Güncelleme Tarihi:
◊ ‘Mutlu Son’da üç kuşak bir arada yaşayan burjuva ailesinin açmazlarını anlatıyorsunuz, çıkış noktanız neydi?
- Her filme başlama öncesi kafamda binbir fikir oluyor ve inanın bazen niyet ettiğimin dışında başka mevzulara meyledebiliyorum. Bu kez de elimdeki projeyi bıraktım, buna başladım. Aslında nedeni Jean-Louis Trintignant'la bir daha çalışmak istememdi. Kendini emekli ilan etmişti ama benimle yeniden çalışmak istediğini söyleyince bu fırsatı kaçırmak istemedim. Tabii ki mevcut dünya düzeni ve sokaktaki yaşam, çıkış noktasını besliyor.
◊ Filmde aile meselelerinin arkasında mülteci sorunu ve burjuvazinin sömürü düzeni kol kola ilerliyor.
- Filmi Fransa'nın en büyük ve sorunlu mülteci kampının olduğu Calais'de çektim ama Avrupa'nın herhangi bir yeri de olabilirdi. Aynı mesele İspanya’dan Yunanistan'a her yerde var. Ama netleştireyim ki filmin ana teması mülteciler değil, onlarla yaşayan bizler hakkında bir film. Yani çıkış noktam etrafımızı kuşatan hayata karşı kayıtsızlığımızı yansıtmaktı. Bu kadar kendi içine dönmek, diğer insanlarla ilgili tasalanmamak, bu kadar keyfe keder yaşamak normal değil, garip bir hastalık.
◊ Bu da sizin filmlerinizde sürekli kafa yorduğunuz bir mevzu değil mi?
- Ben de diğer yönetmenler gibi belki de aynı filmi çekiyorum aslında çünkü derdim belli, aynı açmazlara takılıyorum. Diğer filmlerimdeki dertlerime benziyor çünkü toplumdaki kafa yapısı değişmedikçe olaylara bakışımız ve tepkimiz aynı kalıyor ve bu kafayla yaşadıklarımızı tekrar etmiş oluyoruz. Ben de yıllar içinde aynı açmazlara takıyorum çünkü bizi çevreleyen koşullar, yaşadığımız gerçek beni üzüyor. Bunları sinemalaştırmak beni bir parça rahatlatıyor. Film çekmesem ne olurdu bilemiyorum, çok çaresiz kalırdım herhalde.
Michael Haneke, ‘Mutlu Son’da Fransız yıldız Isabelle Huppert’le üçüncü kez çalışıyor.
◊ Filmde zenginlerin, etraflarındaki trajedilere karşı derin bir aldırmazlık içinde olduğunu görüyoruz. Bu da bir savunma biçimi değil mi?
- En belirgin özellikleri kendi yarattıkları zararı görmemezlikten gelmeleri ve bilakis kendi dertlerine yanmaya meyilli olmalarıdır. Bu kadar ayrıcalıklı insanların derin yeisler içinde debelenmesi beni çok kızdırıyor. Diğer insanların yaşadığı adaletsizlikler düşünülünce bizlerin yani hali vakti yerinde ülke vatandaşlarının kendilerine bu denli acımaları abuk ve komik.
◊ Etrafını sürekli sömüren bu ayrıcalıklı insanların hiç de gidici olmadığını bilmek de ayrı dert değil mi?
- İşte benim de korkum bu! Hiç gitmeyecekler sanki. Bu da ayrıca üzüntü nedeni. Ama bakalım...
◊ Aynı zamanda 'dünyayı değiştirebileceğimize' dair bir inanç propagandası var sürekli.
- Bu da bizi mutlu etmek, oyalamak için yapılıyor. Bir nevi 'cennet' vaadi. Tabii ki bir arada olmamız, dayanışmamız ve haksızlığa itiraz etmemiz gerekiyor.
◊ Bu da bize bitmeyen bir sorumluluk veriyor.
