Güncelleme Tarihi:
Bir durakta gelecek ilk otobüsü beklemek her zaman çok heyecanlı. Ama bazı yerler, daha tabelada görür görmez korkutuyor. Pendik bunlardan biri oldu benim için. Geçmişi 8 bin 400 yıl geriye giden bir yerden bahsediyoruz. Üstüne cilt cilt ansiklopedi yazılabilecek kadar büyük, köklü, hikâyeli bir ilçeyi küçük bir alanda ne kadar anlatabilir ki insan? Neyse ki bu turlarda genelde son durak civarında aheste dolanarak yol alıyorum. Bazen belki küçük bir sapma için izin veriyorum kendime, o kadar.
Kadıköy’den bindiğim 17’deki yolculuğum, 66 durak boyunca bunları düşündükten sonra, sahilde bitiyor. İndiğim noktanın yanında dev gölgeliklerle sarılı kocaman bir alan var. Günlerden çarşamba ama keşke cumartesi olsaymış. O zaman ‘sosyete pazarı’ diye de anılan semt pazarının tadını çıkarabilirmişim. Pendikliler bu şöhretli pazarı çok seviyor. Sadece yerlilerin değil, başka semtlerde oturanların da favorilerinden.
Önce yolun karşısındaki deniz çağırıyor tabii. Kayalıklara demirli, irili ufaklı, harap halde veya gıcır gemiler arasından denizi seyre dalıyorum. Martılar, kediler, gücünü yitirse de umut aşılayan güneş, çiçekçi kadın, yürüyüş yapanlar, soluklananlar, balık tutanlar... Bir sayfiye köyü fotoğrafının içindeyim.
Köfteci Ziya, esnafın sık gittiği mekânlardan.
SAHİLDE HUZUR, SOHBETTE AZAR
Yanaşıp konuşmaya çalışıyorum sahilde karşılaştıklarımla. Bir bölgeyi tanımanın en kısa yolu, sakinleriyle muhabbet etmek zira. Fakat mühim bir engel var; Pendik halkı pek kaynaşık değil. Sohbet açmaya çabaladığım 10 kişiden sekizi baştan set çekiyor. Yediğim “Sana ne?”, “Çok sordun”, “İşim var” azarının haddi hesabı yok. Ama yılmak yok, birileri çıkar...
Çıkıyor da. Denize karşı balonlarını dizip önlerine tüfeği koymuş Mizbah Özer. 39 yaşında, Siirtli, 30 senedir de Pendikli. İsminin anlamını soruyorum, ben hiçbir kaynakta bu tanımı bulamasam da o, “Gül bahçesi” diyor. Kebap ustasıymış ama son dönemde işler iyi gitmemiş. “Artık bizim işimizi Suriyeliler yarı paraya, sigortasız yapıyor” diye anlatıyor.
Sağdaki beyaz duvarların arkasından gelen matkap sesine ilerliyorum. Hummalı bir çalışma var. Önceden 500 metre geride olan balık pazarının yeni yeriymiş. Şu an sadece iki-üç dükkân açık ama gelecek ay tam kapasite hizmet vermeye başlayacak. Açık olanlardan Merkez Balık’ın sahibi, doğma büyüme Pendikli, 52 yaşındaki Levent Yücel’le konuşmaya başlıyoruz. Balıkçılık dede mesleği, Pendiklilikte ise ailenin beşinci kuşak üyesi. Dedesinin dedesi Selanik’ten Şıhlı Köyü’ne göçmüş; orası artık Şeyhli Mahallesi. “Pendik yüzde 190 değişti” diye başlıyor anlatmaya. Değişim denizin doldurulup sahil yolu yapılmasıyla başlamış ona göre. Buna eski binaların yıkılıp ‘gökdelen’ olması eklenmiş. “Eskisi çok güzeldi. Kalabalık, o olunca trafik, üstüne de evlerin görsel çirkinliği rahatsız ediyor” diyor.
BALONCUNUN KARDEŞİ KESTANECİ
Biraz daha yürüyüp İstanbul City Port adlı marinaya nazır Marintürk AVM’ye geliyorum. Bildik alışveriş merkezleri gibi değil burası. İki katta, açık alandaki koridorlara sıralanmış mağazalar hem teknecilerin hem de civarda yaşayanların ihtiyacını karşılıyor. Kahve molası için burası uygun adres.
Artık yolun karşısına geçip Pendik’in aşırı hareketli çarşısının tadına bakmak lazım. Buradaki cümbüş az yerde bulunur. Sıra sıra dükkânlar arasında yok yok. Akla gelen her türlü ihtiyacı burada gidermek mümkün.
Yürüye yürüye temiz, güzel, bakımlı bir camiye geliyorum. Pendik’in ikinci büyük camisi. 1886’da bu alanda inşa edilen kilise, 1924’teki mübadele döneminde cemaatsiz kalıp kapanmış. 1956’ya kadar tütün ambarı olarak kullanılmış. Sonra yıkılıp 1957’de Pendik Çarşı Camii olarak açılmış. Caminin önündeki küçük park kalabalık. Oturup sohbet edenler, randevulaşanlar, alışveriş yorgunluğu atanlar bir arada...
