Güncelleme Tarihi:
Ali Atay’la belli aralıklarla karşılaşsak da yan yana geldiğimizde 40 yıllık dostmuşuz gibi hissettiriyor. Hem esprili hem de bir yanıyla çok ciddi. “Nasıl istiyorsam öyle yaşamaya gayret ediyorum. Bir duyguyu başka yere taşımak gibi niyetlerim yok” diyor. Onu biraz çözmeye çalışarak başlıyoruz sohbete...
◊ En son röportajımızı yıllar önce Çeşme’deki dizi setinden İstanbul’a gelirken yolda, telefonla yapmıştık...
Evet, sonra da bir türlü denk gelemedik, bu sefer konuşalım biraz.
◊ Kesinlikle. Yakışıklısın, iyi bir baba ve eşsin. İyi bir oyuncu, yönetmen ve senaristsin. Şimdi aynı zamanda yapımcısın. Bu kadar çok şey yapman ve dört dörtlük olman biraz sinir bozucu değil mi?
Çok teşekkür ederim ama hiç öyle değil. “Bu kadar çok şey yapıyorsun” dedin ama ben aynı şeyi yapmaktan sıkılıyorum. Mesela oyunculuk yaparken bazen istediğin şeyi bulamayabiliyorsun, bir süre sonra sette bununla ilgili huzursuzluk yaşayabiliyorsun. Bunu şuna mı dönüştürsek derken aslında orada kurulu bir düzen, senaryo var ve ister istemez onlara dahil olmak istiyorsun. O süreçlerde şunu fark ettim: ‘Uzun süredir bunu yapıyorum, şimdi biraz başka bir şey de mi yapsam acaba?’ Eskiden beri yazıyor ve müzik yapıyordum. Bir dönem acaba film çekebilir miyim düşüncesi gelmişti. Baktım oluyor, yaparken zevk alıyorum, onu da yaptım.
◊ Hepsi de şahane oldu...
Ben de çok zevk aldım hepsini yaparken. Böyle dönem dönem değişiklikler yaşıyorum ister istemez.
◊ Bu hayatın içinde hiç dramın, sıkıntın yok mu?
Var ama, Allah korusun, ölüm dışındaki her şey çözülebilir gibi geliyor bana. Çözülemiyorsa da zaten çözülemiyordur, onunla uğraşmamak gerek. Bazı şeyleri çözümsüz bırakabilirsin, bunu tavsiye olarak söylemiyorum ama ben böyle yaşıyorum.
◊ Komedi türündeki işlerde yüzümüzü güldürüyorsun, sen de esprilisin ama özel hayatında bir yandan da üzerinde bir ciddiyet ve sakin bir hava var...
Hayatım da böyle söylediğin gibi. Çok neşeli olmak bazen “Yeter artık” falan dedirtebiliyor. Depresyon desek, belki hayatımda hiç yaşamadım, bilmiyorum. Depresif dolaşmak pek bana göre değil ama ara ara ihtiyaç duyuyorum. Mesela benim için tatil gerçekten durmak demek, o bana iyi geliyor. Evde tatil yapabilen biriyim. Çok gezdiğim zamanlar da oluyor, bu sefer “Çok gezdim, sıkıldım” deyip duruyorum. Sonra durmaktan sıkıldım diyerek başka bir şey yapayım diyebiliyorum. Kendimi takip ediyorum biraz.
◊ Yani seninle ilgili ‘Komik mi, yoksa ciddi mi’ gibi bir tanım yapmak pek mümkün değil...
Evet, nasıl istiyorsam öyle yaşamaya gayret ediyorum. Bir de bir duyguyu başka yere taşımak gibi niyetlerim yok. Yani şu an iyi hissetmiyorsam biraz daha iyi olmalıyım diye çaba sarf etmekle uğraşmıyorum. O duyguya teslim olduğunda o başka bir şeye dönüşüyor. Bunu çocuklarımda görüyorum: Bir duyguyu sürekli kılmıyorlar; ağlıyor, üzülüyor, sonra hemen değişiyorlar. Ben galiba bunu korumaya çalışıyorum.
‘BABAMI TOPRAĞA KOYAMADIM’
◊ 1976’da babanın özel isteğiyle Rize’de doğmuşsun ama Ankara’da yaşıyormuşsunuz. Neden bu istek?
Dört kardeşiz, üç kardeşim de Ankara’da doğmuş. Babaannem istemiş, babam onu kıramamış. Ama hiç orada yaşamadık aslında.
◊ Ankara’da büyüyen küçük bir çocukken bugünleri hayal eder miydin?
