Güncelleme Tarihi:
AİLEME DÖNMEK PSİKOLOJİMİ RAHATLATTI
Harun Karaburç (31), medya ilişkiler yöneticisi, Gaziantep
İstanbul’da çok sosyal bir hayatım vardı. Arkadaşlarımla dışarıya çıkıyor, konserlere gidiyor, galeri ve müzeleri ziyaret ediyordum. Pandeminin başlamasıyla büyük bir şokla tamamen eve kapandım. Markete bile gitmedim. İlk karantinadan 83 gün sonra çıktım. Çok titiz bir insan değildim ama titizlik takıntı haline geldi. Dışarıdan hiçbir şey yememeye, içmemeye başladım. Kısıtlamaların gevşetildiği dönemde bile ofise gitmedim. Artık bilgisayarımın olduğu her yer benim ofisim.
Süreci evde yalnız geçirmek başka takıntılar da getirdi. Film, dizi izlerken maskesiz, sosyal mesafesiz sahneleri yadırgamaya başlamıştım. Sürekli bir tedirginlik hali mevcuttu. İnsani ilişkilerim de zayıflamaya başlamıştı. Hayatımdaki en büyük değişiklikse üç ay önce İstanbul’u terk edip memleketim Gaziantep’te doğup büyüdüğüm köye, Kozdere’ye dönmek oldu. Psikolojimi inanılmaz rahatlattı. Bir zeytinliğimiz var. Şu an hasat zamanı. Ailece zeytin topluyoruz. Kurumsal hayatta masa başı işlerin nasıl deadline’ı (bitirme zamanı) oluyorsa burada da doğanın var. Bütün işler mevsimlerin koşullarına bağlı. Şu an hem kurumsal hayatımı sürdürebildiğim hem de tarım işleriyle uğraştığım için keyifliyim. Kendimi daha mutlu hissediyorum. Üniversite yıllarından sonra ailemle hiç bu kadar vakit geçirmemiştim. Klişe ama hakikaten insanın yaşı ilerledikçe anne-babasını daha iyi anlıyor. Bu süreçte aile olmanın, geleneği sürdürmenin, yerel mirası korumanın ne kadar kıymetli olduğunu anladım. İstanbul’daki evin kirasını ödemeye devam ediyorum. Sanırım pandemi bitince döneceğim. Ama artık hem İstanbul’da hem de Kozdere’de olan bir hayatım olsun istiyorum. Bunun gerçekleşmesi için ufak bir girişimim de oldu. ‘Local food from Kozdere’ mottosuyla Karaburç Çiftliği’nin temellerini attım. Köyümüzde ve bahçemizde yetiştirdiğimiz yerel ürünlerin hikâyesini insanlara anlatmak istiyorum.
İSTANBUL’DAKİ RENKLİ HAYATIMDAN SONRA SAKİN BİR KOYDAYIM
Ceren Aksan (39), keman sanatçısı, Bodrum
Müzik ve etkinlik sektöründe yoğun çalışmaya alışkın bir aile olduğumuz için pandeminin hayatımızı en kötü etkileyen kısmı mesleğimizde yaşadığımız ‘ölüm’ oldu. Mesleğimiz bizim var olma şeklimiz. Sadece geçimimizi sağladığımız işimizden değil, aslında tüm benliğimizden, hayatımızdan yoksun kaldık. Her şey iyiymiş gibi düşünmeye ve kendimizi iyi hissetmeye çalışıyoruz ama aslında her yönden çok yıprandık, sıkışıp kaldık, iyice yalnızlaştık ve kaygı seviyemiz arttı. Birbirimize daha sıkı tutunduğumuz, hayattan ne istediğimizi sorguladığımız bir dönem...
İstanbul’un merkezinde, kültürel imkânların bol olduğu bir ortamda, seyahatlerle, sahneyle hızlı, renkli ve eğlenceli hayatımdan sonra şu an Bodrum’da sakin bir koydayım. Pandeminin ilk altı ayını balkonsuz bir evde hapis olarak geçirdikten sonra, doğayla iç içe olabilmek için temmuzda kızım ve annemle yazlığa yerleşme kararı aldık. Güzel tarafları olduğu kadar hayat iyice monotonlaşmış gibi hissediyorum. Üretmeye, çalışmaya alışkın biri için bu durum bunaltıcı. Ancak yapacak bir şey yok. Çünkü müzik, COVID-19’dan korunmak için yasaklanan ilk şey oldu.
