Güncelleme Tarihi:
Bu kitapta anlatılanların ne kadarı gerçekten başınızdan geçti?
- Ne yazık ki mi diyeyim, iyi ki mi diyeyim bilmiyorum ama; tamamı.
Nasıl başladınız yazmaya?
- Ortaokuldan beri bir şeyler yazarım ama yazdıklarımı başkalarıyla paylaşmaya iki sene önce başladım. Feci bir dönemdi. Yüzüncü kez yeni bir eve taşınmışız... Kızım sürekli ağlıyor, oğlumun ödevi, beslenme poğaçası, çamaşırı, ütüsü hiç bitmiyor, beyim aşırı yoğun çalışıyor... Canım burnumdaydı yani. Kuzenim bir gün, “Sana bir blog açayım, modun değişir” dedi.
Hemen aklınıza yattı mı bu fikir?
- Hayır, “Beni çok düşünüyorsan çocukları al da bir saat uyuyayım, ne blog’u!” diye çemkirdim hatta. Ama sonra “Boyadığım dolabı, sıva çektiğim duvarı, konsola dönüştürdüğüm kitaplığı paylaşıp yapım aşamalarını yazsam, arada annelikten de bahsetsem güzel olur” diye düşündüm. Yine de epey bir süründü bu fikir. Sonra bir gün -ne kadar dolmuşsam artık- can havliyle kuzenime, “N’aptın, açtın mı sen o blog’u!” diye sordum. İsim alınması gibi işlerle o ilgilenecekti çünkü. Açmış... O gece ilk yazıyı paylaştım.
Kitaba nasıl dönüştü peki bu yazılar?
- Blog’daki yazıları okuyup “Bunlar kitap olmalı” diyenler güç verdi. Burak Aksak’la (senarist, Küsurat Yayınları’nın sahibi) iletişime geçtim...
Neden ille de kitap? ‘İnternet kuşağı’nın yazarları itici gücü sosyal medyadan almasına rağmen neden yazdıklarının elle tutulur olmasını bu kadar çok istiyor?
- Instagram uçar, kitap kalır. 30 sene sonra torunlarıma, “Gençken Instagram’ı nasıl sallardım ben, var ya!” desem inanmazlar. Ama kitap öyle mi, hiç olmadı önlerine atarım, olur biter (gülüyor).
Kitaptan sonra hayatınızda neler değişti?
- Emeğimin karşılık bulduğunu görüp sırtımı sıvazladım. Onun dışında bulaşığı toparlayıp bezleri kaynatmak şeklinde aynen devam...
Tercih sanıyorsun ama aslında taklit...
Kitapta hayatınızı anlatmaya kasiyerlik yaptığınız dönemden başlıyorsunuz. Ondan önce nasıldı hayatınız?
- Keçiören’de doğdum, büyüdüm. Ama Ankara’yı da çok bilmem. Küçük bir kutunun içinde yaşadım hep, hâlâ da öyle... Babam memur, annem ev hanımıydı. Bir kardeşim var, benden dört yaş küçük. Minik, sıcak bir evdi bizimki. Düz lisede okudum. Genel olarak inek bir öğrenciydim. Üniversite sınavının sonuçlarından büyük bir beklentim vardı. Ama puanım o kadar da iyi gelmedi. Tarih öğretmenliği istiyordum, Ankara dışındaki yerleri tutturabildim. Annem-babam oraları yazmam için ısrar etti aslında ama ben, “Annemden ayrılamam” diye ağladım ve gitmedim. Sonra KPSS’ye girdim. O da çok iyi geçmedi. Sonucu beklerken markette ‘Kasiyer aranıyor’ ilanını gördüm ve hayatımın çileli kısmı başladı...
Çok kısa bir süre çalıştıktan sonra nişanlanmışsınız...
- 46 gün çalışıp nişanlılığa geçiş yaptım. O akşam, “Benimle evlensene” cümlesini duymasam bence tekrar girerdim sınava. Ama ufukta gelinlik belirince üniversite mevzuu tamamen kapandı benim için.
“Cüppe, stetoskop veya T cetveliyle yapılabilecekler sınırlıdır. Fakat un için sayısız olasılık var; o sebeple ev hanımıyım” diyorsunuz kitapta...
- Yapılabileceklerin sınırlı olması, “Kedi uzanamadığı ciğere...” durumunun şakası tabii. Bilhassa doktorluk çok âşık olduğum bir şey. Ama olmadı, ne yapayım? Bu durumu nasıl olumlarım diye bakıyorum; e un var elde! Instagram’da “Lise mezunu ev kadını olmayı neden övüyorsunuz” denmişti. Övmüyorum ama lise mezunu ve ev kadınıyım diye camdan atlamam da gerekmiyor.
