Güncelleme Tarihi:
Sizi hep dönem dizilerinde izledik; ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’, ‘Kurt Seyit ve Şura’... Hadi o geçmişin tozunu üstünüzden atalım...
- Şimdilerde kendimi yenilenmiş hissediyorum. Sekiz sene sonra ilk kez çekimlerde rahat giyiniyor, cep telefonuyla konuşuyor ve günümüz arabalarına biniyorum. Canlandırdığım Gülizar karakteri delidolu biri. Bana benziyor.
Delidolu dediniz ama bazen mesafeli biri gibi görünüyorsunuz...
- Dışarıdan çok özgüvenli, kendinden emin duruyor olabilirim. Halbuki bu dizi de dahil bütün projelerde bir karakteri canlandırırken kalbim ağzımda atıyor. Bunun dışında, kararlarımı alırken bin kere düşünen biriyim. Kontrolcüyüm. Bu da beni yoruyor. Dış dünya yaşam enerjimi emiyor. Hayvanlarla ve çocuklarla ilgili haberlerden, dünyanın genel halinden etkileniyorum. Sevdiklerimle birlikte olmaksa beni mutlu ediyor. Aslında hayat güzel... Ve mutlu olmak bir seçim. Kendime sık sık bunu hatırlatıyorum. Sağlıklıyız, buna şükrediyorum.
Şeker hastasıymışsınız ve açken siz, siz olmuyormuşsunuz...
- Kahvaltı etmeden asla dışarıya çıkamam. Uyanmış gibi görünsem dahi bilincim yerinde olmuyor. Ben de kimsenin karşısına çıkmıyorum. Ama korkma, şu an aç değilim (gülüyor).
İnsanlar yabanileşti ve küstahlaştı
30’lu yaşlara iki kaldı. Hayatınızı dönemlere bölsek...
- Hakan, hayatım 30’a beş kaldı, dört kaldı demekle geçti.
Neden?
- Çünkü 20’ler yeni ergenlik gibi... Bocalayarak geçiyor. 30’ların daha bilinçli geçeceğine inanıyorum. Daha özgür, daha kadın gibi hissedeceğimi düşünüyorum. Soruna dönersek, lise yıllarımda hep müzik yaptım. Üniversite dönemim harikaydı, çok eğlendim. ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’de oynadığım yıllar, sorumluluklarımın farkına varmakla ve “Ben şimdi ne yapacağım” diye düşünerek geçti. Ardından İngiltere ve kafamı dinlediğim dönem geldi. ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’ ile Bozcaada, ‘Kurt Seyit ve Şura’ ile Rusya... Ardından da sakinleme...
Peki sizin yaşlarda bir oyuncunun ülkeyle ve dünyayla ilgili dertleri neler?
- Oooo... Çok ağır. İnsan ilgilense de ilgilenmese de hepimiz olduğumuz dönemi yansıtıyoruz. Bu dünya neler gördü, politikada hiçbir şeye şaşırılmamalı. Siyaset bir yalan. Benim magazine benzettiğim bir şey. Nereden, hangisinden başlanır ki konuşmaya?
Neleri kaybettik yıllar içinde?
- İnsanlar yabanileşti, küstahlaştı. Gittikçe ilkelleşiyoruz. Mesela ‘Black Mirror’ dizisi bu konuda iyi bir yansıtma yapıyor.
Yani o dizideki gibi bir şeylerin suçlusu teknoloji mi?
- Hayır tam tersi, teknolojiye ihtiyacımız var ama teknolojinin tehlikeli tarafı insanları yalnızlaştırabilmesi. Yalnızken insan daha bir ‘ne ise o’ oluyor. Bu sebeple de kötülük ve sadece kendini düşünme duyguları daha kolay açığa çıkıyor.
Görüntü çok az şey ifade ediyor, beni insanlık etkiliyor
Adınızı Google’ladığımda ilk çıkan “Farah Zeynep Abdullah sevgilisi” oluyor...
- Baktın mı? Kimmiş? (Gülüyor)
Baktım ama eskilere götürdü beni. Var mı yeni biri?
- Şu an hayatımda sadece ‘Gülizar’ ve müzik var.
Yıllardır tarihin farklı dönemlerinden âşık kadınları canlandırdınız. Var mı bir aşk tarifi?
- Aşk her şeye karşı olabilir, hayvanlara, müziğe...
Yapmayın şimdi...
