Güncelleme Tarihi:
Berkun Oya&Krek Tiyatro, ‘Babamın Cesetleri’ ve ‘Iska’nın son gösterimlerini yaparak, 2014’te Santral İstanbul’daki mekânlarına veda etmişti. Dört sene sonra yeni bir oyunla, ‘Dünyada Karşılaşmış Gibi’yle Volkswagen Arena’da, Krek Mekân’ı anımsayanların iyi bildiği camla örtülü sahne/kulaklıklı ses sistemiyle tekrar karşımızdalar. Üstelik Öner Erkan, Fatih Artman, Alican Yücesoy, Serkan Keskin, Settar Tanrıöğen ve Defne Kayalar’dan oluşan bir yıldız kadroyla...
Berkun Oya’nın zihin akışı ve kalemi okuyucusu/seyircisini birtakım anlara götürür. Bir cümlenin peşinde, bir meselenin izinde, bazen bir objenin etrafında bir öykü örer. Bu kez İstanbul’un merkez karakollarından birinde bir gecede, bir saatlik zaman diliminde yaşananları gösteriyor. Karakolun iki ayrı odasında yaşananları, sahneyi ve seyir alanını ikiye bölerek ayrı ayrı seyrettiriyor. Seyirci (yerinin hangi blokta olduğuna bağlı olarak) bir yarıda memurlar ve iki tutuklu arasında geçen, enerjisi yüksek sahneyi, diğer yarıdaysa o esnada sorgu odasında yaşananları izliyor. Bu ‘oyuncaklı’ kurguyu sahnenin önünü kaplayan camın arkasından seyretmek; sahnedeki sesleri, en ufak hışırtısına kadar net ileten kulaklıklar aracılığıyla dinlemek, bilhassa ilk kez bir Krek oyunu izleyen seyirci için farklı bir deneyim sunuyor.
Zıt kesimler
arasındaki farklar
Üç polis memuru, bir komiser, gözaltındaki iki tutuklu ve bir şikâyetçiyi buluşturan gece; kesişen bir hikâyeden çok karakterlerin hayatlarından kısa öyküler anlatıyor. ‘Şopar torbacı’ Öner Erkan’ın dilindeki Ferdi Tayfur şarkısı (‘Sanma ki Yaşıyorum’); yaşadığı ağır kaybın etkisinden kurtulamamış polis memuru Naci’de de sorgu odasında ayrılık acısını komiserle paylaşan şehirli genç adamda da karşılık buluyor. Torbacının, polis memurları Sadık ve Naci’nin, komiserin ve genç adamın dertlerine kısa kısa dahil oluyoruz.
Berkun Oya, ‘Bayrak’ta ve ‘Babamın Cesetleri’nde temas ettiği ‘baba’ meselesini ‘Dünyada Karşılaşmış Gibi’deki küçük hikâyelerin de merkezine yerleştirmiş. Bir yandan da bu, Oya’nın -tıpkı ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’da yaptığı gibi- toplumun taban tabana zıt kesimleri arasındaki farkları zarifçe önümüze serdiği iki karşıt ‘oyun’ esasında...
Karakolun ortak alanında dönen oyunda, toplumun alt/orta kesimlerinden insanların hayli sert acılarını dinlerken sorgu odasında belli ki hayatında ilk defa karakola düşmüş bir genç adamın aşk/ayrılık acısı ve kafasındaki susmayan seslerle karşılaşıyor seyirci. Üstelik babacan komiser (Settar Tanrıöğen) de evde onu bekleyen ve zamanı kısıtlı olan dert kaynağını bırakıp uzun uzun bu genç adamı dinlemeyi seçiyor.
Öner Erkan bu ülkenin
en iyi oyuncularından
Hırsızlık suçlamasıyla karakola girdiği andan itibaren memurların gözünde de torbacıdan farklı bir muameleyi hak eden bir ‘vatandaş’ o. Okan Yalabık’ın son derece doğal ve inandırıcı bir oyunculukla canlandırdığı bu genç adam, hikâyesiyle (bu sorgu odası sahnesinin uzun ve gereksiz detaylarla dolu bir video film ile açıldığını da düşünürsek) oyunun hem zayıf halkası hem de kilit noktası.
‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’da gerçek hayatta diyaloğa girme ihtimali olmayan, ‘sevgi ve ahlak’ anlayışlarının arasında uçurumlar bulunan insanları kesiştiriyordu Oya. Bu karakoldaysa sınıfsal konumlarının da etkisiyle acı eşiklerinin arasında dağlar kadar fark olan insanları kesiştirmiş. Belki de bu dünyada birbirleriyle karşılaşabilecekleri tek ortak mekân olan karakolda...
Sahneleme biçimiyle, baştan sona müthiş bir oyunculuk gösterisi oluşuyla (ufacık bir şüphe yok; Öner Erkan bu ülkenin en iyi oyuncularından, biliyorduk, bir kere daha anımsadık) ve uzun süre sonra bir Berkun Oya hikâyesine kavuşmamızla insanı etkisi altına alan ama yine de ayrılırken karnınızda Oya’nın her oyununda kalan o yumruk hissini bırakmayan bir iş ‘Dünyada Karşılaşmış Gibi’. “Sinema filmi gibi” diye düşünmeden, kendinizi akışa bırakıp izlemeniz tavsiyesiyle...