Güvenli alanımdan çıktım, bu oyun benim yeni başlangıç çizgim

Güncelleme Tarihi:

Güvenli  alanımdan çıktım, bu oyun benim yeni başlangıç çizgim
Oluşturulma Tarihi: Mart 23, 2019 08:30

DOT’un merakla beklenen yeni oyunu ‘Bırak İçeri Gireyim’, kült film ‘Gir Kanıma’nın uyarlaması. Bir ilk aşk, ötekileştirilme ve şiddet hikâyesi olan oyun, Zorlu PSM prodüksiyonu olarak sahneye kondu. Başrol oyuncusu Begüm Akkaya’yla bir araya geldik: “İnsanların size oyuncu olarak yakıştırdığı ve sonrasında etiketlediği bazı kalıplar oluyor. Bu oyunla beraber kendimle ilgili klişelerin yıkıldığını görüp mutlu oluyorum. Güzel hikâyelerin özgün bir parçası olmayı istiyorum.”

Haberin Devamı

İki saate yakın bir süre, devasa bir dekorun üstünde, durmaksızın oradan oraya savrularak çok yoğun duygular içinde olan bir karakteri canlandırıyorsunuz. Oyun bitip de kulise döndüğünüzdeki halinizi merak ediyorum...
- Oyun bittikten sonra koşarak kulise gidiyorum ve olabilecek en hızlı şekilde üstümdeki kanları temizliyorum çünkü oyun sonrası seyircilerle sohbet etmeyi çok seviyorum, heyecanım bitmiyor. O adrenalinle hiç yorgun hissetmiyorum kendimi. Ama ertesi gün için aynı şeyi söyleyemeyeceğim (gülüyor).
 Nasıl kesişti yolunuz DOT ekibiyle?
- Cast olarak uygun görülen diğer oyuncu arkadaşlarım gibi ben de seçmelere katıldım.
Bu kadar ciddi fiziksel performans gerektiren bir oyuna nasıl hazırlandınız?
- Masa başı provalarına geçmeden iki ay önce koreografımız Tan Temel’le beden çalışmaya başlamıştık zaten. Yönetmenimiz Murat Daltaban’la sahne üstüne çıkınca da bu disiplin devam etti. Gerçekten çok çalışıp fiziksel açıdan kendi sınırlarımı aştığımı düşünüyorum. Bu da bana yerden altı-yedi metre yükseklikteki dekorumuzda sanki düz bir zemindeymişim gibi oynama rahatlığı verdi.
‘Bırak İçeri Gireyim’in kitabı ve filmi çok büyük ilgi görmüştü. Siz okumuş, izlemiş miydiniz?
- Önce John Ajvide Lindqvist’in Türkçeye ‘Gir Kanıma’ olarak çevrilen romanını okudum, daha sonra kitaptan beyazperdeye uyarlanan filmin hem İsveç hem de Amerikan versiyonunu izledim. Tomas Alfredson’un yönettiği yani İsveç versiyonuna hayran kaldığımı söyleyebilirim. Alıştığımız şatafatlı vampir hikâyelerinin çok dışında, sade, naif bir anlatımı var. Dışarda bırakılan, ötekileştirilen iki çocuğun kendi oyun alanlarını yaratma haline şiddet çerçevesinden tanık oluyoruz. Anlatım biçiminin yalın olması hikâyeyi daha etkileyici bir yere taşıyor. Bu durum seyircinin hikâyeyle daha yakın bir bağ kurmasını sağlıyor. Bence diğer vampir hikâyelerinden ayrılan tarafı ve kült olmasının nedeni de bu.