- Vallahi, özü aynı. Geçenlerde şunu duydum, “Aşk bir insan hakkında her şeyi merak etmek ve bilmek istemektir”. Hoşuma gitti bu cümle. Gerçekten hayatımda çok aşk var, hayata karşı aşk doluyum. Müzik, oyunculuk, film, dizi, ailem, hayvanlar, arkadaşlık... Burada ısrarla sevgililiği nereye koyduğumu merak ediyorsun ama hepsinden biraz herhalde.
Türkiye’nin en yakışıklı jönleriyle oynadınız. Sizin gibi bir kadını etkilemek zor olsa gerek...
- Görüntü benim için çok az şey ifade ediyor. Beni insanlık etkiliyor. İnsanlık, dürüstlük bugünlerde az bulunan şeyler. Ayrıca karşıdan bana geçen o enerji de tarif edilemez bir şey. Klişe ama zekâ, konuşabilmek, paylaşım önemli. Aşırı samimiyet yerine arada bir çizgi olmasını da seviyorum.
Çağan benim için nefes demek
Sinemanın ardından televizyonda da bir Çağan Irmak projesindesiniz. Nasıl bir ilişkiniz var onunla?
- Çağan benim için nefes demek. Her sete gidişim benim için ayrı bir heyecan. Eşsiz bir yönetmen olmasının yanı sıra iyi niyetli, merhametli, anlayışlı ve çok düşünceli bir yol arkadaşı. ‘Unutursam Fısılda’da kısa bir süre çalışmıştık, onunla çalışmanın tadı damağımda kalmıştı.
‘Gülizar’da şarkıcı olmak isteyen bir kızı canlandırıyorsunuz. Bütün şarkıları siz mi seslendiriyorsunuz?
- Evet.
Hep hayatınızda olan müzik bu projenin başrolünde... Hayalleriniz gerçek mi oldu?
- Bu durum beni çok heyecanlandırıyor. Dizinin müziklerini Çiğdem Erken yapıyor. Çağan’ın (Irmak) müzik kulağı zaten dillere destan.
Aylardır albüm üzerinde çalışıyorum
Britney Spears hayranlığından Evanescence sevmeye evrilen bir müzik geçmişiniz varmış...
- 11 yaşımdan beri defterlerim var; şarkı sözleri, şiirler yazıyorum. İlk zamanlar sözlerim biraz uydurarak çıkıyordu, sonra yaşadıklarımı yazmaya başladım.
Bu müzik merakının temeli nereye dayanıyor?
- Babam bir plak koleksiyoneri. Yes’in albümleriyle büyümüşlüğüm, The Rolling Stones konserlerine gitmişliğim var ve hâlâ Britney Spears’ı çok seviyorum. Müzik kategorize edilecek bir şey değil, çok alakasız türleri beğenebiliyorum.
Diliniz ve dudağınızda asiliğin simgesi piercing vardı, hâlâ duruyor mu?
- Onlar asilik değil, sadece aksesuar... Dilimde hâlâ piercing var. Hatta geçenlerde çıkaracaktım, annem “O sensin ve senin gençliğinden kalan bir anı” dedi, haklıydı. Üstüne kulağıma bir tane daha yaptırdım.
İleride albüm çıkarır mısınız?
- Aylardır üzerinde çalışıyorum.
Popstar mı olacaksınız?
- Bir tarza gömülme taraftarı değilim. Şarkılarım İngilizce... Belki küçük bir kitleye hitap eden bir albüm olur, bilmiyorum. Yolculuk kısmı müziğin en zevkli yanı bence.
‘Arif v 216’da Ajda Pekkan’ı canlandırdınız. Nasıldı Ajda olmak?
- Bambaşka bir şeydi. Cem (Yılmaz) ilk söylediğinde büyük bir sorumluluk olduğunu düşündüm. Çok korkutucu geldi. TRT arşivlerini ve belgeselini izledim, bir kere daha ne kadar büyük bir başarı hikâyesi olduğunu gördüm.
Şöhret bir oyun gibi ve her oyunun bir kötü tarafı var
Çocukluğunuza dair aklınıza gelen ilk görüntü ne?
- Kısa saçlarım... Hep kaçıp kaçıp kestirirdim. Ve hep şarkı söylerdim.
Babanız Irak-Erbil’li, anneniz Türk... Çok güçlü bir aşk hikâyeleri varmış...
- Evet, çok şanslıyım ki aşk dolu insanları görerek büyüdüm. Annem 17 yaşındayken babasının arabasını kaçırıyor ve bir şirket arabasına çarpıyor. Şirketin sahibi borcunu ödemesi için “Gel, bizimle çalış” teklifinde bulunuyor. Orada babamla tanışıp birbirlerine âşık oluyorlar.
