Güncelleme Tarihi:
Geçen yıl, aşk ve ilişkiler üzerine kısa hikâye ve yazılarınızı derlediğiniz ‘Bazen Unutmak İstersin’ için söyleşmiştik. Bir yıl dolmadan, yeni romanınızla karşımızdasınız.
‘Aklımda Hep Sen’, iki-üç yıldır üzerinde çalıştığım bir romandı. Belki uzun zamandır aklımda olan bazı temalar daha sonra bir araya geldi. Son beş-altı ayda tamamen yeniden yazıldı.
Babası tarafından terk edilen, bu travmayı yaşarken hayatının ilk ve son gerçek aşkını bulan bir genç kızın, Ebru’nun hikâyesini anlatıyorsunuz. Türkiye’de babaların çocuklarıyla kurduğu ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Eskiden babalarla çocuklar arasında hep bir mesafe vardı. Baba otorite figürüydü. Yeni kuşaklar bunu biraz kırdı hatta belki fazla kırdı. Artık babalar pek otorite figürü değil hatta anneler mecburen o rolü de üstlenmiş gibi geliyor bana.
Her ilişki aşk değil
ve bence olması da gerekmiyor
Peki, bir insan gerçek aşkını bulduğunu nasıl anlar?
- Aşkın ne kadar gerçek olduğu tartışmalı tabii... Ama duyguyu mutlaka bilirsiniz. Ona duyduğunuz özlem, çekim, kaygı kimi zaman kıskançlığa dönüşen hep birlikte olma isteği gibi çok farklı görünüşleri olsa da insanın kalbinde o duygu ya vardır ya yoktur.
İçinde yaşadığımız toplumdaki âşıkları nasıl tarif edersiniz?
- Neyin aşk olduğu biraz karışmış gibi görünüyor. Her ilişki aşk değil ve bence olması da gerekmiyor. Ama ille böyle bir anlam yüklenmek isteniyor. Bir anlamda son yıllarda özellikle kadınlar için aşk sanki bütün sıkıcı şeylerden, hayatın getirdiği güçlüklerden, hayal kırıklıklarından kaçıp sığınılacak bir cennet gibi... Tabii bunun tehlikesi de sonra yine bir hayal kırıklığı... Galiba en berbat olduğumuz konu, yalnızca aşkta değil her şeyde olayları, duyguları çok abartmak ve sonra da aynı derecede üzülmek...
Kahramanınız 18 yaşındayken hayatının en mutlu yazını geçiriyor. Siz nasıl hatırlıyorsunuz 18 yaşınızı ve o yazı?
- Benim 18 yaşım pek parlak bir döneme denk gelmedi. Önce 70’li yılların kâbus ortamı, ardından 12 Eylül darbesi gelmişti. Ben o günlerde üniversiteye yeni girmiştim ve evlendiğim için aynı tarihte gazeteciliğe de başlamıştım. Dolayısıyla oldukça yoğun bir dönemdi. Yine de bugün geri dönüp baktığımda bunlardan memnunum. Zor dönemlerdi ama bana çok şey öğretti.
İmkânınız olsa, 18 yaşındaki halinize dönüp ne söylemek isterdiniz?
- Zamanı çok iyi kullanmasını önerirdim. Bazı gereksiz işlerle, insanlarla zaman harcamak yerine gerçekte istediği şeylere daha fazla yoğunlaşmasını... Biraz daha az dik kafalı olup önüne çıkan kimi fırsatları daha iyi düşünüp değerlendirmesini...
İnsan ne zaman geçmişi düşünür?
- İçinde bulunduğu zamanı, dünyayı sevmediği, mutlu olmadığı zaman herhalde... Kimi zaman da kaybettiği insanları, çocukluğu özlediği için...
Ebru, “Benim evim var mıydı, gerçekte hiç oldu mu ondan da emin değilim. Tek bildiğim, herhalde tam da bu yüzden, kendi içimde bir ev kurduğum” diyor. Sizde durum ne?
- Benim de çocukluğumdan beri içimde bir ev vardı. Herhalde beğenmediğim, istemediğim şeylerden kaçmak için kurulmuş bir evdi. Ve hâlâ da o ev benim kendimi en huzurlu, iyi, mutlu hissettiğim yerdir.
Romandaki bir soruyu ben size sorayım: Her şeyi bilen ve bunun kibriyle dolaşan biri olacağına biraz budala olmanın ne zararı var?
- Evet, bazen biraz budalalık daha iyi. Çünkü her şeyi bildiğini sanan ve bunun kibriyle dolaşan biri aslında cahil ve budaladır. Gerçek bilgiyle, sanatla, edebiyatla uğraşan insanlar bilginin kibrine sahip olmaz.
Sohbetli yemekler
özel bir biçim kazandı
2003’te yine Hürriyet’e verdiğiniz bir röportajda “Ben hiçbir zaman edebiyatı meslek olarak görmedim” demişsiniz. Aynı fikirde misiniz?
- Aynı fikirdeyim. O zaman bana yazarlar kızmıştı ama ne yapalım ki ben böyle düşünüyorum. Elbette bunu meslek olarak yapanlar da var, onlara bir şey demiyorum. Benim için saflığı, parayla bağlantılı bir şey olmaması, bu nedenle ne tutar, ne satar gibi kaygılardan uzak kalması onu değerli kılıyor.
Bu aralar gündeminizde romandan başka neler var?
- Müzik çalışmaları, ‘Kürşat Başar Orkestrası’ devam ediyor. Hem bu orkestrayla hem de yeni bir projeyle konserler sürüyor. ‘Kürşat Başar’la 90’lar’ adlı yeni projemizde solist olarak orkestramıza Sibel Alaş, Erdal ve Jale katılıyor. Bunun dışında benim televizyonda uzun yıllar yaptığım sohbetli yemekler, özel bir biçim kazandı. SG İmalathane’yle yaptığımız bu çalışmada ünlüler değil, isteyenler özel bir akşam yemeğinde bir araya geliyor ve sohbete katılıyor.
Kitaptan...
Hep garip olaylar benim başıma mı geliyor?
Galiba hayat romanlara benzemiyor. Sokağa çıkıyorsunuz ve aniden hiç beklenmedik bir şey oluveriyor. Birine deli gibi âşık oluyorsunuz ve o birdenbire ortadan kayboluyor. Birinin hep yanınızda kalacağını sanıyorsunuz ama işte akşamüstü bavulunu toplayıp yolculuğa çıkıyor. Hayatınızın yolunda olduğunu, çok mutlu olduğunuzu, hep böyle devam edeceğini sanıyorsunuz ama bir gün düşüp bayılıyorsunuz ve hayatınız tümüyle değişiyor. Yoksa bu herkes için böyle değil mi? Belki değil. Annemin söylediği gibi hep garip olaylar benim başıma mı geliyor? Böyle sanki hayatının romanını yazar gibi kendi özel dürbünüyle zamanın ötesinden geçmişe bakınca insan tüm ayrıntıları anlatmak zorunda hissediyor...
Çünkü aslında bizi yakından tanıyanlar bile gerçek hayatımızı, sayısız ayrıntıyı, gizlenmiş duyguları, unutulmuş anları, kırıklıkları, gizli mutlulukları, kaçamak bir bakışı, bir yerde rastlayıp sonra hiç görmediğiniz ama her nedense yıllar içinde ara sıra hatırladığınız o gülümsemeyi bilmiyor...