Güvenli  alanımdan çıktım, bu oyun benim yeni başlangıç çizgim

“Oyun bittikten sonra koşarak kulise gidiyorum ve olabilecek en hızlı şekilde üstümdeki kanları temizliyorum çünkü oyun sonrası seyircilerle sohbet etmeyi çok seviyorum.”
Kanla beslenmek ona
sert bir kabuk oluşturuyor
Dışlanma, ötekileştirilme, şiddet... Dünyanın bugününe bakınca bunların izlerini nerelerde görüyorsunuz?
- Şiddet, bulaşıcı bir hastalık gibi etrafımızı sarmaya devam ediyor. Oyundaki karakterlerden Oskar, okul hayatı boyunca arkadaşlarının zorbalığına uğruyor. O yaş grubundan beklenen uçarılığı göstermediği, erkek olma sürecinin toplumdaki karşılığı olarak görülen güçlü olmak, umursamaz olmak gibi kalıpların dışında olduğu için... Ona ‘kız çocuğu’ diye seslenerek kendilerince eksik, yetersiz görüp dışlıyorlar. Toplumda kadına ait, ona yüklenen her şeyin gündelik hayatımızın içinde olumsuzluk eki olarak sıkça kullanılması çok üzücü. Yazarın cinsiyet eşitsizliğine inat, benim canlandırdığım Eli’yi ufak tefek kız çocuğu görünümünden beklenmeyecek şekilde tehlikeli ve tekinsiz biri olarak kurguladığını düşünüyorum. Toplumun kadına biçtiği rol, davranış şekli, kırılgan olma beklentisi... İşte Eli bu çizgilerin çok dışında kalmış bir karakter ve hayatta kalmak için yaptıkları mesela kanla beslenmek ona sert bir kabuk oluşturuyor.
 Karakterin size benzeyen tarafları var mı?
- Herkes Eli gibi hayatının bir döneminde o dışlanma hissini yaşamıştır. Ben de öteki olma haline, ilkokul yıllarımda sınıf öğretmenim tarafından maruz bırakılmıştım.
 Çok etkileyici bir ilk aşk hikâyesi bu bir yandan. Yazarın ilk aşka bakışını nasıl buluyorsunuz?
- Eli ve Oskar’ın kendi oluşturdukları oyunlar zamanla özel, sadece ikisinin anlayacağı bir dil haline geliyor. Kendileri olabildikleri, güvende hissettikleri ve görünmek istedikleri tüm halleriyle beraber, yarattıkları bu iletişim biçimi çocuksu bir aşka dönüşüyor.
 Kendi ilk aşkınızdan sizde kalan izler neler?
- İlk aşkımı hatırlıyorum... O zamanlar anaokulundayım. Tek istediğim yanıma gelip benimle oyun oynamasıydı (gülüyor). İlk aşk biraz o çocuk kalma hali sanırım.
Güvenli  alanımdan çıktım, bu oyun benim yeni başlangıç çizgim


Bilinmezlik, tercih ettiğim bir şey
 Vampir öyküleri hep çok ilgi görür. Sizin de sevdiğiniz işler midir bunlar? Favorileriniz hangileridir?
- Oyunla birlikte vampir hikâyelerine ilgi duymaya başladım. ‘Let The Right One In’e ek olarak, ‘Sadece Âşıklar Hayatta Kalır’ı ve Bram Stoker’ın ‘Dracula’sı favori filmlerim arasında.
Kariyerinizde nasıl bir yerde duruyor bu oyun?
- İnsanların size yakıştırdığı ve sonrasında etiketlediği bazı kalıplar oluyor. Bu oyunla beraber kendimle ilgili klişelerin yıkıldığını görüp mutlu oluyorum. Murat Daltaban’la çalışmayı uzun zamandır istiyordum. Beni güvenli alanımdan çıkarıp yarattığı dünyanın içinde keşfetme fırsatı verdi. Bu oyun benim yeni bir başlangıç çizgim oldu.
 Pek çok başarılı yapımda izledik sizi. Ama aslında kim olduğunuzu çok da bilmiyoruz. Nerede başlıyor hikâyeniz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
- Bu bilinmezlik benim tercih ettiğim bir şey aslında. Çocuklukla, büyümeyle ilgili sadece şunu söyleyebilirim; büyümek, o ergenlik eşiğini atlayabilme mücadelesi gerçekten sancılı bir süreç ve evrilerek devam ediyor, peşinizi hiç bırakmıyor.
Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?
- Öğrencilik yıllarımda ilgimi çeken birçok alan vardı. Yapmak istediğim şeyleri deneyimleyip karar verebilme şansım oldu. Tiyatroda diğerlerine nazaran daha istikrarlıydım. Bu yüzden liseyi; Güzel Sanatlar Lisesi, Tiyatro bölümünde okudum. Ardından da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünden mezun oldum.
Şimdiye kadarki kariyerinizin dönüm noktası neydi?
- ‘Kuma’ filmi. Henüz 19 yaşında oynadığım bu filmin Berlinale Panorama bölümünün açılış filmi seçilmesi, Haneke’nin filmi izleyip beni değerlendirmesi ve ardından gelen ödüller kulağa çılgınca geliyordu. Bu, o zamanlar hayallerimin çok ötesindeydi.
 Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?
- Şu sıralar uluslararası platformları takip ediyorum, geçen sene Berlinale Yetenek programına kabul edilmiştim. Yurtdışı network çalışmalarıma devam ediyorum. Güzel hikâyelerin özgün bir parçası olmayı istiyorum.
Oyunun yönetmeni Murat Daltaban:
Seyirciden de performans beklemeyi seçiyorum
Güvenli  alanımdan çıktım, bu oyun benim yeni başlangıç çizgim

