‘İmkânsız aşk diye bir şey yoktur'

Güncelleme Tarihi:

‘İmkânsız aşk diye bir şey yoktur
Oluşturulma Tarihi: Şubat 03, 2024 07:00

Sekiz yıl içinde oyunculuk mesleğinde adım adım ilerledi. “Bugün, dün hayal ettiğim tepemdeyim, yarın yine hayal ettiğim tepeye çıkmaya çalışacağım, o tepeler bitmeyecek benim için” diyor. Bu defa “Hayatımın kariyer anlamında en büyük yükünün altına girdim” dediği bir işle karşımıza çıkıyor. Aytaç Şaşmaz’la 16 Şubat’ta vizyona girecek ‘Hatıran Yeter’ filmi için buluşuyoruz; hayatını, aşkı, hatıralarını ve rolünü konuşuyoruz: “Psikolojim bozuldu, kendi benliğimden uzaklaştım.”

Haberin Devamı

Aytaç Şaşmaz, 25 yaşında. İlk röportajında da birlikteydik. Her zamanki gibi yakışıklı ve beyefendi. Kendini, mutluluklarını, düşüncelerini açık açık anlatıyor. Geçen zaman hepimiz gibi onu da değiştiriyor, yeteneğine yetenek katıyor, hayata bakışını etkiliyor. “Kalabalık yalnızlıklardan artık hoşlanmıyorum. Daha çok bunu fark ettim. Kalabalığın içindeki yalnız kalma durumları... Mesela kimi ortamlara girersin, yabancılaşırsın, gerçek hissetmezsin, artık oralardan uzak duruyorum” diyor. Aytaç Şaşmaz’la başlıyoruz sohbete.

Yeni filmin ‘Hatıran Yeter’den bahsedelim önce...

Hayatımın kariyer anlamında en büyük yükünün altına girdim Hakan.

Nedir rolü bu kadar ağır yapan?

Küçük yaşta ateşli hastalık geçirip sonrasında işitme duyusunu kaybeden sağır bir karakteri canlandırıyorum, adı Baha.

Haberin Devamı

Nasıl çalıştın bu role?

Yaklaşık iki ayım vardı karaktere hazırlanmak için. Günde 8 saat işaret dili eğitimi aldım. Set içinde ve dışında ekstra işaret dili antrenmanları yapıp çalışmaya devam ettim.

Neler yaşadın o dönemde?

Karakterin işaret dili kullanım ritmi, konuşma ritmimiz gibi olmalıydı. O yüzden aşırı zordu, çok zor bir dünyanın içine girdim ve kendimi kaybettim. 3,5-4 ay kimseyle görüşmedim, konuşmadım. Çok yalnız kaldım, kendimi yalnızlaştırdım, hem kendimi hem de kimseyi duymamam lazımdı.

‘İmkânsız aşk diye bir şey yoktur

Bu seni nasıl etkiledi?

Psikolojim bozuldu. Kendi benliğimden uzaklaştım. Film bittiğinde kendi benliğime dönmem uzun zaman aldı. Yönetmenimiz Ömer Hoca (Ömer Faruk Yardımcı) çekimin son günlerine yaklaştığımızda yanıma geldi “İyi misin” dedi, “Benim psikolojim bozuk, ben iyi değilim” dedim. 11-12 kilo verdim karakter için. Hiçbir şey duymuyordum bir süre sonra... Gurur duyduğum bir deneyim benim için.

Etrafı duymamayı nasıl becerdin?

Duyuyordum ama duymuyordum, bakarsın ama görmezsin ya, onun gibi. Sadece kısa cevaplar ve kafa sallamalarla karşılık veriyordum. Sette de kimsenin benimle iletişime geçmemesi konusunda anlaştık. Sadece hocayla iletişimdeydim, insanlarla tek iletişimim sarılmak ve kafa sallamaktı... Çekim dışında sadece odamda kendi kendime vakit geçirdiğim ve kendimi izole ettiğim bir süreçti.

Haberin Devamı

İşaret dilini tam öğrendin mi?

Tabii. Fakat film çekimleri bittiği zaman ben de bir süre uzak kaldım.

Neden?

Çok kötü etkileniyor, tekrar o ana gidiyorum. Benliğine işleyen karakter olunca bu seni psikolojik anlamda çok etkiliyor.

