Güncelleme Tarihi:
Kabadayıların hüküm sürdüğü İstanbul’dan gen aktarımının tartışıldığı İstanbul’a… Yazar İsmail Güzelsoy’un yeni romanı ‘Rölanti Çıkmazı’nda anlattığı hikâye şehrin üç farklı zaman diliminde geçiyor. Kitabın her satırına kendi içsel yolculuğunuzla eşlik ediyorsunuz. Felsefi bakış açıları ve karakterlerin arayışları, sizi insanın ortak hikâyesine ve kendi yaşamınıza dair düşüncelere yönlendiriyor.
◊ Yeni romanınız ‘efsunlu ve masalsı bir İstanbul hikâyesi’ diye tanıtılıyor. İstanbul’a 9 yaşında Iğdır’dan gelmişsiniz. Şehri ilk gördüğünüz anı hatırlıyor musunuz?
Annemle babam bizden bir yıl kadar önce İstanbul’a gitmişti. Onlara şöyle sorular soruyorduk: Herkes istediğini yapabiliyor mu? Fakir insan var mı? Yani anlayacağınız, bir masaldı bizim için. İstanbul’a geldik. Dikkat ettiğimiz şeyler; herkes şık mı, herkes istediği kadar yemek yiyebiliyor mu… Köylü çocuğusun, yani doymak mesela çok önemli bir şey. Sonra bizi getirdiler Gaziosmanpaşa’ya. Daha yeni kurulan bir gecekondu mahallesi,Teneke Mahallesi’nin dibinde. Müthiş bir düş kırıklığı tabii. Eğer büyük hayallerle hareket ediyorsanız, düş kırıklıklarınız da o kadar büyük oluyor. Hiçbir zaman o hayallerimizde annemizin yarattığı İstanbul’la tanışamadık.
◊ Aynı zamanda rehbersiniz. Bir rehber gözünden çocukluğunuzun İstanbul’uyla bugünkü İstanbul arasında ne gibi farklar var?
O zamanki İstanbul’la günümüz İstanbul’unun sadece isim benzerliği olduğunu söyleyebiliriz. Çok basit bir örnek vermek gerekirse, Mısır Çarşısı’nın arkasındaki alanın zemini topraktı. İstanbul’da toprak görebileceğiniz bir yerdi. Ancak kadınlar için çok güvenli değildi. Betona gömüldük, asfalta boğulduk falan tamam ama bir yanıyla aslında bu, belki de kimlik siyasetlerinin etkisiyle ilgiliydi. Bu anlamda nostaljik güzelleme yapmak sakıncalı. Keşke o kent dokusunu koruyup şu anki özgürlük arayışlarının da bir arada durabildiği bir alan yaratabilseydik. İstanbul’u tacize maruz kalmış bir çocuk olarak görüyorum.
◊ Bugün şehirle ilişkiniz nasıl?
Benim İstanbul’da bir muhitim yok. Bazen gidip Kıztaşı Caddesi’nden (Fatih) Sarıgüzel Caddesi’ne (Fatih) kadar yürüyorum. Zaman zaman da Karaköy’e... Uzun yıllar rehberlik yaptığım için yürümeyi çok seviyorum. Anadolu Yakası’yla bağım biraz kopuktur. Yani Suriçi İstanbul’u çok seviyorum.
◊ Kitapta İstanbul’u da bir karakter olarak kabul edebilir miyiz?
Biir turistin ya da ziyaretçinin gördüğü manzarayla sizin gördüğünüz aynı değil. İstanbul ne bir karakter ne de bir semt; ikisinin de dışında bir hatıra. Denizin kenarında bir bank düşünün; ziyaretçi gelir, banka oturur, kalkar gider. Onun için kent mobilyasıdır. Benim içinse ilk kız arkadaşım beni terk etmiş, orada oturmuşum. Şimdi o bank aynı anlama gelir mi? Sizin için semtin her köşesi anılaşır.
UMUT VE KÖTÜMSERLİK
◊ Hikâyenin, karakterlerin sizin hayatınızla bir bağı var mı?
Hayır, kurgusal karakterler. Romanın yapısı dört bölümden oluşuyor, son bölümde hipergerçeklikle final yapıyor; o bölüm neredeyse bire bir benim hayatımla ilgili.
◊ Kitaptaki umut-umutsuzluk teması için ne söylersiniz? Siz nasıl bakıyorsunuz bu kavramlara?