Çok beğenilen bir hikâyeyi yeniden ele almanın avantajlarını, dezavantajlarını yaşadınız mı?
- Görsel dille zaten anlatılmış ve başarılı olmuş bir hikâyenin sahne uyarlaması yeniden bir dil kurmayı gerektiriyor. Sahne dilini doğru çalıştırırsanız, yepyeni bir hikâyeyle karşılaşırsınız zaten. Benim için bir çeşit laboratuvar çalışması oldu. Seyirci için de bu hikâyenin bir gözlem alanı oluşturmasını arzu ettim; sanatın iki farklı disiplininin çalışma mekaniklerini incelemesi açısından. Açıkçası oyunu çalışırken fark ettiğim şey, filmi seyretmiş olanların oldukça az olduğu. Bu beni çok şaşırttı. Tiyatro seyircisinin ortalama bir sinema seyircisinden beğenileriyle, seçimleriyle farklı olduğuna inanırım. Son zamanlarda çok sözünü ettiğim bir şey; oyunlarımı yaparken seyirciden de performans beklemeyi seçiyorum. Eserin içine dahil olmak ve yaratıcılık için bilet almanın ötesinde motivasyonlara ihtiyaç duymalı seyirci. “Bilet aldım, hadi beni eğlendir” ancak televizyon için geçerli olabilir.
Çok dikkat çeken bir dekoru var oyunun. Oyuncuların fiziksel kapasitelerini de zorlamalarına imkân veriyor. Bu çok sevilen hikâyeyi DOT sahnesine taşırken nasıl bir atmosfer yaratmak vardı kafanızda?
- Dekor tiyatroda hikâyeyi anlatmanın yollarından biri. Tıpkı ışık, kostüm, ses gibi... Bütün bu parçalar oyuncu estetiğine hizmet eder. Oyuncunun bedeni ve enerjisi çevresinde bir yapı oluşturur. Oyuncu bütün bu parçaları enstrümanının yani bedeninin uzantıları haline getirir ve bir bütünlüğe ulaşır. Her bir bütünlük oluşturmuş oyuncu da, birbiriyle ilişkilenir ve boşluğu doldurur. Yönetmen kendi atmosferini örümceğin ağını inşa etmesi gibi bu ilişkileri kurmak ve kuvvetlendirmekle uğraşır. Atmosfer yaratmak için çalışmaya başlamak yerine bana esin veren detayların atmosferi oluşturmasını tercih ederim. Temel prensiplerim bellidir, yola çıkış noktalarım bellidir ve gerisini esine bırakırım. Her sahne bir çerçevedir. Yapacağınız resimi çerçeve belirlemez. Resmi yaparsınız, çerçeve ona göre yerleşir. Bu hikâyenin ihtiyacı olan da bu sahneydi benim için.

 

BAKMADAN GEÇME!