Güncelleme Tarihi:
Daha önce hiç günlük tutmuş muydunuz?
- Ara sıra yazdığım günlükler ve kısa yazı denemelerim oldu. Bir ara hayat hikâyemi kaleme almaya çalıştım fakat bitiremedim. Yazmak, insanı sağaltan bir eylem. Ancak günlük tutmamın asıl nedeni, bu tür bir hastalığa yakalananlara moral takviyesi yapabilmekti. Biliyorsunuz, milyonlarca hayranı oluyor sanatçıların. E beni de iyi bir adam olarak tanırlar genelde; böyle olunca, yazdıklarımı kaale alıp, kitapta anlattığım çizgide morallerini düzelteceklerine inanıyorum. Bu hastalığa yakalananlardan bir kişi bile sayemde moral bulursa, benim mutluluğum olacak, bana ilaç gibi gelecektir. Zaten müzik yaşamım boyunca da dinleyicimi mutlu kılmak boynumun borcu oldu.
Yıllarca her şeyi kafanıza takarak yaşamanın sizi kanser yaptığına inandığınızı belirtiyorsunuz. Hatta “Belki de ben çağırdım” demişsiniz...
- Evet, hep çok farklı şeylere kafamı taktım. Beni en çok üzen şey gürültü oldu. Apartmanda, üst veya alt kattaki komşulardan gelen gürültülere maruz kalmanın, masa-sandalyeleri fütursuzca itip çeken, binada başka kimse oturmuyormuşçasına vurdumduymaz komşuların bende yarattığı sinir... Arabamla seyir halindeyken önüme denk gelen çöp kamyonunun etrafa yaydığı kokuyla beni deli etmesi... Teknemde sessiz sakin otururken, kıyıdan gelen demir kesicilerin çıkardığı ürkütücü ses... Bir koyda dinlenirken, günlük teknelerin avaz avaz çaldığı düğün havalarının cızırtısının beynimde ve ruhumda yarattığı travma... Kafama takıp sinir olduğum olayların daha nicelerini sayabilirim ama sanırım bu kadarı açıklamaya yeterli olur.
15 Temmuz 2016’da “Galiba herkes hasta...” şeklinde kısacık bir not almışsınız.
- 1992’de ‘Oynatmaya Az Kaldı’ adında bir şarkı yazmıştım. Orada güzel bir kız yüzünden çıldıracağımı anlatıyordum. Aslında o kızdığım şey, güzel bir kız değildi, İstanbul’un trafiğiydi. Şarkıya daha uygun olsun diye olayı bir kıza bağlamıştım. 1992’de oynatmaya az kalmıştı ama bugün artık çoktan oynattığımızı düşünüyorum. Yeni albümümdeki bir şarkımda, “Kocaman bir tımarhanem var, içinde yedi milyar hasta” diyorum. Bu çıldırma salt Türkiye’de değil, tüm dünya çıldırdı, görmüyor musunuz? 15 Temmuz darbe girişimi olduğunda da aynı şeyi düşündüm. Kendi insanına ateş etmek! Kitabımda da dediğim gibi, bence en ölümcül olanı ruh kanseri. kanser vücuttan atılır ama can çıksa da huy çıkmaz misali o kötü hücreler ruhtan atılmıyor. Bunun ilacı yok. Bu yüzden yeter ki kirlenmeyelim, ruhumuz kanser olmasın.
Teşhis konduktan son testlerin tertemiz çıktığı aşamaya kadar, uzunca bir süre kanserden hiç bahsetmemişsiniz. Sahne ve tekne rutinini bozmamak kadar kanserden bahsetmemek de iyileşmenize yardımcı olmuş mudur?
- Evet, tam da söylediğiniz gibi. Kötü düşünüp konuşmak ya da iyi düşünüp konuşmak... Olmak ya da olmamak misali... Bırakın hastaları, olumsuz düşünce ve konuşmanın sağlıklı insanları bile olumsuzlaştırdığını görmüyor muyuz? Gerçi ben de “Yedi milyar hasta” derken pek olumlu değilim, tabii. Ama hayatıma kaldığım yerden devam etmek zorundaydım.
Eski ve yeni Fatih Erkoç arasında ne fark var?
- Artık eskisi kadar sinirlenmiyorum. Önüme çöp kamyonu çıkmıyor, çok daha mutluyum ve hayata daha iyi bakıyorum. Hayata güzel bakınca ve hayatın getirdiklerini kabul edince, üstelik bir de kanser atlatmışsanız yeniden doğuyorsunuz ve yaşamın verdiği nimetleri görerek, gerçek anlamda yaşamaya başlıyorsunuz.
KİTAPTAN...
26 Temmuz 2016
Kemoterapinin vücutta yarattığı travmanın yanı sıra ruhumda yarattığı travma da bir o kadar önemli. Bunun en kötü yanı sizi sahnede yakalaması ve feci biçimde halsiz bırakması. Sahnedeyken kemoterapi ilaçlarından dolayı halsizlik geldiğinde bu hiçbir şeye benzemiyor. Düşünün, şarkı söyleyip insanları eğlendireceksiniz ama kolunuzu kaldırmaya bile mecaliniz yok! Bu nasıl bir şey! İnsan o anlarda içinden “Ölsem de bu durumu yaşamasam!” diye geçiriyor. (....) Programın sonuna doğru bir ara sanki sahneden aşağı düşecekmişim gibi geldi. Bazı yüksek notalar içeren şarkıları söylerken başım döndü. ‘Ya gerçekten sahneden aşağı düşersem, n’aparım!’ düşüncesi, şarkıların sözlerini de karıştırmama neden oldu bazen. Dört ya da beşinci şarkıda ‘Adagio’yu söyledim. ‘Adagio’ çok yüksek perdeden söylenen, sesi ve nefesi yoran, zor bir şarkı. Şarkının finali de epey tizlerde biter. Tam final notasını söylerken neredeyse bayılacak gibi oldum. Az daha nefesim yetmeyecekti ve neredeyse sahneden düşecektim. Düşünsenize insanların üstüne düştüğümü! İçki şişeleri, kadehler, bardaklar, meyve ve kuruyemiş tabakları, küllükler hepsi yerlerde... Belki dinleyicilerden bazıları da... Hepsinin üstünde de ben! Ve büyük olasılıkla da kendimden geçmiş olarak!