Eşim işleri için gidip geliyor ama o da bu yolculuklardan ve her seferinde yaşadığı “Acaba virüs kapmış mıyımdır, size geçirir miyim?” endişesinden yoruldu. Yine de ailede herkes tüm sabrını, enerjisini ve çabasını ortaya koyuyor. Arkadaşlarımı ocaktan beri hiç görmedim. İşimin, sosyal hayatımın, amacımın kalmadığını ve duygusal olarak yüklendiğimi hissediyorum.
İNSAN ALIŞAMAM DEDİĞİ HER ŞEYE ENİNDE SONUNDA ALIŞIYOR
Sezer ve Güneş Türktan (77), Abant
Ankara’da oldukça sosyal bir hayattan, fazlasıyla sakin, dingin bir hayata geçiş yaptık. Herkes gibi bizim de özgürlüklerimiz kısıtlandı. 65 yaş üstü için getirilen yasaklar ağırımıza gitti. Kendimizi çok yalnız hissettiğimiz günler oldu. Çocuklarımıza ve sevdiklerimize özlemimiz de tuzu biberi. Türkiye’de ilk vaka çıktıktan 10 gün sonra, 21 Mart’ta çocuklarımızın da zorlamasıyla Abant’taki dağ evimize kaçtık, kendimizi izole ettik. Çocuklukları, gençlikleri, kısacası tüm hayatları büyük şehirlerde geçmiş bir çift olarak bu kadar uzun süre şehirden uzak kalabileceğimizi hiç düşünmezdik.
Ayva, ceviz topluyor, çiçekleri buduyoruz
Dokuz ay oldu, hâlâ buradayız. Tüm alışkanlıklarımızı mecburen değiştirdik. Çok yakın oturduğumuz için kızımız hemen her akşam yemeğini bizimle yerdi, oğlumuz ve ailesi her hafta ziyaretimize gelirdi. En çok torunumuzu okuldan almayı, onunla vakit geçirmeyi özledik, Can’ımızın kokusuna hasret kaldık. Seyahat ederdik, briç oynardık, resim kursu, yardım derneklerinde toplantılar gibi aktivitelerimiz olurdu. Lise, üniversite ve eski iş arkadaşlarımızla yemek organizasyonlarına katılırdık. Kuaför, berber, AVM, bunları hiç saymıyoruz bile. Hepsi bir başka dünyada yaşanmış gibi geliyor şimdi. 31 yıldır ilk kez Çeşme’deki yazlığımıza bile gitmedik bu sene. Böyle yoğun bir sosyal hayattan sonra şimdi bahçemizden ayva, ceviz topluyoruz, çiçekleri buduyoruz, tavuklarımız, kedi ve köpeklerimiz var, onlarla vakit geçiriyoruz. Mutfak alışverişimizi bile internetten yapıyoruz. Bu yeni yaşantımızdan mutlu değiliz ama galiba mutsuz da değiliz.
Alışmak ayrı, mutluluk ayrı
İnsan, alışamam dediği her şeye eninde sonunda alışıyor. Tabii Paula Coelho’nun dediği gibi alışmak ayrı, halinden memnun olmak ayrı. Her şeyden önce temiz hava alıp yürüyüş yapabildiğimiz, sağlıklı beslenebildiğimiz için şükrediyoruz. Tek endişemiz şehirde bıraktığımız çocuklarımız, torunumuz, sevdiklerimiz. Hayat normale döner dönmez sevdiklerimize kavuşmak, onlara sarılmak, kalabalık sofralarda kutlamalar yapmak, sevdiğimiz bir restoranda yemek yemek en büyük arzumuz. Bu yıl doğum günlerimizi, Anneler Günü, Babalar Günü gibi tüm özel günleri baş başa, sevdiklerimizden ayrı kutladık. Hepsinin acısını çıkartmak istiyoruz.
İSTİFA ETTİM, KÖY EVİNE YERLEŞTİK
Gizem Gülsuna (35), işyeri hekimi, Mersin
Pandemiden önce şehir hayatından uzaklaşma fikri aklımızda oluşmaya başlamıştı. İşe gidip gelirken kaybettiğimiz dört saat psikolojimizi bozuyordu. Hesapladığımızda yılda 48 gün; yıllık izinimizin iki katından fazlası trafikte geçiyordu. Öte yandan doktor olarak çalıştığım pozisyon sebebiyle Aralık 2019 ayından itibaren COVID-19’un yayılışına adım adım şahit oldum ve önleme açısından hiçbir şey yapamamanın çaresizliği işimden soğuttu. Sonra artan çalışma saatleri, bu yeni virüsün neden olduğu belirsizlik ve nasıl korunulur, nasıl tedavi edilir, nasıl bulaşır gibi sorulara verilecek cevapların olmadığı aylar geçti. Profesyonel olarak yetersiz hissetmenin, sevdiklerime yeterince zaman ayıramamanın verdiği psikolojik yük son damla oldu. Temmuz sonunda istifa ettim.
