Hiçbir kadın ölümüyle haber olmak için doğmuyor

Güncelleme Tarihi:

Hiçbir kadın ölümüyle haber olmak için doğmuyor
Oluşturulma Tarihi: Mart 09, 2019 08:30

Seray Şahiner, yeni öykü kitabında ‘fesleğen görünce gayri ihtiyari okşayıp elini koklayan, sokak çalgıcılarına para veren, en az bir filmin repliklerini ezbere bilenlerin’ hikâyesini anlatıyor. Yarattığı karakterlerle kadın hakları mücadelesine de destek veren yazarla ‘Hepyek’ için buluştuk.

Haberin Devamı

Öykülerinizde hayatın zor yanlarıyla sınanan ama yaşadıklarına tebessümle bakabilen ve hatta kaderden küçük intikamlar da almayı başarabilenleri konu ediyorsunuz. Kim onlar?
- Kaybetmeyi göze alarak oyuna devam edenler, oyunda kalmak için ısrar edenler... Kimseye zarar vermeyen, küçük numaralar çekerek hayatta kalmayı beceren insanlar...
12 öykü var ‘Hepyek’te. Bu öykülerdeki kahramanlar birbirlerini tanımıyor ama aslında kimsenin kurmadığı bir çetenin üyeleri gibi onlar. Yolda karşılaşınca birbirlerinden zarar gelmeyeceğini anlıyorlar, birbirlerinin hamurunu biliyorlar. Hayatta kalma becerisi geliştirmenin getirdiği ‘hemşerilik’ bağıyla bağlılar birbirlerine. Bazen anı kurtarmak hayatı kurtarmaktır
Neden size kendilerini yazdırıyor bu insanlar?
- Bunun biraz, rol modellerimin ikon olarak sunulanlardan ziyade yoldan geçenler olmasıyla ilgisi var. Sokağı kullanan biri olarak, yaşam sahası sokak olan insanları yazdım genelde. ‘Sokak bilgisi’ne, mizahla ya da küçük numaralar çekerek hayata tutunma bilgisini katan insanlar bana saygıdeğer ve ışıklı geliyor. Hayat da sokaktan geçiyor...
 Okuyanı gülümsetmeyi önemsiyorsunuz...
- Mizah, tehlike anında ilkyardımın bir parçası. Kanı durdurmak için kullanılan turnike lastiği gibi... O kriz anında bulunan çarelerin hızı ve yaratıcılığı hayranlık verici. ‘Anı kurtarmak’ dediğimiz şey o kadar küçük bir şey değil aslında. Bazen anı kurtarmak hayatı kurtarmak demek olabiliyor. ‘Hepyek’teki karakterler, bazen hayatta kalmak için, bazen sığınacak bir çatı bulabilmek için, bazen muhabbet edecek birini bulabilmek için, sevilmek, oyuna dahil olmak için, bazen sadece gülümseyecek bir sebep bulmak, eğlenmek için anlık manevralarla oyun kuran insanlar. Bu sadece bireysel bir tutunma çabası değil. Bazıları, yaşarken çok da cazip bulmadığı durumları, anlatıldığında ilgiyle dinlenebilir bir hikâyeye dönüştürmek için emek harcıyor. Kendi derdinden süzüp dinleyene şifa olmasını murat ettiği bir hikâyeye...
Masal da var, rüya da...
Sizin kahramanlarınız aslında o zaman onlar...
- Evet. Hayatta bazı insanlar bir şeylerle mücadele ederken etrafına moral de verir, yaşanan zorluğu yeniden kurgulayarak etrafındakilere ‘suni teneffüs’ yapar. Bu büyük bir iyilik. Başlarına gelen kötü olayları, “İlerde anlatıp güleceğiz bunlara” diye yorumlayıp yanındakinin içine su serpmeye çalışanlar, gerçekten kahraman. ‘Hepyek’te kahramanların kriz anındaki hallerini anlatmak istedim. Zorda kalmak insanı olduğundan daha keskin zekâlı yapıyor. Ben de karakterlerimin daha yaratıcı olduğu anlara odaklandım. Yazdıklarım bir yönüyle durum hikâyesi olarak nitelendirilebilir ama ‘hayatta kalma hikâyeleri’ bence bunlar.
Öykülerin arka planında iletişim araçlarını ele alıyorsunuz...
- İletişim araçlarının hayatımızı nasıl şekillendirdiğini anlatmaya çalıştığım bir kitap bu. Marshall McLuhan’ın bir kuramı var, ‘Araç mesajdır’ diye. Bir mesajı hangi araçtan aldığımız o mesajın içeriğine de etki edip algılama şeklimizi de belirliyor. Biraz buradan hareketle, iletişim araçlarını; en arkaik halinden alıp her öyküde teknolojisini yükselterek gelebileceği en üst yere varmaya, bu araçların içeriği görme biçimimize nasıl etki ettiğini tartışmaya çalıştım. Kuşaklararası iletişim, masallar da var; insanın kendisiyle iletişimi, rüyalar da... Sonra okuma yazma, telefon, hoparlörler; sonra kitle iletişim araçları, radyo, televizyon, gazeteler; internet... Sonunda çok üst teknolojide bir yere geliniyor. Ve benim için asıl iletişim şekli olan muhabbetle tamamlanıyor.