Farah adının hikâyesi var mı?
- Ailem İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin eşi Prenses Farah Diba’yı çok sevdikleri için bana bu adı koymuş. Ben de seviyorum.
Bana bir şans verildi, ben de kıymetini bildim
Bir dönem İngiltere’ye gittiniz. Neden?
- Babam bir petrol şirketinde çalışıyordu, onun bir projesi için oraya taşındık. Liseyi ve üniversiteyi İngiltere’de okudum. İlk defa çalışma hayatına da liseden sonra atıldım.
Maddi zorluklarınız mı vardı?
- Hayır, hayata karışmak istedim. 17 yaşımdan itibaren garsonluk, barmaid’lik yaptım, değişik iş tecrübeleri edindim.
Hikâyedeki en büyük dram neydi?
- Teyzemin ve dedemin ölümü. Babam bir seneliğine Mersin’deydi. Biz de İngiltere’den gelmiştik. “Ben Mersin’e gideceğim” dedim. Dedem “Sonra git” dedi. Dinlemeyip gittim, döndüğümde dedemi kaybetmiştim.
Londra’da sıradan bir öğrenciyken ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisindeki rolü 100 kişi arasından seçilerek aldınız. Şimdi Türkiye’nin en başarılı kadın oyuncuları arasındasınız. Bu kadarını hayal ediyor muydunuz?
- Hayır, aklımda bir dizide oynamak yoktu. Fransızca ve tiyatro okuyordum ama hayatımda müziğin daha yoğun olacağını düşünüyordum. Zeynep Günay Tan, ‘Aylin’ karakteri için kim olabilir diye düşünürken, aile dostumuz Lale Eren’in aklına ben gelmişim. O dönem Canterbury’de okuyordum ama tesadüfen Türkiye’deydim. Görüştük, okulu dondurdum ve başladım... Anlayacağın, her şey bir tesadüfle başladı. Geçmişime baktığımda bunun kader olduğunu düşünüyorum. Bana bir şans verildi ve ben bunun kıymetini bilip güzel değerlendirmeye çalıştım. Hiçbir zaman içime sinmeyen bir projede yer almadım.
Hiç ummadığınız anda gelen şöhret ve magazin gündemi sakin giden hayatınızda neleri değiştirdi?
- 20 yaşımda, en çılgın dönemlerimdeydim aslında. Magazinde olmak çok kişisel bir tercih. Ben içinde olmamayı seçtim ve kendimi uzak tuttum.
Yine de yazın denize girerken çekilen fotoğraflarınız magazin eklerine manşet oldu...
- Şöhret aslında bir oyun gibi ve her oyunun bir kötü tarafı var. Ünlülerin fizikleriyle ilgili yapılan iyi ya da kötü haberler saçma ve terbiyesizce geliyor. Birinin vücudu hakkında konuşmak, fiziğiyle dalga geçmek, dedikodu yapmak zaten ayıp bir şey. Bir de bunu gazetelerde binlerce insana gösteriyorlar. Garip bir şey... Yine de sana, sadece izin verdiğin sürece erişebilirler. Bu yüzden gereken tek şey, çok da ciddiye almamak.
‘Sevgili müstakbel eşim, şu an ne yapıyorsun bilmem umarım yaramazlık yapmıyorsundur...’
Doğacak çocuklarınıza ve gelecekteki eşinize videolar çektiğinizi duydum... Doğru mu?
- Evet. Evlilikten ziyade çocuk sahibi olma fikri içimi kıpır kıpır yapıyor. Bir çocuk doğurup o duyguyu tatmak, sonra da evlat edinmek istiyorum. İnşallah yapabilirim.
Nereden çıktı bu fikir?
- ‘Doğmamış Çocuğa Mektuplar’ kitabını çok küçükken okumuştum, oradan kalan şeyler...
Şimdiye kadar kaç video çektiniz?
- Ooo... Çok uzun zaman oldu.
Ne anlatıyorsunuz videolarda?
- Mesela “Anneniz 20 yaşında” diye başlayıp o anki durumumu ve ruh halimi anlatıyorum. Müstakbel eşim için çektiklerim daha komik; “Şu an ne yapıyorsun bilmiyorum, sanırım tanışmadık, umarım yaramazlık yapmıyorsundur” gibi şeyler söylüyorum. Tam bir zaman yolculuğu... Bütün hissettiklerimi sansürsüzce anlatıyorum. Ayrıca her yılbaşında da kendime mektup yazıyorum. Ve gerçekten bir sonraki yılbaşında o mektup bir şekilde karşıma çıkıyor.