Güncelleme Tarihi:
- Çok okurum. Zaten edebiyatla ilişkim çocukken Teksas-Tommiks, Zagor, Red Kit, Tenten ve Karaoğlan okuyarak başladı. Hayal dünyasını geliştiren bir tür. Karakterin dürüstlüğünden, cesaretinden, fedakârlığından etkileniyor, kahraman olmaya çalışıyorsunuz.
‘Elveda Güzel Vatanım’ı çizgi roman yapma fikri nasıl doğdu?
- Bartu Bölükbaşı, özellikle bu kitabı çizmek istedi. Bu, ikimizin ortak eseri. Bence İttihat Terakki konusu, çizgi romana çok yakıştı. Bu yayımlanan, birinci bölümüydü. İkinci bölümü de olacak.
“Bu romanı o günü anlamak için o döneme dönmek gerektiği fikriyle yazdım” demişsiniz.
- Doğru. “Tarih tekerrürden ibarettir” diye bir laf var ya, eğer o toplum geçmişten gerekli dersi çıkarmamışsa bu laf zaman zaman gerçek olabilir. Ama ders çıkarmışsanız bunu atlatırsınız.
Sizce biz hangisiyiz?
- Çıkarmamış olanlarız. Osmanlı’yı İttihatçılar yıkmıyor, Osmanlı zaten miadını doldurmuş, yıkılıyor. İttihatçılar, Fransız İhtilali’ni örnek alıyor, devleti monarşiden meşrutiyete dönüştürmek istiyor. İyi niyetlerle meşrutiyeti ilan ediyorlar ama kendileri de bir süre sonra Abdülhamit gibi despotik bir yapı kurmaya başlıyorlar. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’den daha radikal. Padişahı ortadan kaldırıyor, cumhuriyeti kuruyor. Padişahlıkta kullar var, cumhuriyette ise yurttaşlar... Ama bizde kul kültürü devam ediyor. Tekerrür olan bu. Bu durumda demokrasi ve özgürlükler azaltıyor, ekonomi batıyor.
Başkarakter Şehsuvar Sami, İttihat ve Terakki’ye katılınca sevgilisi Ester’den ayrı düşüyor. Siz de hiç böyle arada kaldınız mı?
- Hayır, çünkü kız arkadaşlarım benimle aynı ideallerin peşinden koşuyordu. Bir yandan da acı bir şey çünkü içinde ölüm var. Bir sevgiliniz var, ertesi gün ölebilir çünkü arkadaşının sevgilisi ölmüş. Bu ağır bir romantizm yaratır, insanlar birbirlerine daha da bağlanır.
Aklınıza ilk gelen anı hangisi?
- İstiklal Caddesi’ndeki Fitaş’ın önünde pankart asıp trafiği kestik. Bir arabanın üzerine çıkıp NATO’nun halklara düşman olduğuna dair bir konuşma yaptım. İnsanlar yumruklarını kaldırıp ant içtiler. Tehlikeliydi, çünkü 1979’da sıkıyönetim vardı. Yakalanmamak için Fitaş Sineması’nda bir filme girdim. Çift taraflı bir pardösüm vardı. Ters çevirip kendimi kamufle ettim. Sonra sahte pasaportla Moskova’ya gidip eğitim gördüm. Güzel ama tehlikeli bir hayatım oldu. Çok arkadaşım öldü, ben de ölebilirdim. Bir gün Bakırköy Halkevi’nin bahçesinde dört arkadaşımla oturuyorduk. Büfeye gittim, bir dakika sonra büyük bir patlama oldu. Döndüm, arkadaşlarım paramparça olmuştu. Üzülmeye bile fırsat yoktu, oturdum bildiri yazdım.
Travmatik bir hayat...
- Çok travmatik... Bunları yazarak atlattım. Vuruldum, yaralandım, dövüldüm ama bunlar hayat üzerine çok düşünmemi sağladı. “Ölme ihtimalim varsa, hayatı iyi yaşamak, anlamlı yaşamak lazım” dedim. 14 yaşından 30 yaşına kadar bütün hayatımı devrimciliğe adamıştım. Sonra Sovyetler’e gittim ve idealim olan toplumun bu olmadığını gördüm. Pek çok sorunu çözmüşlerdi fakat bu toplum insanları mutlu etmezdi. Yine sömürünün, ayrımcılığın olmadığı, barış içinde bir toplumu savunmaya devam ettim. “Örgüte ihtiyacım yok. Yazarsam çok daha fazla kişiye ulaşabilirim” dedim. Ve bu, gerçek oldu.
Çizeri Bartu Bölükbaşı:
‘Kendimizi zavallı resmetmeye saplantılıyız’
“Öykünün geçtiği dönemde kentli insan tipleri aşağı yukarı benzer görünüyor. Bu tekdüzeliği aşabilmek adına karakterlere romanda betimlenmeyen gür bıyıklar, göz bandı, deri ceket gibi özellikler ekledim. Biz Türkler kendimizi eciş bücüş, kara kuru, zavallı resmetmeye saplantılıyız. Düşmanlarımızı da sarışın, renkli gözlü, karizmatik tipler yaparız, hatta bizden çok daha esmer olan Yunanları bile... Bu kompleksi aşmak en büyük hedefimdi.”