Güncelleme Tarihi:
Önümde 2011’den bir haber var. O dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, ‘yeni İstanbul’ projelerini açıklamış. Haberde “Proje sınırları içinde merkez olarak Ağaçlı Köyü yer alıyor” deniyor.
Otobüste o haberleri tekrar okuyorum. Son durağa yaklaşırkense manzara gözümün önüne seriliyor. Bir noktadan sonra sadece ama sadece kamyon görüyorum. Ortalığı tozutarak, frene pek itibar etmeyerek, sağlı sollu, vızır vızır işliyorlar.
Geniş, uzun bir sahili var Ağaçlı’nın. Eskiden plajı da varmış ama şimdi ‘Denize girilmez’ tabelasıyla kumsal yerine çamurlu, bakımsız bir alan bulunuyor. Kıyıda üç adam görüyorum. Ağaç dallarından yaptıkları ayağa olta dayamış, bekliyorlar.
Galata Köprüsü’nde balık tutarken arkadaş olan midye dolmacı Servet ve güvenlikçi İsmail Karahan (37) geceyi sahilde ateş yakıp balık bekleyerek geçirmişler. Sabah da, yakın oturduğundan buralara sık gelen 47 yaşındaki Mustafa Fenerci’yle tanışmışlar.
Beyoğlu’nda midye dolma satan Mardinli Servet yaşını, soyadını söylemediği gibi, “Fotoğrafa karşıyım” deyip çekimi de reddediyor. Biz de sohbet ederiz: “Sabaha kadar çeşit çeşit insanla uğraşıyoruz, kafamı dinlemeye geldim. Geçen gün biri buradan fotoğraf paylaşmış; dört levrek, kalkan falan, onu görünce geldik ama hiç yok. Balık öyledir ki bir saatte 10 tane tutarsın, 10 günde bir tane tutamazsın. Acemiyle balığa çıkılmaz zaten, ‘Hadi gidelim’ der; olmaz, duracaksın, bekleyeceksin. Aslında tutmaya harcadığımız parayla bir kasa balık alınır.”
Bir plan var da bilmiyoruz
Yeniden yola çıkıp kamyoncuların çay molası verdiği yerde sohbete oturuyorum. “Peki bu kamyonlar nereye gidip geliyor böyle?” diye soruyorum. “İleride döküm sahası var” diyorlar. O saha ne için var, orada ne yapılıyor, bitince ne olacak sorularına ise derli toplu cevaplar verebildikleri söylenemez: “Bir plan proje var tabii ama kimse tam bilmiyor. Köyler istimlak edilecekmiş, liman yapılma ihtimali varmış, üçüncü havalimanı yapılıyor zaten. Bu kamyonlar 24 saat durmuyor.”
Döküm sahası dedikleri, ‘dev şantiye’ İstanbul’un hafriyatının götürüldüğü alanlardan biri. Kamyonlar günde en az beş kere geçiyormuş bu alana gitmek için. Her geçişte 100’er TL veriyorlarmış. “Burası Boğaz Köprüsü’nden çok para kazanıyor” diyorlar.
55 yıldır eksilmeyen aşk
Köyün sokaklarında yürürken güzel bakışlı bir buzağıyla göz göze geliyoruz. Ben bakarken, dünyanın en tatlı kadınlarından biri içeri buyur ediyor. Şaziye (kimliğine göre Şerife) Süleymanoğlu, 70 yaşında. 1989’da kocası İdris Amca’yla Bulgaristan’dan gelmişler. Bir oğlu, iki kızı; altı da torunları var. “21 sene ben uğraştım hayvancılıkla, artık çocuklarım yapıyor” diyor. Soyadlarını duyunca “Naim Süleymanoğlu’yla akrabalık var mı?” diye soruyorum. “Yok ama uzaktan tanışırız” diyorlar.
35 hayvanları varmış, günde 100 kilo civarı süt veriyorlarmış. Köye yolunuz düşerse kilosu 3 TL’ye leziz süt alabilirsiniz. Sadece İlhan Süleymanoğlu’nun evini sorun, yeter.
Biz sohbet ederken İdris Amca (73) geliyor göz doktorundan. Bu yaşta, bu kadar seneden sonra birbirini böyle seven çift az bulunur! Şaziye Teyze “Ufak evlendik biz” deyince İdris Amca tamamlıyor: “Beni kaçırmasın diye 14.5 yaşında evlendi. O kaçırdı beni!” Gülüşüyorlar bakışıp... Sonra köşedeki güz güllerinden buket yapıp diz çökerek karısına uzatıyor İdris Amca, fotoğrafçı arkadaşıma dönüp sesleniyor: “Bizi böyle çek!”
Gazinin lokantası
Kamyoncuların yemek yediği, çay içip dinlendiği minik barakalar var yol üstünde. İçlerinden biri, kocaman Türk bayrağıyla ta uzaktan belli oluyor. Yaklaşınca kırmızı-beyaz boyalı tuğlalara çizili ay-yıldızları ve kocaman “Sen rahat uyu aziz şehidim” yazısını görüyorum. “Hepsini ellerimle yaptım abla” diye bir ses duyuyorum. Samsunlu Ümmet Pişkin, 47 yaşında. 1992’de, Hakkâri Çukurca’da mayın patlayınca gazi olmuş. “Bedenimin yarısı yok, ayağımı elimle zor kaldırıyorum. Maaş da almıyorum, bağışladım kimsesizlere. Bir kamyoncu arkadaş burayı söyledi yiyecek yer yok diye; bir pilav tezgâhıyla başladım.” Restorancılık geçmişi yok, parkeciymiş önceden. “Nasıl öğrendiniz?” diyorum, “Yapa yapa, bilmediğimi de Google Amca’ya soruyorum!” diyor.
Çakıyı bir ay sonra bulunca evi aldım!
Kahvede Esat Bezmez’le (70) konuşuyoruz. Fatih’te oturuyormuş, buradaki evini yazlık diye almış: “Hanımla hafta sonu gezmeye gelirdik. Bir sefer köyün çeşmesinde meyve yıkadık, çakımla kestim. Döndüğümde fark ettim ki orada unutmuşum. Bir ay sonra gene geldik, baktım çakı bıraktığım yerde! Hanıma, ‘Ben buradan ev alacağım!’ dedim.” Şimdi pişman ama: “Bir hata ettik, sorma! Eskiden orman yolundan güzel havayla dolarak gelirdik; şimdi asfalt, toz toprak. Şahane kumsal vardı, sahilden yürüyerek Kilyos’a giderdik; beş yıldır ayak sokamıyoruz.”