Oluşturulma Tarihi: Ağustos 10, 2018 14:39
Hikmet Hükümenoğlu, cesur ve hacimli dönem romanı ‘Körburun’dan sonra hikâyeleriyle okurun karşısında. ‘Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri’, “Aşktan sonra yaşam var mı” diye soruyor. Hükümenoğlu’yla yeni kitabını ve aşkın arızalı hallerini konuştuk.
Kitabın adı, öykülerin genel havasını da açıklıyor. Onunla başlayalım: Aşk artık ‘inanılmaz’ hale mi geldi?
- Bu öyküler, Aşk dediğimiz kavramın varlığını sorgulamıyor elbette. Dünya düz değil yuvarlaksa, aşk diye bir şey de var şüphesiz. Sadece gözümüzde o kadar büyüttüğümüz, o kadar değer verdiğimiz bu şey neyin nesi, onu kurcalıyorum. Bütün aşklar demeyeyim ama belki yüzde 99’u zamanla soluyor, ışıltısı kayboluyor. En iyi ihtimalle dostluğa, arkadaşlığa evriliyor. Çoğunlukla da kavgalara, kalp hastalıklarına ve boşanmalara...
Genelde tersi düşünülür ama aşka inanmayanlar, inananlardan fazla mı dersiniz?
- Genellemeler hoşuma gitmiyor ama gençleri bir yana koyarsak, evet, bana biraz öyle geliyor artık. Belki yaşla ilgili bir durum bu, hem kendi yaşımla hem de dünyanın yaşıyla. Belki de günümüzde insanların hayattan beklentileriyle... Her şeyi aşırı hızlı yaşıyoruz ve bu ortamda bir zamanların sonsuz aşkları artık bana pek gerçekçi gelmiyor. Çocukların sınavlarını ve okul aidatlarını konuşuyoruz daha ziyade. Aşka inanıyoruz inanmasına ama ‘hoş bir şeydi ve bitti’ kıvamında kalıyor.
Aşkın gösteri hali var mıdır? Şimdi aşklar sosyal medyada ‘bildirimler’ ve ‘post’larla güncelleniyor da... Aşkı öldürür mü yaşatır mı bu sizce? - Başkalarına sergilemek için yaşanan ilişkiler var, sanırım onları gayet güzel yaşatır. Ama o tür ilişkilere aşk denir mi, emin değilim. Aşkın gösteri hali var mıdır? Birbirine âşık iki insanın hayatında seyirciye yer var mıdır? Belki de seyirci onaylamadıkça aşkları kendilerine inandırıcı gelmiyordur. Güzel bir öykü çıkabilir bundan.
Öykülerde şeker pembe değil marazi aşkları işlemişsiniz. İkinciler daha mı çok? Ya da ilk kategoridekiler anlatmaya değmiyor mu?- Âşıkların bütün engelleri aşıp birbirine kavuştuğu ve sonsuza kadar mutlu yaşadığı yüzlerce hikâye var. Bir-iki tanesini say desen, aklıma gelmez, sayamam. Otur yaz desen, onu da yapamam. Kurcalayabileceğim bir arıza bulmam lazım. Yoksa yazmak da okumak da benim pek ilgimi çekmiyor.
Bir öykünüzde, kafede bir masada Milan Kundera’nın eseri ‘Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’ beliriyor. Orada “Aşk sürekli bir sorgudur, aklıma daha iyi bir tanım gelmiyor” diye yazar Kundera. Yeni âşıkların, ilişkilerin ilk günlerinde bir avukat gibi ilişki sözleşmesi hazırladığını da yazar. Hepimiz bilinçaltında sözleşme mi hazırlıyoruz hakikaten?- Öyleyse de bunu kendimize itiraf etmiyoruz. Edersek aşkı yaşayamayız ki... O hesaplar, ancak ilişki biterken ortaya saçılıyor. Ya da ortaya saçıldığında aşk bitiyor, farklı bir ilişki başlıyor. Sen benden bunu aldın ama karşılığında şunu vermedin... Ya da şunu yapmak serbest, bunu yapmak yasak... Konunun uzmanı değilim ama bence bu tarz sözleşmeler ancak aşktan evliliğe geçerken işe yarayabilir. Benim kullandığım tanımıyla aşkın beynimizdeki kimyasına aykırı.
Bir kahramanınız şöyle diyor: “Aşkın o kadar da mühim bir şey olduğuna inanmıyorum. Sarhoşluk gibi... Sofradayken iyi hoş ama ardından günlerce hasta yatıyorsunuz. Acıdan kıvranıyorsunuz.” Peki inançsızlarda biraz tembellik de var mı?- Ben aşkla sevgiyi bir tutmuyorum sanırım. İkisinin de içinde bir miktar diğeri var ama farklı hisler. Bilimkurgu filmlerinde, uzay gemisi ışık hızına çıkar ve yıldızlar çizgi çizgi olup ekranı kaplar ya, aşk o bence. Kontrolsüz bir durum; o hıza ulaşmışken hadi sinyal verelim ve direksiyonu çok hafif sola kıralım demek imkânsız. Aşkı yaşatmak için emek lazım tezine o yüzden pek katılmıyorum. Sevgi ve dostluk için geçerli o. Tembellik sevgiyi öldürür mü; evet, bazı durumlarda çok fena öldürür. Ama âşıkken tembel olmaya fırsat bulamazsın, saatte 200 kilometre hızla yokuş aşağı koşuyorsundur zaten.
Aklı başında insan günde 24 saat âşık olur mu! “Aşk taş gibi duran bir şey değildir, ekmek gibi her gün yeniden yapılması gerekir” demiş Ursula K. Le Guin. “Sevgi emektir” diye de okunabilir herhalde. Bir hikâyenizde de var; onyıllarca ekmeğini yeniden yapan bir çift. Bu da ‘inanılmaz’ gelmiyor mu?- İşte ‘sevgi’ diye okuyorum ben bunu. Le Guin ne derse doğrudur ama ‘aşk’ söz konusu olduğunda bana pek inandırıcı gelmiyor. Âşık, aşkından başka bir şey düşünemez, gözüne uyku girmez, sevdiğinden bir saniye ayrı kaldığında acı çeker. Aklı başında bir insanın yıllar boyu, günde 24 saat sürekli bu ruh halinde kalmasını aklım almıyor. Belki de ben çok odunum! Bir ömrü birlikte geçiren şahane çiftler var ama onların ilişkisinde de o delice aşkın yerini çok özel bir sevgi almıştır diye düşünüyorum. İşte o sevgi, aşktan daha değerli benim gözümde.
Edebiyattan devam edelim. En beğendiğiniz edebi aşk hangisi? - İlk okuduğumdan beri ‘Anna Karenina’nın en güzel roman olduğunu düşünüyorum. Aşkın, sevginin ve ilişkinin farklı katmanlarını müthiş güzel anlatmış Tolstoy. Dürüst olmak gerekirse trajik kısımları, mutlu kısımlarından çok daha etkileyici.