Güncelleme Tarihi:
Mecidiyeköy’den bindiğim otobüs İstanbul’un en eski köylerinden birine doğru yola çıkıyor. ‘Petnahor’ olan eski adı 1958’de Göktürk olarak değiştirilmiş. Bölgenin en önemli tarihi yerlerinden biri ‘Uzun Kemer’. Roma döneminden kalan temelleri üzerine Mimar Sinan tarafından 1554-64 yıllarında yeniden inşa edilen bu yapı, İstanbul’un ayakta kalan en uzun su kemeri.
O meşhur lafı burada yürürken her adımda tekrar edebilirsiniz zira evet, eskiden buralar dutluk değilse de hep tarlaymış, ormanmış. 1935’te 301 kişi olan nüfus, 2016 rakamlarına göre 36 bin 612.
Bu büyük nüfus hareketini başlatanın Kemer Country olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kötü haber: Sonra art arda siteler dikilmiş. İyi haber: Bunların çoğu ‘yeni İstanbul evleri’ diye özetlenebilecek tektip, balkonsuz, antipatik bloklardan uzakta; bir estetik çaba, bir fikir, en azından bir parça alan anlayışı barındırıyorlar. Maalesef bu durum, kesenin ağzını da açmayı gerektiriyor. Evet, burası son tahlilde ‘varsıl’ bir mahalle.
Göktürk sokaklarını arşınlarken düşünüyorum; bir sosyal antropolog bu site isimlerini bir araya toplasa sıkı bir analiz yazabilir bence. Kemerville, Kemer Hill, Yeshill, Green Hill, İstanbul Zen, Zengin Bahçe Konutları, Larus Palas, Gökmahal, Göktürk Suites, Casa Particular, Palms Residence, Panorama, Eden Park... Yeme-içme dükkânlarının isimleri de benzer tabii: Richess Brasserie, La Cucina Vincotto, Quyyu... Buradaki yaşamı az çok tahmin etmeye yeterli.
Eskiden her yer dutluk değilse de mandıraymış
Yurtdışından gelip İstanbul’da yaşayanların da favori yerleşim bölgelerinden Göktürk. Mahalle sakinleri eskiden bu gurbetçi kesimin daha da çok olduğunu söylüyor. Şimdilerde önemli bir kısım ülkesine dönmüş ya da şehir merkezine taşınmış.
Bahçeli evlerden oluşan sitelerin gözde adreslerinden biri de ‘Göktürk Orman Fidanlığı’. Şehir ortasında yeşil alan görmek her zaman mutlu ediyor, orası kesin. Bu 328 dönümlük saha 1969’dan beri açık. Akçaağaç, dişbudak, yalancı akasya, çınar, söğüt, sedir, çam, göknar, ardıç gibi pek çok tür yetiştirilip satışı yapılıyor.
Fidanlığın komşusu olan güzel bir sağlıklı yaşam ve yürüyüş parkuru çarpıyor gözüme. Gencecik yaşında korkunç bir cinayete kurban giden Özgecan Aslan anısına yaklaşık iki yıl önce yapılmış (tabelada Özgecan’ın soyadı doğru yazılsaymış daha da güzel olacakmış). Kulaklığını takmış, seri şekilde yürüyen Burçin Polat’ı durduruyorum önce. 35 yaşında bir genetik uzmanı Burçin Hanım, neredeyse 15 senedir Göktürk’te yaşıyor ve bu parkuru sık kullananlardan. Semtin değişimini şöyle anlatıyor: “Ankaralıyım. Buraya geldiğimde çok daha boş, sakin ve yeşil bir yerdi. Sonra yapılaşma çok arttı. Güvenli bir yerdir burası, site bölgesi de olduğu için. Ama şehrin içi gibi 24 saat canlı değildir. Saat 21.00-22.00’den sonra kafe ve restoranlar dışında her yer kapanır.”
Köpekler için mahalleli diyor ki...
İleriden iki kişi daha geliyor. 65 yaşındaki Rahmi Gülcan ve 36 yaşındaki Sibel Karakış, parkurda tanışmış iki yürüyüş arkadaşı. İkisi de 10 senedir Göktürk’te yaşıyor. “Ben geldiğimde her yer mandıraydı” diye anlatıyor Rahmi Bey: “Sonra çok tutuldu buralar, her yer ev oldu.” Sibel Hanım’ ise “Sabah ve akşam saatlerinde çok kalabalık olur burası” diyor. Bir de her gün köpeklere yemek getirdiğini anlatıyor.
Bu sayede geldik bu muhitin en can alıcı meselesine: Köpekler. Daha otobüsteyken Göktürk’le ilgili küçük araştırmamı yaparken de sürekli karşıma çıkmıştı. Çok fazla sayıda sokak köpeği var burada. Semti turlarken önce bir, sonra üç, beş, altı diye çoğalarak benimle birlikte yürüdüler. Bir kısmı geçen arabalara havladı, bir kısmı yolun yarısında vazgeçip başka sokaklara saptı. Aralarında cins köpekler de vardı. Bildik dert: Onların çoğu bakılamayarak ormana atılanlar. Alışık olmadıkları o ortamda, hele de kışın nasıl yaşarlar? Bir insan bunu nasıl yapar? Mahalle sakinlerinden bir kısmının önerdiği makul bir çözüm var; ilgililere anlatma fırsatı bulamadılarsa ben aracı olayım. Özetle “Orman içinde temiz, güvenilir ve kontrollü bir alan kurulsun; sokak köpekleri burada kısırlaştırılsın, aşıları yapılsın, doyurulsun. Uyuşturucu iğneyle vurularak kamyonetlere dolduruluyorlar ve akıbetleri asla açıklanmıyor. Buna sessiz kalmamız mümkün değil” diyorlar.