Çocukken pilot olmak istiyordum, ekstra hayallerim yoktu. Çok yetenekli bir çocuk da değildim, hayal kurmazdım. Şimdi de geleceğe dair hayal kurmuyorum.
◊ Neden?
Sadece yürüdüğüm yolu takip ediyorum. Bir hayal kurup ona göre çalışmak gibi bir disiplinim yok, şu an ne yapmak istediğimle ilgiliyim, hep böyleydim galiba, oyun oynarken bile.
◊ İşletme okuyacakken babanı 16 yaşında kaybetmişsin ve oyunculuğa geçmeye karar vermişsin...
Tam olarak böyle oldu, işletme okuyacaktım, sonra ‘Bir dakika, ben neden işletme okuyorum’ dedim.
◊ Babanın kaybının etkisi neydi yaşadıklarında?
Babamı kaybettiğimi duygusal olarak, öldüğü zaman algılayamadım, babamı toprağa koyamadım aslında. Babam benim için bir yerlerde gibiydi, ölüm kavramını anlayamadım. Yıllar sonra bir terapiden çıkmıştım, arabanın içinde birden “dan” diye anladım. Gerçekten onu toprağa koyduğum andı. Arabanın içinde müzik açıp ağladım. Ben onunla yaşamışım senelerce, onu hayatımdan atamamış, uzaklaştıramamışım. Gerçekten babam beni belki fiziksel, belki ruhsal olarak öldüğüne ikna etti.
‘HAYATIMI KENDİME GÖRE YAŞIYORUM’
◊ Yıllar içinde tanınıp çok sevildin. Ünlü olmayı sevdin mi?
Ünlü olmanın birçok avantajı var ve bunu inkâr edemezsin. Ben bunu şöyle düşündüm; bir proje yapmak istiyorsun ve insanlar seni dinliyor. Böyle bir avantaj varsa ben de bunu, istediğim işleri hayata geçirmekle değerlendirebilirim dedim. Mesela ilk filmimi çekme sebebim ünlü olmam. Yoksa kimse bana “Al sana reji koltuğu, monitör, yönetmenlik titri” demezdi.
◊ Sevmediğin yanları neler?
Çok fazla şey bekleniyor, baskı altında kalıyorsun ama insan bir şekilde baş edebiliyor. Çok fazla cümlem de yok, ne bileyim, ben ünlü müyüm onu da bilmiyorum. Sokakta insanlarla fotoğraf çektiriyorum, selam veriyorlar, bunlar güzel ama hayatımı kendime göre yaşıyorum.
‘ÇOCUKLAR SENİN PROTOTİPLERİN ASLINDA’
◊ Beş senedir Hazal Kaya’yla evlisiniz. Evlilik sana ne öğretti?
Çoluklu çocuklu bir aile düzeni benim bilmediğim bir alandı ve insan çocuğundan inanılmaz şeyler öğreniyor. Çocuklar senin prototiplerin aslında.
◊ Zaten Fikret Ali sana çok benziyor...
Huyu da benziyor. Leyla Süreyya da huyuyla suyuyla Hazal’a benziyor.
◊ Nasıl bir baba oldun?
Babalıktan çok zevk alıyorum. Çok iştah açıcı bir şey baba olmak. Ama nasıl bir babayım bilmiyorum.
◊ Geleceği onlar için planlayan bir baba mısın?
Çocuklarım hata yapmaktan korkmasın, gerçekten mutlu olacaklarını düşündükleri şeyin peşinden gitsinler, nefesimin yettiği kadar yanlarında olurum. Bize hep hata yapmamak öğretildi ama hata yapmak insanı geliştiren bir şey. Etrafımız hata yapmayacağım diye hiçbir şey yapmamaya başlayan insanlarla dolu.
‘EN SEVDİĞİM ŞEY KAVGA EDEBİLDİĞİM İNSAN’
◊ 48 yaşındasın. Bu dönemin sana neler hissettiriyor?
Bir sürü darbe yiyor, sıkıntının içinden geçiyorsun ama ölüm ya da ağır hastalıklar dışında her şey çözülebiliyor. Geçmişte yaşamıyorum. Ara ara gece yatarken yaşadığım eğlenceli anlar mı, hüzünlü anlar mı daha baskındı diye düşünüyorum. Aklıma hep eğlenceli şeyler geliyor. Yaşadığım her anın bir şekilde tadını çıkarmışım.
◊ Yönetmenlik, oyunculuk, senaristlik... Gönlündeki aslan hangisi?
Total olarak bu işi seviyorum, müzik de dahil. Şimdi de bir yapım şirketim var.
◊ Adı ‘Normal Film’. Neden bu adı seçtin?
Normal iyi bir şey, hoşuma gitti.