- Elbette. Bu işin romantizmi yok. Benim bir sinemacı olarak naçizane yapabileceğim, bunları konu alan filmler yapmak. Neyse ki başkaları var, mücadele ediyorlar. Ben de bu 'normal' kabul edilen hayatların altını kazımaya, çelişkileri ve ironiyi ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Çünkü normal yapılmaya çalışılan şey normal değil. Tabii ki bilinçaltındaki suçluluk duygusunu yatıştırmak için küçük bağışlar da yapıyoruz ama tüm yapabildiğimiz sınırlı maalesef.
◊ ‘Mutlu Son’ adı vermeniz gayet ironik, buna nasıl karar verdiniz?- Kara mizah iyidir! Yıllar öncesinden de ‘Funny Games’ ('Tuhaf/Komik Oyunlar' manasına gelen film bizde ‘Ölümcül Oyunlar’ adıyla gösterilmişti) var. Bazen gayet ironik ve hoş oluyor böyle isimler. ‘Mutlu Son’ koyduk, çünkü içinde yaşadıklarımızı bir fars olarak tanımlamış oluyoruz. Zaten diğer toplumlardaki bizden daha az ayrıcalıklı insanları düşününce, bizim gibi refah toplumlarında yaşananlara trajedi diyemeyiz artık. Hak etmiyorlar. Olsa olsa karmaşadır, tantanadır.
ESKİDEN GÜNAHLAR RAHİBE İTİRAF EDİLİRKEN ŞİMDİ İNTERNETE YAZILIYOR
◊ Filmin başındaki kayıttan yola çıkarsak günümüz teknolojisi, gözlemek ve gözetlemek hakkında neler söylersiniz?
- Son 20 yılda yaşanan ilerleme inanılmaz. Cep telefonu veya internet ortamının günlük hayatımızda yerine bakınca eskiden nasıl yaşadığına şaşıyor insan. Herkes her şeyi kaydedebiliyor, bunun güzelliği kadar korkutuculuğu da ortada. Ama dön dolaş insan özünü anlatacaksak aynı şeyler. Eskiden günahlar rahibe itiraf edilirken şimdi internete yazılıyor. Cep telefonundaki 10 saniye sonra silinen bir uygulamada cinayeti itiraf ederek rahatlayabilirsiniz, izinizi kimse süremez. Klişe ama doğrudan insan teması olmayan durumlar iletişimsizliği köpürtüyor.
◊ Sinemadaki gelişmelere, cep telefonuyla film çekilmesine ne dersiniz?- Ben almayayım! Yapıldı bir kaç film ama benim ilgimi çekmiyor hiç! Dijital bazı denemeler ilginç. Rus sinemacı Sokurov'un baştan sona tek çekim ‘Russian Ark'ı da başarılı bana göre değil. Rekor kırmakla ve ustalık sergilemekle ilgilenmiyorum.
◊ Affınıza sığınarak, böyle gülümseyen halinizi görünce her defasında şaşırdığımı söylesem. Aşırı ciddi imajınıza ne diyeceksiniz?
- Aksine ben çok gülen bir insanım! (Kahkahalar) Kim kahkaha sevmez ki! Hatta bazen neşeli oluşuma şaşıyorum. Tabii ki biz Avusturyalılar neşemizle tanınmıyoruz ama gerçekten severiz gülmeyi, asık suratlı değiliz sanıldığı gibi. Ünlü yazarımız Thomas Bernhard'a bakınız, o da gayet komiktir. Depresif tabii ama eğlenceli. Fotoğrafım çekilirken kendime fazla çeki düzen vermeye çalışıyorum galiba. Yoksa sette dahi gayet güler yüzlüyüm, oyuncularıma sorun.
◊ Ama geçmişte ‘Aşk’ filminize ilişkin yaptığımız söyleşide çekimlerde çok gerildiğinizi söylemiştiniz. Film yapmak nasıl bir şey sizin için?