İzlandalı eşimle birlikte İstanbul’dan ayrılıp Mersin’de bir köy evine yerleştik. Organik tarıma başladık. Şehir hayatındaki tüm alışkanlıklarımız baştan aşağı değişti diyebiliriz. Şehirde apartmanda yaşarken beton binaların, hava ve gürültü kirliliğinin üzerimizdeki etkisini çoğu zaman fark etmiyoruz. Biz bu farkındalığa burada vardık. Süpermarket alışverişi yerine yiyeceklerimizi ya kendimiz üretiyoruz ya da komşularımızdan alıyoruz. Ambalaj/plastik ayak izimizi neredeyse sıfırladık. Organik atıklarımızın hepsi solucanlar ve kompost sayesinde toprağı besliyor. Her geçen gün sürdürülebilir, kendine yeten bir ev olmaya çalışıyoruz.
Sabah kalkıp servise binmek yerine tavuklarımızı besleyip yumurtalarıyla omlet yapıyoruz. Beslenme şeklimiz biz özel bir çaba sarf etmeden daha sebze ağırlıklı oldu. Tabii ki bunda ilaçsız ve doğal büyüyen sebzelere ulaşım kolaylığının etkisi var. Uyku açlığımızı ve kronik yorgunluğumuzu giderdik. Akşamları daha erken uyuyup günün ilk ışıklarıyla dinç uyanmak dünyalara bedel. Günlük fiziksel aktivitemizi de spor salonuna gitmeden tamamlayabiliyoruz. Tombik kedimiz bile kilo verdi.
Yeni yaşamımda kendimi daha mutlu hissediyorum. Evden çıkar çıkmaz doğanın içinde olabilmek en büyük zenginliğimiz. Pandeminin bize öğrettiği bir şey varsa, o da üst üste, kalabalık şehirlerde paket hayatlar sürdürmek yerine lokal ve kendine yetebilen bir yaşam şekline ihtiyacımız olduğu. Belki bizim bile yapabildiğimizi görenlere cesaret vermeyi başarırız.
ALAÇATI’YA TAŞINIP KENDİ MARKAMI YARATTIM
Şehnaz Tuncel (41), seramik sanatçısı, Çeşme
Kurucusu olduğum ve 15 yıldır aktif olarak yönetiminde yer aldığım okullarda yüz yüze eğitime ara verilmesi beklenmedik bir değişimdi. Eskiden, işim nedeniyle, her gün Istanbul-Izmit arasında seyahat etmem gerekiyordu. Pandemiyle birlikte, zorunlu iş seyehatlerimin ortadan kalkması, Zoom toplantıları ve uzaktan eğitim yeni gündelik rutinler olarak hayatıma girdi. Ama bu değişim ertelenmiş planları gerçekleştirme imkânı verdi bana. Dört yıl önce başladığım torna ve seramik çalışmalarımı, daha profesyonel bir boyuta taşımamı sağladı
Talia Ceramics tam da bu süreçte doğdu ve gelişti. Evimin bir bölümünü atölyeye dönüştürmek en büyük değişiklik oldu. İzolasyon süresince seramik atölyemin kurulumunu gerçekleştirdim. Gerekli materyallerin temini, markalaşma süreci ve internet sitesi hazırlıkları hep pandeminin ilk dönemlerinde oldu. İzolasyon sonrasındaki süreçteyse atölyemi Alaçatı’daki evimize taşıdım.
Bu yeni uğraşıma odaklanmak dengede kalmamı sağladı. Ailemle birlikte daha uzun süre doğada zaman geçirmeye başladık. Çamura dokunmak, tornanın başında seramiğe şekil vermek, tasarımlarımı sırlarla renklendirmek yönetmek tam bir terapi. Her bir tasarımımı yeni evine uğurlamak, sevilerek kullanıldığını görmek büyük mutluluk. Ben eski normale döneceğimizi düşünmüyorum. Buna uyum sağlamak ve bunun bir parçası olmak gerektiğine inanıyorum.