◊ Sen normal misindir?
Bence normalim.
◊ Normal Film’de neler olacak?
2025’te yapacaklarımız belli, sonrasını henüz bilmiyorum. İlk dizimi yaptım. Bir dizi daha yazıyoruz. Bir sinema filmi tasarlıyoruz, reklamlar yapıyoruz.
◊ Sizin şirketten çıkan işlerde mutlaka kendin ve Hazal olacak mısınız?
Hayır. Bazı projelerde oynamamayı, çekmemeyi, yazmamayı düşünüyorum, orası kendi proje üreten bir mekanizma olsun.
◊ Peki, yeni işin ne anlatıyor?
Dizinin adı ‘Anonim’, Exxen’de yayımlanıyor, yapım şirketimizden çıkan ilk işim. Tarihte olmuş ve sonra çökmüş tuhaf gelenekler, tuhaf âdetler günümüzde devam etseydi nasıl olurdu, onu anlatıyoruz. İlk bölümümüzün hikâyesi olimpiyatlar. Olimpiyatlar ilk çıktığında çıplak yapılıyormuş. Günümüze böyle geldiğini ve İstanbul’da yapılacağını düşündük. Beş bölüm ve her bölümde de böyle ilginç hikâyeler var. Mesela biri de şöyle: Eski Roma hukukunda alacaklı ve borçlu karşı karşıya getiriliyormuş. Ben sana olan borcumu ödeyemiyorsam mahkeme beni sana köle tayin ediyor. Ve ben borcum karşılığı senin kölen oluyorum. Günümüzde olsa, dar gelirli bir adamın kölesi nasıl olurdu? 2-1 evde köle sahibi bir adamın hikâyesi.
◊ Artık bir yapımcı olarak iş dünyasında en önem verdiğin şey ne?
Mesela bu işi Olgu Baran Kubilay yönetti. İyi anlaşıyor ve güzel kavga ediyoruz. En sevdiğim şey kavga edebildiğim insan. Söylenen her şeye “Tamam” diyenden iş çıkmaz. Direnç gösteren, senin söylediğin şeyin karşısında antitezini savunabilecek biriyle hareket etmek çok daha iyidir.
‘O GECE FEYYAZ’I ARADIM, GÖZLERİMİZ DOLDU’
◊ ‘Ölümlü Dünya’ çok ilgi gördü. İlk film önce büyük gişe yapmadı ama sonra çok sevildi. Devam filmi çok izlendi. O süreç nasıldı senin için?
Bir sürü dengesi var bunun, gişe çok acayip bir yer, tarif etmek mümkün değil. Sonra kolay ulaşabilecekleri bir yerde yayımlanınca insanların ilgisini çekti bir şekilde. Orada da önce “Böyle film mi olur, çok fazla şey oluyor” gibi şeylerle linçlendim. Ama insanlar izledikçe sevdi, Kadıköy Sineması’nda yeniden gösterdik, seyirci konser izler gibi izledi, repliklerini bütün salon söyledi. O gece Feyyaz’ı (Yiğit) aradım ve gözlerimiz doldu, sesimiz titredi.
◊ Üçüncüsü gelecek mi?
Şu an için yok, onu bitirdik.
◊ Sinemanı nasıl anlatırsın?
Anlatamam ki! Komedi, dram, aksiyon fark etmez, hepsinin bir duygusu var. Ben duygu tarifleriyle ve duygu durumlarını anlatmayı geliştirmekle ilgileniyorum.
‘BİRİNİN SENİ ANLAMASI KADAR GÜZEL BİR ŞEY YOK’
◊ Hazal’la aşkın hangi halini yaşıyorsun?
Gerçekten güçlü bir aşk hissediyorum.
◊ Evlendiniz, çocuklar... Hâlâ aşk devam ediyor mu?
Karşı tarafı gerçekten anlamanın ve dinlemenin çok önemli olduğunu fark ettik. Sevgimiz var, onu muhafaza ediyoruz. Kaybolmuyor ve büyüyor o sevgi, zaman zaman aşka da şefkate de dönüşüyor. Böyle organik bir yapı. Bunu fark ettik ve ona göre hareket ediyoruz.
◊ Tanışmanızı onun gözünden dinledim. Bir proje için görüşmeye geliyor. Biraz hırçın davranıyor. Senin gözünden nasıldı?
Hırçınlaştı evet, meğer onun yaklaşımı oymuş, bilmiyordum ki. Projeyi sevmedi falan diyordum, meğer o değilmiş.
◊ İki oyuncunun evli olması nasıl?
Çok güzel ya. Birinin seni anlaması kadar güzel bir şey yok, çok mutluyum, keyfim yerinde.