- Bakmayın çok sıkıntılı bir iş! (kahkahalar) Bazen hiç mantıklı olduğunu düşünmüyorum. Tabi ki her zaman eğlenceli ve keyifli bir iş değil. Her sabah kalkıyorum ve kara kara ne yapacağımı düşünüyorum, bu da normal tabii! Ingmar Bergman son yıllarında sette hep tuvalete yakın yerlerde dururmuş çünkü çekimlerde inanılmaz panik olurmuş, düşünün.
HER YENİ FİLM YENİ BİR HUZURSUZLUK NEDENİ
◊ Sevdiğiniz sinemacılar arasında kimleri sayarsınız?- Çok var, mesela İsveçli Roy Anderson, kısa filmleri de şahanedir. Ama İspanyol Luis Bunuel'de müthiş bir ironi vardır, hayranıyım. Tarzlarımız ayrı, benimkiler gerçekçi, onun filmleri metaforik çünkü. Ama son derece keskin mizahıyla hem huzursuz ediyor hem de güldürüyor.
◊ Bu kadar yıl ve başarıdan sonra kendinizi rahatlamış hissediyor musunuz? Yoksa huzursuzluk ve tedirginlik baki mi?
- Her ikisi de var. Örneğin Cannes, neredeyse tüm kariyerime tanık oldu, birçok filmim yarıştı ve çok ödül aldım, bu nedenle minnettarım. Çok rahatlatıcı bir duygu ama asla şımarmak olmaz. Her yeni film yeni bir huzursuzluk nedeni çünkü nasıl karşılanacağını bilmiyorsunuz, tepkileri öğreninceye kadar insan diken üstünde oluyor.
◊ Yani huzursuzluğun sonu yok mu?
- Hiç olur mu? Güle ağlaya yaşıyoruz işte! (Kahkahalar)
◊ Peki bu söyleşiler size nasıl geliyor, yorucu mu?
- Sizlerle sohbet etmek çok kafa açıcı oluyor. Çünkü filmlerimi kışkırtmak, karşı taraftan bir tepki alabilmek için yapıyorum. Sizlerin yorumu, ne aradığınız, ne bulduğunuz gibi noktalar çok önemli. Sorularınız da bir tepkidir, yorumdur ve bana çok ilginç geliyor.
◊ Kadim dostunuz ve vazgeçilmez oyuncunuz Isabelle Huppert'le yine birlikte çalışmanızı soracaktım.
- O kadar yakınız ve uzun süredir birlikte çalışıyoruz ki birbirimizi anlamak için fazla konuşmamamıza gerek olmuyor sette. Zaten ikimiz de detaylı açıklamaları sevmiyoruz. Bence oyuncu çok değerlidir. Oyuncuları seven yönetmenlerdenim, sette çok eğleniyorum.
‘KIŞ UYKUSU’NU MAALESEF TV’DE SEYRETTİM...
◊ Türkiye’den sinemacıları takip edebiliyor musunuz? Nuri Bilge Ceylan siz ‘Beyaz Bant’la ‘Altın Palmiye’ aldığınız yıl, Isabelle Huppert’in başkanı olduğu jürideydi.
- Elbette Nuri Bilge Ceylan tanınmaz mı! Ama aklıma da ilk olarak sadece onun adı geliyor. Kusura bakmayın, uzun süredir filmlerim art arda geldiği için başka şeylere vakit kalmıyor. Altın Palmiye kazanan ‘Kış Uykusu’nu iyi biliyorum. Çok etkileyiciydi. İtiraf edeyim, maalesef televizyonda izleyebildim. Oysa şahane görüntüleri var, çok güzel resimler. Küçük ekrana rağmen yine de görüntüler etkisi altına alıyor sizi.
SEYİRCİYİ KIŞKIRTMAK İSTERİM
◊ Nasıl bir sinema anlayışınız var?
- Seyirci asla sıkmak istemem. Benim için sinema mümkün olduğunca sadeleştirmek, özüne inmek, arada dinamikleri basitçe göstermektir. Böylelikle uzun planda dahi ilgiyi koruyabilirsiniz. Seyirciyi kışkırtmak isterim. Sonuçta nasıl yorumlarsa kabulüm, seyirci daima haklıdır. Beğenmezse çok üzücü tabii, yandık!