Sıra sıra satıcılar arasından bir kestaneciye yanaşıyorum. Adının İrfan Özer olduğunu söyleyince tuhaf bir dürtüyle soruyorum: “Sahilde bir balon atışçısıyla konuştum, onun da soyadı Özer’di. Akraba mısınız yoksa?” Kardeşlermiş meğer. İrfan Bey, 35 yaşında. Belediyeden 3 bin TL’ye aldığı bu arabayı bir arkadaşıyla işletiyor. Yazın mısır satıyorlar, 10 gün önce kestaneye geçmişler. 150 gramı 10 TL.
Artık öğle yemeği vakti. Esnafa soruyorum hızlıca. Birçoğu onu söyleyince caminin karşısındaki Dilden Sokak’a girip Köfteci Ziya’ya oturuyorum. Ziya Koca, 58 yaşında. O ilkokul ikinci sınıftayken ailesi Gümüşhane, Şiran’dan gelmiş buraya.
ZİYA USTA’NIN KÖFTESİNİN SIRRI
Çıraklıktan girmiş bu işe Ziya Usta. “Bu köftenin tarifi benim çok eski ustalarıma ait, buralarda böyle yapan yok. Eskiden sahilde Deniz Gazinosu’nun yanında Eyüp Usta vardı, orada çırak olarak başladım” diye anlatıyor. Köftenin yanı sıra balık da pişiriyor. Eskiden denize açılır, balıkçılık da yaparmış.
Köftesinin sırrını da veriyor Ziya Usta: “Ekmek kullanmıyorum, mayalı olduğundan köfteyi ekşitir, biraz durunca köfte yeşerir. Yumurta da olmaz, koku yapar. Mısır unu ve sütle bir harç yapıp onu koyarım ben.” Köftenin de, uskumrunun da porsiyonu 15 TL.
Tekrar ana yola çıktığımda aynı aks üzerinde bir ileri, bir geri yürüyüp dururken çok yorulduğumu anlıyorum. Üstelik sadece merkezde ve civarındaki küçücük bir bölgede dolanmama rağmen. Pendik çok büyük yer; mahallelere böle böle, azar azar gezmek lazım. “Nasıl olsa yolum daha çok düşer buraya” diyorum içimden. O zamana kadar buraya dair tavsiyeleri, sizden gelen önerileri, kulağa çalınıp dikkatten kaçanları not almaya devam...
Mizbah Özer sahilde balon atışçılığı yapıyor.
AZARYAN’IN ‘A’SINI BULUN!
1900’lü yılların başında, Ayan Meclisi Senato Hariciye Encümen Reisliği görevini yürüten Azaryan Efendi, Pendik’in yeniden imarı için görevlendirilmiş. Paris’ten getirilen mimar ve mühendisler ilk planları çizip çalışmalara başlamış. Böylece Pendik, Türkiye’nin ilk planlı kasabası olma unvanını kazanmış. Azaryan Efendi bu planı çizdirirken isminin ilk harfi ‘A’yı Pendik’in ortasına işletmiş. Harfin ayakları sahile uzanacak şekilde tasarlanmış. Bugün koca Pendik haritasında bu ‘A’yı bulmak kolay değil elbette ama biz yine de koordinatları verelim: Gazi Paşa ve İsmet Paşa caddeleri iki ayağı, Dr. Orhan Maltepe Caddesi gövdeyi oluşturuyor.
Levent Yücel, beş kuşaktır Pendikli bir aileye mensup.
BUNDAN BÖYLE BANA BOŞNAK DİYELER...
Buraya gelmişken işin içine azıcık hile katıp taksiyle kısa mesafedeki Sapanbağları’na gideceğim. Çünkü daha önce gitmiş, unutamamıştım. Burası ‘Boşnak mahallesi’ diye de biliniyor ve benim burnuma kuru et, kuru sucuk, mantiye kokuları geliyor! Yenipazar (Novi Pazar) Caddesi’ndeki Lipa’dayım. İsmi kapısındaki ıhlamur ağacından geliyor; Boşnakçası lipa. 1986’da açılan, ahşap dekorasyonlu restoranın duvarlarında postlar, av malzemeleri, müşterilerin getirdiği takım flamaları ve atkıları var. İşletmeci, müdavimlerin çok sevdiği İbrahim Türkoğlu ama bu ara tedavi sürecinde olduğundan kardeşi Mehmet Bey’i buluyoruz dükkânda. Babaları 1960’ta, bugün Sırbistan’da olan Sancak’tan Üsküp’e, oradan da Türkiye’ye gelmiş. “İyi ki gelmiş” diyor Mehmet Bey: “Şimdi orası Avrupa’da ama sadece doğal güzellik var, fakirlik çok. Gerçi buralar da değişiyor. Ben çocukken bu mahalleye gelen giden olmazdı, kendi içimizde takılırdık. Şimdi çok karıştı.” Buranın en özel yiyeceği, pastırmanın çemensizi ve tütsülenmişi diye özetlenebilecek kuru et tabii. Bir de nefis kuru sucukları var. Başka? Özel bir biber olan ‘somborka’nın kaymaklı turşusu olan, orijinalinde kahvaltıda yenen soka; kuru etli bulgur pilavı; güveçte bol soğan ve patatesle pişen Boşnak köftesi pleskavica... Ve o delirtici lezzet; Boşnak mantısı ya da mantiye. Mantının pişmesi için en az bir saat beklemeniz gerekiyor ama emin olun, buna değer!