kimdi?
Aslında beklediğim bir şeydi, Ata Demirer’in performansı çok iyiydi. Olgun Şimşek de öyle... Neler söylüyor, çok iyi, ona şaşırdım. Sevcan Orhan her şarkıyı tertemiz yorumluyor. Zaten bütün konuklarımı sevdiğim için konuk ediyorum. Getirirsek program için çok iyi olacak diye birini çıkarmadım.
◊ Seni yeni şarkılarla görecek miyiz?
Evet, Polat’a (Yağcı) bir sözüm var. Tribute albümlere karşıyım ama şarkıcı arkadaşlarımla birlikte neler yapabiliriz gibi bir projem var. Birkaç şarkı okundu, daha biraz vakit lazım.
HÂLÂ AŞIRI TUTKULUYUM, BİR PROBLEM YOK
◊ Çocukların Sinan Ali 19, Zeynep 25 yaşında. Neler yapıyorlar?
Zeynep benimle çalışıyor, yapım şirketimin film ve dizi kısmının başında. Sinan Ali 19 yaşında. Bu sene üniversiteye gidiyor. Yurtdışında okuyacak, o da yönetmenlik eğitimi almak istiyor. Zeynep’le müzikte bayağı baskın işler yapacağız.
◊ Babalık sana ne öğretti?
Hâlâ öğreniyorum, babalık acayip bir şey, baba olmayı seviyorum. Babalık hayatımda nasıl davranacağıma dair bana çok ciddi sınırlar çizdi.
◊ Bunca aşk şarkısı sonrası aşkı çözdün mü?
Abi aşkı kim çözmüş de ben çözeyim Allah aşkına! Binden fazla şarkı yazmışım, herhalde 800’ü aşk üzerinedir. Atıp tutuyoruz yani.
◊ Ama şarkılarda aşırı tutkulu biri var...
Evet, hâlâ aşırı tutkuluyum, orada bir problem yok. Şu an çok mutlu bir beraberliğim var. Eda (Tokcan) ile sekiz sene oldu. Sadece aşk üzerinden de yürümüyoruz. Birbirimize karşı sevgi ve saygıyla örülmüş bir bağlılığımız var.
◊ Şarkılarında aşk acısını da anlatıyorsun. Çok kalp kırdın mı?
Kırmadım dersem yalan olur. Kırmayan var mıdır acaba bilmiyorum. Ama isteyerek kimseyi incitecek bir yapıda değilim. Çok da kalbim kırılmıştır, çok acı çekmişimdir, bunlar ergenlikte başlar, ölene kadar da devam eder.
BENİ KIRAN İNSANLARI HAYATIMDAN ÇIKARIYORUM
◊ Yapımcılıkla uğraştığın için sanırım, senin sert bir patron olduğunu düşünürdüm. Ama öyle değilmişsin...
Sert olmadım aslında, biliyor musun? “Ama biz seni böyle bilmiyorduk” diyenler çok oldu. Türkiye’de patron olunca insanların aklına sert bir mizaç geliyor. Benim aklıma da mesela Hulusi Kentmen geliyor. Allah rahmet eylesin, benim için patron imajı o. Babacan, biraz sert, güler yüzlü... Mesela Warner Music’in dünya CEO’su Türkiye’ye geldiği zamanlarda ben Doğan Müzik’i kurmuştum. “İlk defa müzisyen bir prodüktör görüyorum” dedi. Ekonomi okumuş, işin ticaretiyle ilgilenen biri olmamı beklemiyordu. Buradan yola çıkarsak aslında bu durumun sanatçı için inanılmaz bir artısı vardı. Çünkü ben masanın her iki tarafında da oturmuş, o empatiyi yapabilen bir yapımcı olarak karşımdakini daha iyi anladım.
◊ 20 yıl şarkı söylemeye ara verdin. Başkaları için harcadığın emeği kendin için harcasaydın nasıl olurdu?
Çok iyi olurdu.
◊ E, neden yapmadın?