Sonbaharın geldiğini anlayacağınız en güzel yer
Bu tatsız meselenin ağır yüküyle, belediyenin toplamadığı iki köpek eşliğinde, ismini bir bölümü bu alan içinde bulunan Göktürk Göleti’nden alan tabiat parkına yürüyorum. Yaklaşık 56 hektar alana sahip bu parkta en çok meşe ve gürgen ağacı var. Görevliler orman içinde yaban domuzu, sincap, tilki, köstebek ve saksağan, serçe, ispinoz gibi kuş türleri olduğunu da söylüyor. Yürüyüş, koşu, bisiklet sporları ve uygun havalarda piknik için nefis bir yer. Göle yansıyan ağaçlar, bütün zemini kaplayan sarı yapraklar, yalnız ve ıslak tahta banklar bir kartpostal fotoğrafı yaratıyor. Sonbaharın geldiğini iliklerime kadar hissedip uzun, sakin bir yürüyüş yapıyorum.
Yürüyüş karnımı acıktırdı. Göktürk’te restoran çok fazla ama canım özel bir şey yemek istiyor. Sorup soruşturup adresimi buluyorum: İzmir Kumru Burger. Siparişimi verdikten sonra buranın sahibi olan 39 yaşındaki Evrim Uçkun’la sohbete başlıyorum. İzmirli aile 2009’da gelmiş Göktürk’e. Haziran 2013’te bölgede iyi bir lahmacuncu olmadığını görüp İzmir Pide Lahmacun’u açmışlar. İki yıl önce kurumsal işlerini tamamen bırakıp işin içine kumruyu da katmışlar. İyi de yapmışlar çünkü yediğim kumru çok lezzetliydi.
Göktürk sitelere rağmen mahalle havasının az da olsa hâlâ hissedilebildiği bir yer. Bunda ev bloklarının gökdelene dönüşmemiş olmasının, mimaride estetik bir bakış gözetilmesinin payı çok büyük. Ormana, iyi yeme-içmeye, sakin bir güne ihtiyacınız olduğunda gidin, pişman olmazsınız.
Bir kahve molası için Arcadium Çarşısı’ndaki ‘Yasemin&Tuncel’e ilerliyorum. Buranın methini daha önce çok duymuş ama gelememiştim. Küçük, samimi, henüz üç senelik bir dükkân. Uzmanlıkları kahve ve dondurma. Bologna’da Dondurma Üniversitesi’nde, Amsterdam’da, Londra’da dondurma ve kahve eğitimi aldıktan sonra, Yasemin Hanım dondurmaya, Tuncel Bey kahveye yoğunlaşmış. “İyi kahve yapmanın sırrı kavurmayı öğrenmekte, gerisi şov” diyor Tuncel Bey: “Kendimiz ithal ediyoruz. Sevdiğimiz çekirdekleri alıp kavuruyoruz. Çekirdeği software gibi düşünün, kavurarak kodu siz yazıyorsunuz.” Gelelim dondurmaya... Klasikler dışında tuzlu yerfıstığı, yanık süt, lime cheesecake, passionfruit gibi meraklı çeşitler var. Hepsini her gün bulabileceğiniz anlamına gelmiyor bu. Çünkü hepsi malzemenin iyisi bulunduğunda sabah yapılıp akşam bitiyor. Katkı maddesi kullanılmıyor çünkü taze olduklarından
raf ömrü yok.
4’ten 74’e sanat eğitimi
İstanbul Caddesi’nde yürürken kocaman Ragıp Savaş Sanat Akademisi’ni görüyorum. Dördüncü sezonuna giren merkezde tiyatro, bale, müzik, dans, resim eğitimleri veriliyor. Burayı sekiz-dokuz yıl hizmet veren Mayart’tan devralmışlar. Oyuncu Ragıp Savaş’la konuşmaya başlıyoruz: “Akademik bir eğitim veriyoruz. Milli Eğitim’e bağlıyız. İki yabancı üniversiteyle sertifika ortaklığımız var; müzikte London College of Music, balede Sofya Voronova... Bu
semtte, yüksek kültürlü, sanatın ne olduğunu bilen, aktif bir kesim var. 500’e yakın talebemiz var. Şimdi bir de Özgür Atölye isimli, özellikle yetişkin grubuna hayat akademisi tarzı eğitim veren bir alan açıyoruz. En küçük grubumuz dört yaş ama 74 yaşında da bateri öğrencimiz
var. Bunu söylerken zevkten ölüyorum; 4’ten 74’e çok iyi bir eğitim veriyoruz.”