Eğer umut somut bir dayanağı yoksa, sizi pasifize eder. Piyango bileti alıp ‘Tamam, çıkacak’ deyip umutlanıp yatıyorsanız, umut tehlikelidir bu noktada. Ama eğer sizi motive eden, ayağa kaldıracak bir şeyler yapmaya yönlendirecek bir unsur söz konusuysa, umut iyidir. Ben kötümserim ama umutluyum mesela. İyi şeyler olmayacağını görüyorum uzun yıllardır ama umutluyum. Sürecin sonunda hareket etmeye başlayacağımıza inanıyorum.
◊ Kitabın tanıtım metninde önemsiz rastlantıların önemli sonuçları olabileceğinden söz ediliyor: “O gün orada olmasan, o telefonu açmasan, o kişiyle tanışmasan hayatın başka bir mecrada akar giderdi” deniyor. Sizin hayatınızda da var mı böyle kırılma noktaları?
Mesela yolda yürürken ayağınız bir yere takılır, sendelersiniz. “Hay Allah!” dersiniz ve bir randevuya geç kalırsınız. Bu, sizin hayatınızı tamamen etkileyecek bir dönüşümün başlangıcı olur. Biz rastlantıları kazara ortaya çıkan durumlar olarak görüyoruz ama kader bizzat rastlantının kendisidir. 1,5 yıl önce (16 Eylül 2022) Mahsa Amini saçını açtığı için katledildi,
1,5 yıl sonra “Cehennem ateşinde yanacaksınız” diyen İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi yanarak öldü (19 Mayıs 2024). Hayat sizden öndedir; hayattan daha zengin olunamaz.
‘DUYGU DURUMLARINI UNUTUYORUZ’
◊ 6 Şubat depremlerinde kayıplarınız oldu. Neler yaşadınız?
Eşimin baba ocağı yıkıldı, yaralananlarımız oldu. Kim öldü, kim kaldı diye internetten iletişim kurmaya çalışıyorduk, sonra internet kesildi. Bunu bağışlamayacağım, affetmeyeceğim, bunu affedeni de affetmeyeceğim. Bir konteyner için 8-9 ay uğraştık, sonra satın almak zorunda kaldık. Bu ülkede de unutma eğilimi var. Olguları değil, olguların yaşandığı zamanki duygu durumlarını unutuyoruz. Bu olguları unutmaktan daha tehlikeli bir şey. Türkiye’de uzlaşma şöyle bir şey zannediliyor: Sen kendi kimliğinden vazgeç, ben kendimden vazgeçeceğim, buluşalım. Yok böyle bir uzlaşma. Uzlaşmada herkes bulunduğu noktada duracak ve el sıkışacağız.
◊ Bir sonraki kitabınızda bu konuyu ele almayı düşünüyor musunuz?
Bu kişisel bir mesele. Kurgusal eseri, kişisel sözlerim için araçsallaştırmak benim en büyük kâbusum, korkarım. Sadece estetik bir önerme alanı olabilir.
‘SONRAKİ ROMANLARIMDA YAPAY ZEKÂDAN FAYDALANABİLİRİM’
◊ Instagram’ınızda 17 yaşında çekilmiş bir fotoğrafınızı gördüm. Bugün 17 yaşında olanlara ne söylemek istersiniz?
Gençlerde bir tedirginlik ve kararsızlık görüyorum. Her kuşak şölen sofrasına yeni oturan bir konuk. Şunu öneriyorum; net olun. Yaptığınız her şey bir dönüşüm yaratabilir; havaya boş üfleseniz bile. Hayatın diğer alanlarında ne kadar netseniz, bunda da öyle olun. Diğer alanlardaki netlik, sanatta tutuklaşıyor. Önce kendi sıkıntınızdan başlayın; pop ile klasik arasında kaybolmayın.
◊ Yazma rutininiz nasıldır? Siz de ‘kapanıp’ yazanlardan mısınız?
Gidip bir kahvede yazamam, hatta genelde gece saatlerinde yazarım. Son romanımın sadece not alarak tasarlanma süreci bir yılı biraz aştı. Asıl yazma süreci tasarlamadır bence. Sonrası, kaleme alma kolay, çok zorlandığım şey değil. Her iki aşamada da yalnızlığın gerektiğini söyleyebilirim.
◊ Sosya medyada müzikle, sinemayla ilgili olduğunuza dair paylaşımlarınız var. Neler izliyor, neler dinliyorsunuz bu aralar?
İran sinemasını ve minimalist sinemayı çok seviyorum. Müziğe obezim diyebilirim. Cazdan klasik müziğe, rock’tan blues’a kadar uzanan her şeyi dinliyorum ve hepsinden çok zevk alıyorum. Eric Clapton ile ‘Erik Dalı’ türküsü arası gibi düşünün. Yazmakla birlikte ut çalıyorum.