Bu süreç aynı zamanda kendine dair neleri keşfetmeni sağladı?

Ben ilk defa enstrümanımı bu kadar fazla kullanma fırsatı buldum. Olay sadece işaret dilini öğrenmek de değildi. Aslında işaret dilini kullanırken betimleme yapabilmek, motor refleks haline getirmekti. Baha dünyaya bizden daha saf ve temiz pencereden bakıyor ve bana da yol gösteriyordu.

O saflıkla buluştuğun noktada neyle karşılaştın?

Ne kadar iyi insan olduğumuzu sansak da aslında ne kadar pürüzlü ve karanlık yanlarımız varmış. Her şeyden sıyrıldım, o karakter olmak bir yandan benim saf ve temiz tarafımı kendime sundu.

Haberin Devamı

İnsanlardan soğudun mu o saf tarafla yüzleştikçe?

Soğumak denemez. İnsan susunca başkalarının gerçek niyetini daha çok görmeye başlıyor. Çünkü daha detaylı izliyorsun.

Bu filmde bizi ne bekliyor?

Sağır bireylerin hayatlarının ne kadar çetrefilli ve zor olduğunu gördüğümüz, onların hayatına bir de
o pencereden bakıp şahit olduğumuz bir film. İşitme engelliler 6 yaşına kadar işaret dili, iletişim ve dudak okuma eğitimi alamazsa o zaman engelli kategorisine giriyor. Canlandırdığım Baha karakteri o dönemde bir kasabada yaşıyor. Orada ne bunun doktoru, ne eğitimi, ne konuşabileceği biri var. Sonra karşısına Leyla (Sümeyye Aydoğan) çıkıyor. Leyla ona göre daha zengin bir ailede yetişmiş, işaret dili ve dudak okuma eğitimleri almış bir çocuk o dönem. Baha’nın son umudu ve en büyük şansı Leyla oluyor. Çocukluk aşkı, dilinden bir tek onun anladığı bir dünyaya ‘merhaba’ diyor aslında.

‘İmkânsız aşk diye bir şey yoktur

AŞK İÇİN MÜCADELE EDERİM, ETTİM DE...

Haberin Devamı

Filmin adı gibi sen de hatıralara önem verir misin?

Evet, hatıralar bizi biz yapıyor ama geçmişte de kalınmıyor.

’Hatırası yeter’ dediğin bir ilişkin oldu mu?

Oldu, evet (gülüyor).

Filmde aşkla imkânsızlıkların ne kadar aşılabildiğini görüyoruz aslında. Sence aşkın imkânsızı var mı?

Yeterince istemeyen, anlamayan iki kalp vardır ama imkânsız aşk diye bir şey yoktur bence.

Sen aşkın için mücadele eder misin?

Ederim, ettim de...

En büyük mücadelen neydi aşk için?

Yardım istemek... Basit gibi görünebilir ama karşındakinden yardım istemek kadar zor ve kendini çaresiz hissettiğin bir an yok. Oysa çaresizlik değil, çok saf bir eylem. Benim en zorlandığım, aynı zamanda kendimi aşabildiğim yerdi yardım istemek.

Haberin Devamı

Şimdi âşık mısın?

Aşk kelime anlamı kadar rahat söylenebilecek bir tabir değil bence. İnsanların gerçek zamanda değerini bilmediği, güzel bir hastalık. Ben de bir hastayım şu anda (gülüyor).

E geçmiş olsun o zaman...

Geçmiş olmasın (gülüyor). Doğru olan, hayırlı olan neyse o olsun Hakan.

ŞÖHRET HAYATIMDA BİR ŞEY DEĞİŞTİRMEDİ

Sekiz yıl geçmiş seni tanıdığımızdan beri. Nasılmış şöhret olmak?

Şöhret olmak benim hayatımda bir şey değiştirmedi. Bunu mesleğin sayıyor, popülerliğine ya da parasına aldanmıyorsan, sana emanet edilen şeyleri bütün benliğinde birleştirip yapmaya çalışıyorsan hayatının bir parçası oluyor. Mesleğini hayatının odak noktasına koyunca, kabul edip ilerliyorsun.

En büyük meydan okuman ne?