Hiçbir kadın ölümüyle haber olmak için doğmuyor

Hayatımızın
haber değeri var
 Yazdığınız öyküler, romanlar, oyunlara dönüşen metinleriniz kadınlara güç veriyor. 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nü de daha yeni geride bırakmışken ne söylemek istersiniz kadınlar için?
- Asıl sıkıntı, kadınların her şeyine haber değeri atfedilmesi. Sokakta olmamızın, o
saatte orada ne işimizin olduğunun, kahkahamızın, çalışmamızın haber değeri var. Hayatımızın haber değeri var... Ben de insanlar okuyup da, “Allahım, neler çekiyoruz” desin diye yazmıyorum şiddete maruz kalan kadınları. Herkes ne çektiğini, benim anlatabileceğimden çok daha iyi biliyor. Şunu demek için yazıyorum: Daha çok söz sarf etmemiz, daha çok sokağa çıkmamız gerek. Birbirimize tanık olmalıyız, kol kola girmeliyiz, evden çıkamayan arkadaşlarımızın üzerine kilitlenmiş kapıları açmak için beraber yürümeliyiz. Çünkü birbirimize çare olmakla, şifa vermekle mükellefiz. “Ah yazık” deyip geçmek kadar acımasız bir merhamet taklidi olamaz. “Ah yazık, dünyada neler çeken kadınlar var” deyip geçmek, dünyanın en kullanışlı avuntusu. “Kadının başına kötü bir şey gelmiş, ben de baktım, üzüldüm, ne de olsa vicdanlıyım, artık yoluma devam edebilirim...” Bu, o kadınların kapatıldığı evlerin üstüne bir duvar daha örmek demek. Sadece cezasızlığı körükleyen sistemle mücadele etmiyoruz biz.
Haber dili belki
biraz düzeldi ama...
 Bunun kanıksanmasıyla da ediyoruz değil mi?
- Evet, ediyoruz, etmeliyiz. Kadına şiddet artık daha çok haber oluyor. Haber dili de belki biraz düzeldi ama hiçbir kadın ölümüyle haber olmak için doğmuyor. Önce “Orada ne işi vardı” deyip arkasından, “Aslında bir melekti” demenin bir anlamı yok. Yakalara iğnelenecek fotoğraf olmak için doğmuyoruz. Melek olarak kutsanmaktan ziyade insan olarak hayatımıza devam etmek istiyoruz. Bunun yolu en önce söylemden başlıyor. Çünkü söylem, şiddeti çok hızlı ileten bir şey.

Siz çok ödüllü genç yazarlarımızdansınız; Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nde Dikkate Değer derecesi, Yunus Nadi Öykü Ödülü, Afife Tiyatro Ödülleri’nde Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü, Orhan Kemal Roman Armağanı… Bir sonraki kitap için boş sayfanın karşısına geçtiğinizde üzerinizde fazladan bir baskıya neden oluyor mu bu durum?
- Yazarken dünyanın en huzurlu insanı olmuyorum tabii. Çünkü yazı debdebesi olan bir şey. İlk kitabım ‘Gelin Başı’nı çok rahat yazmışım çünkü yayımlanacağını bilmiyordum. O dosyayla Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne katılırken şöyle düşünmüştüm: Belki kitabım hiçbir zaman yayımlanmayacak, olsun beni sevdiğim altı yazar okumuş olacak: Jüri. Sonraki kitabım ‘Hanımların Dikkatine’de ilkinden farklı bir üslup denemeye çalıştım. Kitap matbaaya giderken, kendi cesaretimden korktum. “Galiba bu bir sosyal intihar teşebbüsü” diye düşünmüştüm. O kitaba Yunus Nadi Öykü Ödülü’nün verilmesi korkumu azalttı. Jüri bana, “Denemekten korkma” demiş gibi hissettim. Tek bir yazı trüğüne yaslanmak istemiyorum. Başka anlatım üslupları arıyorum, bu manada ödüller baskıdan ziyade cesaret verici oluyor.

 

BAKMADAN GEÇME!