Yakın çalışma arkadaşlarım “Sen şirketini Türkiye’nin en büyük müzik şirketi haline getirdin, kendine hiçbir şey yapmıyorsun, tek bir single bile çıkarmadın” derlerdi. Bestemi falan vermem diyenlerden de hiç olmadım. Bendeki adalet duygusu işin bu tarafına da geçti. Zaten bir dönem ‘Damat Müzik Company’ diyorlardı oraya. Ertuğrul Özkök beni oraya getirmiş gibi saçma bir şey üzerinden yürüyorlardı. İftiralar, yalanlar; her başarılı insana yapılan şeyler bana da yapılıyordu. Belki o duyguyla “Buraya geldi, kendine bir şey yapıyor” demesinler diye düşünmüş olabilirim. Ama kendime 20 yıl boyunca büyük haksızlık yapmışım. Kendimi affetmeyeceğim bir şey varsa o geçen 20 yıl olabilir.
◊ Müzik kariyerin boyunca çok kırgınlıkların, dargınlıkların oldu mu?
Olmaz mı, çok. Ama hepsini unuttum, kimdi acaba umurumda bile değil. Zaten kırgınlık varsa onu kafamda taşıyacağım bir durum yok demektir. Beni kıran insanları hayatımdan çıkarıyorum, kin de gütmem.
ŞARKILARI KALİTELİ BULMUYORUM
◊ Günümüz müziği hakkında neler düşünüyorsun?
Buna sadece müzik zevki olarak bakmamak lazım, bir sürü bacağı var. Bunlar nedeniyle müzik tür değiştiriyor. Ülkenin demografik yapısı, ekonomik konjonktürü, dünyadaki hızlı yaşama alışkanlıkları,
refleksler... Bu çok sosyolojik bir olay. Bir şeyler oluyor, yeni akımlar ortaya çıkıyor. Bu akımları yadırgamıyorum ama beğenmeyebilir, anlayamayabilirim. Bak bu çok önemli, anlamaya da çalışmıyoruz aslında. “Bunu sevmiyorum” diyerek kenara atmak yerine anlamaya çalışsak oradaki sosyolojik vakayı ortaya çıkarmış oluruz. Ama o kadar derine inmiyoruz. Bir de şunu söyleyebilirim; eskiden bir beste yapılırken, albüm ortaya çıkarılırken stüdyoda performans için çaba sarf edilir, biten bir albümün lansmanıyla ilgili fikir alışverişi olurdu. Emek verilirdi yani... Şimdi çok kolay. Emek verilmiyor, o kadar kaliteli iş yapılmıyor. Mesela bugün hâlâ “90’lar şahane” diyorlar.
◊ Evet, neden 90’lar konusunda böyle hissediliyor?
Aslında özledikleri ya da şahane buldukları şey 90’lar ruhu. Özlüyorsan öyle yaşa, öyle yaşayalım! O zaman bakkal amca veya mahallenin bir abisi vardı, bambaşka bir dünyaydı. Artık öyle değil ki... Dolayısıyla buna kızmıyorum, dediğim gibi yeni şarkıları beğenmeyebilirim, anlamayabilirim, tercih etmeyebilirim. Ama tüm bunlar bir yana, şarkıları kaliteli bulmuyorum, onu söyleyebilirim. Benim için makbul olan emek verilmiş şeydir.
◊ Günümüzde hit eksikliğinden bahsediliyor. Sence hit çıkmıyor mu?
Çıkmaz.
◊ Neden?
Benim hitten kastım şu: Hit olmuş şarkı en az 20 yıl sonra herkesin bir ağızdan söylediği şarkıdır. Mesela 4 sene önce acayip her yerde çalan bir şarkının şu anda hatırlandığını düşünmüyorum. Kalıcı izler bırakmıyor, çabuk tüketiliyor. Şarkılar eskiden 4-5 dakikaydı. Geldiğimiz noktada artık 2,5 dakika.
◊ Bunun sebebi ne?
Yarısına kadar dinleyip “Aman, diğerine geçeyim” deniyor. Eskiden müzikçalarda şarkı değiştirmek de kolay değildi. ‘Stop’ tuşuna basacaksın, dinlemek istediğin şarkının yerini bulacaksın, bunlarla çabalamak yerine albümleri baştan sona dinlerdik. Şimdi bir tuşla öbür şarkıya geçiyoruz. Müzik platformları bunun olmasını kârlı buldukları için bunu bastırdılar.
◊ Bu da hit çıkmasını ve şarkıların kalıcı olmasını mı engelliyor?
Bir sinema filminde, bir dizide doğru sahnede kullanılması kalıcılığını arttırıyor. Oralarda da kullanacağın şarkılar yine bizim o 90’lar ruhu dediğimiz tatta olmalı. Çok sabun köpüğü, uçup gidecek şarkılar kullanılıyor.