‘Hatıran Yeter’de oynamayı kabul etmem. Çünkü bu iş Ömer Hoca’nın (Ömer Faruk Yardımcı) çocuğu gibiydi, çocuğunu bana emanet etti, ben de kendimi ona emanet ettim. Bambaşka dünyalarda, bambaşka bir insan olarak yaşama tecrübesini, içtenlikle zirvesinde ve bütün kanıma kadar hissettim. Sanat gayesi olan insanlarla çalışmak çok huzurlu hissettirdi.

Kişisel hayatında en büyük meydan okumn neydi?

Herhalde ilk tanıştığımızda buna cevabım “İstanbul’a gelmem” derdim, şimdi belki “İstanbul’dan gitmem” diyeceğim, bilmiyorum. Sonrasını tahmin etmeye çalışmadan yürüyorum yolumda.

Son dizin reyting yüzünden kaldırıldı. Bunlar hevesini kırıyor mu?

Hevesimi kırmıyor ama içerideki parametreler beni yoruyor. Çok birleşen çark var ve hepsinin birlikte dönmesi lazım. O çarkların bazıları kendi işlerini yeterince yapmayınca tıkanıyor. Özenmek, heyecanlanmak lazım bir şeyi yaparken. Hele ki sanatın içindeysek inanmak ve o inançla yola çıkmak lazım. Hep aynı malzemelerle aynı yemeği yapamazsın, yiyemezsin; farklı yemekler yemen lazım ki yediğinden tat alabilesin. Biz hep aynı malzemelerle aynı yemeği yaptığımız için insanların da heyecanı bir yerden sonra tükeniyor. Yaptığım bir dizi tutmamış, motivasyon kırıcı bir şey değil, benim için, daha da hırslandırıcı ama sektörün durumu bu.

‘İmkânsız aşk diye bir şey yoktur

EN BÜYÜK TEPEM İYİ İNSAN OLMAK

Bir röportajında Shakespeare’den örnek vermişsin, “Dik tepelere tırmanmak için başta yavaş yürümek lazım” diye. Sen o tepelere tırmanmayı başardın mı?

Bugün, dün hayal ettiğim tepemdeyim, yarın yine hayal ettiğim tepeye çıkmaya çalışacağım, o tepeler bitmeyecek benim için. Her zaman emekleyeceğim, her zaman yavaş yavaş, kendi yolumda gideceğim, kimseye aldanmadan, kimseyle yarışmadan... Her zaman sözüm şu; kimin yaşadığı ne varsa, herkes için en iyisi, en güzeli olsun, ben kendime bakıyor, kalbimi temiz tutmaya çalışıyorum. En büyük tepem de iyi insan olmak diyebilirim.

Bu yolculukta seni neler şaşırttı?

Aslında içindeyken çok da şaşırmadım çünkü her zaman anlamaya, idrak etmeye çalıştım. Ama bence her anı zordu ama her zorluk da çok güzeldi, hepsi teker teker beni ben yaptı. Şimdi başka bir zorluktayım, bundan da iyi hissederek çıkacağım. Yani asıl kendimle savaşım bu aslında.

Şimdiki zorluk ne?

Gerçekten görmek, inanmak, sahip çıkmak duygularına...

Biraz daha açsak bunu...

Ne kadar saf ve dürüst bir yerden yaşayabileceğimizi görmüyoruz, aldanıyoruz, aldatılıyoruz insanlar tarafından. İnsanlar genelde yalan söylüyor. Mutluymuş gibi yapmak aslında dediğim. Bulunduğumuz sektörün de içinde olan bir şey bence bu. Dürüstlük en büyük gerçekliğimiz olur umarım.

Bir sohbetimizde “Bence en güzel şey yalnızlık” demiştin. Hâlâ böyle mi düşünüyorsun?

Yalnız hissediyordum genelde kendimi. Tecrübelerimle aslında yalnız olmadığımı gördüm. Yalnızlığın altında bir güvensizlik yatıyor. Hâlâ da öyle her canlıya güvenir halde değilim. Bir de kalabalık yalnızlıklardan artık hoşlanmıyorum. Daha çok bunu fark ettim. Kalabalığın içindeki yalnız kalma durumları... Mesela kimi ortamlara girersin, çok yabancılaşırsın, gerçek hissetmezsin, artık oralardan uzak duruyorum. Hepimizin çevresinde iyi insanlar var, onlarla hayat çok güzel ve çok yeterli.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!