Güncelleme Tarihi:
Tekstilkent, Galleria, Perpa, Milli Reasürans binası... Yeni serginizde konu etmek üzere neden bu yapıları seçtiniz?
- Bir önceki sergimde (‘Görsen Kesin Tanırsın’, 2016) İstanbul’dan ilgimi çeken bazı kamusal mekânlara odaklanmaya başlamıştım. Orada farklı dönemlerden İstanbul’daki değişimle ilgili ilginç bilgiler veren Tozkoparan Mahallesi, Esenyurt, Aksaray’daki İSKİ binası gibi yerlerin resimlerini yapmıştım. Bu sergideyse ilgim, 1980’lerin sonu ve 1990’ların başını kapsayan döneme yoğunlaştı.
Nedir bu dönemde sizi çeken?
Bütün dünyada estetik olarak böyle ayrıksı bir dönem yaşanıp sonra bunun neredeyse unutulmuş olması. Bazı örnekleri yıkılarak tarihe gömülen, bazılarıysa son yıllarda yüceltilip itibarı iade edilen bir anlayışa bugünden bakmak farklı anlamları barındırıyor. Ben Türkiye özelinde bir çalışma yaptım, biraz yakın çevremden az konu edilmiş olduğunu düşündüğüm mekânlara yöneldim, hem de sistematik bir saldırı altındaki 20’nci yüzyıl mimarlığımızı anlatmak istedim.
Bu binaların işlevleri yapıldıkları dönemden bugüne nasıl bir dönüşüm geçirdi?
- Binaların yıllar içindeki işlev değişiklikleri karikatürlerimde de takip ettiğim bir konu. Sergideki değişim hikâyeleriyse biraz daha farklı. Galleria ve Peri Tower, çevrelerindeki aşırı yapılaşmadan etkilenerek değişime uğrayan yapılar. Ataköy’deki Galleria Alışveriş Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi’nin de (AKM) mimarı olan Hayati Tabanlıoğlu tarafından tasarlanmış. Bugün yıkımı devam eden AKM ile Türkiye’nin ilk modern AVM’sinin bu açıdan kardeş olmaları şaşırtıcı. Galleria hakkında da birçok kez yıkım haberi çıktı, eklentiler yapıldı, benim resmimde yer alan buz pisti kapandı. Peri Tower, daha az biliniyor; Nevşehir’de Merih Karaaslan ve Nuran Ünsal tarafından tasarlanan mimarlık ödüllü bir otel. Bozkırın ortasında, peribacalarını taklit eden ilginç kütlelerden oluşan otel, etrafı dev apartman bloklarıyla sarılınca doğayla bağlantısını kaybediyor, kötü giden turizmin de etkisiyle geçtiğimiz yıl kapanıp yıkılıyor. Postmodern üsluba kökleriyle bağlı ama bir o kadar da organik bir yapı.
- Konu ettiğim mekânların hepsi doğrudan çocukluğumda yer etmiş olmasalar da, konuştukları estetik dil, beni kendi tarz ve beğenilerimin oluşmaya başladığı zamanlarla ilişki kurmaya itti. Bu binalarla aşağı yukarı yaşıt olduğum ve hepimiz benzer bir iklimin ürünü olduğumuz için öncelikle... Ülkeyi Turgut Özal’ın yönettiği, ilk özel televizyonların yayına başladığı, İstanbul’un piyasalaşmaya açıldığı, arabayla Belgrad Ormanları’na giderken yolda yeni yükselen gökdelenlere şaşkınlıkla baktığımız yıllar. Fakat özellikle Galleria ve Fame City’yi anlatan resimlerde çocukluğuma dair izlenimleri de kullandım. O izlenimlerin beni sanatsal olarak etkilemiş olabileceklerinden hareket ederek kendimi de incelemiş oldum biraz.
Son bir yıl yoğun geçti
Sergideki resimlerin çoğu 2018 tarihli. Yılın ilk beş ayını oldukça verimli geçirmişsiniz...
- Son bir yıl tahmin edemeyeceğim kadar yoğun geçti. Bir yıl önce ‘Penguen’ kapandığında, bir süre ertelediğim işlere yoğunlaşabilirim diye düşünürken ‘Uykusuz’da çizmeye başladım. Serginin ikinci parçasını geçen sene ağustosta yaptıktan sonra New York’ta üç aylık bir misafir sanatçılık macerası başladı. Orada açılan stüdyo sergisi ve diğer etkinlikler dışında bu serginin çerçevesini oluşturmakla uğraştım.
Konu ettiğim mekânların hepsi doğrudan çocukluğumda yer etmiş olmasalar da, konuştukları estetik dil, beni kendi tarz ve beğenilerimin oluşmaya başladığı zamanlarla ilişki kurmaya itti.
Gezi’den sonra kamusal alanlarla ilgili algıda seçicilik başladı sanırım
Şehirle nasıl bir ilişkiniz var? Nerelerde vakit geçiriyorsunuz daha çok? Sokaklarda gördüğünüz şeylerden hangileri sizi şaşırtır, kızdırır, üzer, mutlu eder, güldürür?
- Kaldırımsızlık beni kızdırır, lüzumsuz dalış tünelleri üzer, gizli bahçeler şaşırtır, güzel sokaklarda ucuz, erişilebilir şeyler satarak yaşayabilen dükkânlar mutlu eder, amatör heykeller güldürür. Beyoğlu’nda yaşıyorum. Çoğunlukla yürürüm ya da vapura, otobüse, metroya binerim. Çevremdeki mimarların çokluğundan belki, binalarla kurduğum ilişki eskilere gidiyor ama siyasi gündemde kent meselelerinin daha çok yer almaya başlaması beni bu alana daha duyarlı hale getirdi. Özellikle Gezi’den sonra meydanlar, kamusal alanlar, kentsel mekânların kullanımı gibi konular hakkında algıda seçicilik başladı sanırım. Biraz da belgelemeye yönelik bir refleks.
‘Atlamıycak, Şov Yapıyo’, 2018
Her şeyin ortasında kaybolan bir insan hikâyesi
Perpa’nın resmini yapmak bir süredir aklımdaydı. Yapıyı sadece kütle olarak değil, kamusallığıyla birlikte ele almak istediğim için her şeyin ortasında kaybolan bir insan hikâyesini de sığdırmaya çalıştım. Bu insan hikâyesi bir intihar girişimiyle ilgili. Resmin adı da olayı izleyenlerden birinin yaptığı yorumdan alıntı: “Atlamıycak, Şov Yapıyo”. Resme baktığınızda eylem ilk bakışta öne çıkmayan, hayati bir mesele olmasına karşı resmin dinamikleri içinde gizlenmiş gibi görünüyor. Bugünün ruhuyla ilgili düşününce anlamlı bir yere oturacağını düşündüm.