Yine de ev kadını olmaktan fazlasını istiyorsunuz sanki?
- Annelikten de, ev kadınlığından da memnunum. Tencere parlatmak çok zevkli bir iş bence. Ama içimde hep, “Yapabildiğim tek şey bu olmamalı, mutlaka başka bir şey daha yapabiliyorumdur ben” diyen bir ses vardı. O sesi anlamlandırana kadar biraz yıprandım.
Çok genç yaşta evlenip anne olmuşsunuz. Hayatla baş edemediğiniz zamanlarda bunları çok küçük yaşta yaşamaktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını sorgulamışsınız...
- Şimdi yeni evli arkadaşlarıma bakıyorum, onlar da benzer şeyler yaşıyor. Evlenmek gerçekten ciddi bir karar. Karşılıklı olarak kuvvetli bir duyguyla bağlanmasan o yola girmezsin. Ama mantık süzgecinden geçirilmiş bir karar değildi benimki. Çünkü o zaman öyle bir süzgecim yoktu. 18 yaşındaydım ve hayat o yöne akınca diğer bütün kapılar kapanmış oldu. Ben kapattım onları da, başka biri değil. Kafama kodlanmış olan şey şuydu: Evlenirsin, evlendiğin zaman da hemen çocuğun olur. Yaşadığın çevre bilinçaltını oraya çekiyor ama sen onu kişisel tercihin sanıyorsun. Değil aslında, bir çeşit taklit...
‘Bardak bile alsan olur’ dedim, bardak alıp gelmiş!
Instagram’da da blog’unuzda da kitabınızda da hayatınızın birçok ayrıntısı var ama eşinizden, evliliğinizden pek bahsetmiyorsunuz...
- Instagram yorumlarında da “Kocan nerede, çocukların babası yok gibi” filan denmişti bir ara, ne kadar kalp kırıcı... Kocam işyerinde. Yoğun çalışıyor. Özlüyoruz, belki o noktada yaralıyız ama ne yapalım... Bahsetmem gereken bir durum olduğunda bahsederim zaten. Bir gün, “Bana bir hediye al, ne olduğu önemli değil, beni düşünüp seçmen önemli, bardak bile olabilir” dedim. Bardak alıp gelmiş! Onu paylaştım mesela çünkü komik.
Ne tepki veriyor sizin sosyal medyada bir fenomen olmanıza, kitabınızın çıkmasına, röportajlar vermenize...
- Büyük patlamalarla karşılık vermiyor. Kitabı daha bitirmedi bile mesela ama imza gününde beni neşe ve hayretle seyretti köşeden. “Ooooo yazar hanıııım” falan diyor. Aslında önümü kesmemesi bana yetiyor.
Çocuklar ne kadar farkında hayatınızdaki değişimin?
- Küçük olan eline aldığı bütün kitapları ‘İyiyim Oturuyorum’ sanıyor. Büyük, “Kitabının çıkması nasıl bir duygu” diye sordu geçen gün. “Çok güzel çünkü çok emek verdim, biliyorsun. Şimdi emeklerimin karşılığını görüyorum. Yine de hiçbir şey sizinle evde olmak kadar güzel olamaz. Ama tabii siz uyurken!” dedim (gülüyor). O da bir şeyler yazmaya başladı şimdi.
Yetişkin veya anne olur olmaz otomatik bir güncelleme gelmiyor insana
Yaşadığınız bütün zorlukları mizahla anlatıyorsunuz. Yaşarken de böyle mizahla bakabiliyor musunuz?
- Hayır, öylesi mümkün mü ki? Ağlanacak yerde deli gibi ağlayıp bağırılacak yerde bağırdım tabii. Sonra bakınca komik geliyor bazı şeyler, komik gelmeyeni de komikmiş gibi anlatmayı seviyorum, öylesi daha içime siniyor.
‘Yorganın altında 13 saat ağladıktan sonra hayata devam eden tüm güçlü kadınların manifestosu’ deniyor kitaba tanıtımda. Ne söylemek istersiniz
o kadınlara?
- Ayağa kalkmak için önce yeteri kadar ağlamak gerekiyor galiba. Bana hep öyle oluyor çünkü. Aksi halde kalksam bile tökezliyorum. Ama bu hali kabul edene kadar, çok güçsüz hatta mızmız olduğumu düşünüp bir de ona içlenirdim. Yetişkin veya anne olur olmaz otomatik bir güncelleme gelmiyor insana, kendinden ne beklemen gerektiğini bir anda anlayamıyorsun. Doğal olarak yaptığın tüm saçmalıklar normal. Bunu kabul etmek biraz hafifletiyor.
Ceylan Taş’ın Instagram hesabından...