Güncelleme Tarihi:
- ‘Efsane Kadın’ nasıl doğdu, oyunu anlatır mısınız biraz? ‘Efsane Kadın’ nasıl doğdu, oyunu anlatır mısınız biraz?
- Metni Ali Kemal Güven’e ben ısmarladım, uzun zamandır böyle bir şey yapmak istiyordum. Sahnede şarkı söylemeyi de çok istiyordum, böyle bir tek kişilik oyun yapmayı da... Tam stand up gibi değil ama seyirciyle de paslaşması var. Oyunculuğum için bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Biz her zaman bir dördüncü duvarla oynarız ama şimdi seyirciyle ilişki kurarak o dördüncü duvarı ortadan kaldırmış oluyorum. Başta arabeskçi bir kadın istiyordum ama son noktada daha kırılgan, daha alaturka, fantezi müzik söyleyen bir kadın haline geldi. Eğlenceli bir oyun oldu, prömiyeri Alanya’da yaptık. Çok iyi reaksiyon aldık. Biliyorsun, komedi zaman içinde oturan bir şey. İlk oyunlar olmasına rağmen gayet iyi reaksiyon verdi seyirci. Yönetmenimiz Naz Erayda bu oyuna çok şey kattı. Oyunun dramaturjisi ile sahne ve kostüm tasarımı da Naz’a ait. Naz olmasaydı bu oyunu çıkartamazdık. Ezop Sahne de iki kadından oluşan bir kuruluş. Yönetmeniyle, yapımcısıyla, oyuncusuyla tam bir kadın oyunu oldu... Müzik direktörümüz Cumhur Bakışkan, yapımdaki tek erkeğimiz. Şarkılara büyük katkı sağladı, altyapılarını yeniden oluşturdu.
- Nasıl bir kadın Efsane Pars?
- Âşık olduğu insanlara bütün servetini kaptırmış, bazıları da yok olmuş hayatından. Ve geldiği noktada hiçbir şeyi kalmamış, elinde avucunda iki gümüş kalmış. Onları da satıyor. Aslında düşmüş bir yıldız olarak başlıyor ve bütün magazin de eleştiriyor; “Bu yapılır mı? Genç adamlarla otel odasında kalınır mı... Neden böyle?” gibi... Kadını yerin dibine batırıyorlar. O da kendini savunmaya çalışıyor. Aslında bir projesi var efsanenin. Sonunda o projeyi hayata geçiriyor. Ve “Efsane is back” diye geri dönüyor finalde.
- Onu ‘efsane’ yapan ne?
- “Ben çok iyi bir oyuncu ve şarkıcı olmadım ama onların gördükleri en güzel düştüm. Benim filmlerimde el ele tutuştular, benim şarkılarımla evlenme teklifi ettiler. Belki radyoda benim şarkımı dinlerken ilk kez öpüştüler. Anılarını yarattım onların, tarihini yazdım” diyor. “Herkesin benimle bir anısı var. Filmlerim var, şarkılarım var”... Tabii ki biraz da hırslı bir kadın ama bu kötü anlamda bir hırs değil. Kendini var etmeye çalışan bir kadın. Asla düşüşü kabul etmiyor. “Gerçek bir yıldız asla düşmez. Sadece ara verir” diye bir lafı var. Biraz hayata dişlerini geçirmiş. Kaç yaşında olursa olsun tekrar kendini var etmiş bir kadın.
- Şarkılı, müzikli bir iş olması hazırlık sürecinizi nasıl etkiledi?
- Çok kısa zamanda çıkardık oyunu. Konservatuardan beri şan hocam, “Şan bölümüne geç” derdi. Sesim iyidir ama tabii yıllar içinde sesimi –bir, iki müzikli oyun dışında- hiç kullanmadığım için söylemeye tam hazır bir halim yoktu. Fakat gözümü kapatıp stüdyoya girip hızla aldık parçaları.
80’LER, 90’LAR DAHA ATEŞLİ, İNANÇLI YILLARDI...
- Pars 80’li ve 90’lı yılların şöhretlerinden. Bugünden geriye bakarsanız, o yılların sizdeki hissi, tadı nasıl?
- Galiba daha gerçek yıllar olduğunu düşünüyorum o yılların. Çünkü şimdiki şarkılar bile hep o yıllardaki şarkıların yeniden aranje edilmesiyle oluşuyor. İnsanların duyguları daha yoğundu. Enerjileri, belki hayata bakışları çok daha farklıydı. Her şeye rağmen büyük bir samimiyet olduğunu düşünüyorum; müziklerde, filmlerde... Belki şimdi daha iyi filmler yapılsa bile hâlâ Yeşilçam’ın o şahane filmlerden vazgeçemiyoruz. Belki bir sürü şeyini eleştiriyoruz ama hepimizin çocukluğu onlarla geçtiği için... Belki şimdiden oraya baktığımız zaman daha gerçek yıllar olduğunu düşünüyorum. Benim de gençliğime denk gelen yıllar; daha ateşli, daha inançlı, hayatı değiştirebileceğime inandığım yıllar. O yüzden o yıllardan birini oynamak da ayrı bir keyif veriyor bana.
- Pars 90’larda değil de bugünün Türkiye’sinin sahne ve sinema dünyasında da efsaneleşebilecek bir isim miydi? Bugünkü ‘yıldızlar karması’nda yer bulur muydu kendine sizce?
- Belki bulurdu, belki bulmazdı. Bulabilirdi aslında. Bu yaşama tutunma arzusuyla.. Ama şimdi ben o dönemki insanlara bakıyorum. Şarkıcı olarak, sinema oyuncularına baktığım zaman... Belki de Türkiye’nin geldiği noktada... Özellikle de kadın olduğun zaman yaş aldıkça yok saydıkları için belki bu yaşta bir kadın aynı ilgiyi göremeyebilirdi. Yeni yeni projeleriyle hayata tutunmak ve kendini var etme isteği öne çıkıp kendini halka sevdirebilirdi de...
- Sizin sinema/tiyatro/müzik dünyasındaki ‘efsane’ kadınlarınız kimler?
- Merly Streep. Aynı dönemin kadınlarından... Türkiye’nin dışında bir yerlere baktığımız zaman, biraz aynı problemler devam etse de hâlâ Merly Streep bence bir efsane. Bir yığın iyi oyuncu var ama bu kadın da... Bizim oyun açısından baktığımızda efsane bir karakter olduğunu düşünüyorum... Çok yetenekli ve hâlâ seyretmeye doyamadığımız bir kadın. Madonna... Madonna bence gene bu klasmanda olağanüstü kadınlardan biri. Hâlâ bedenini bu kadar diri tutmak, hâlâ canlı şarkı ve dans performansı... Bence olağanüstü bir şey. Hâlâ hayatttan vazgeçmemek, hâlâ devam edebilmek. Ama tabii olanaklar da önemli.
Türkiye’de de Türkan Şoray var. Oyunda da bahsediyoruz ondan. O da efsane bir kadın. Müzeyyen Senar öyleydi. Zeki Müren... Bunların hepsi oyunumuzda da olan şeyler. Aslında bir sürü efsane insan var Türkiye’de de. Metin Akpınar bu efsanelerden biri...
- Geçen sezon başlayan, Deniz Çakır’la birlikte sahne aldığınız ‘Beyaz’dan önce bir süredir tiyatro sahnesine çıkmıyordunuz. ‘Beyaz’ bu sene de devam, şimdi de yeni oyun. Ne tetikledi sizi tekrar tiyatro yapmaya?
- Galiba burada biraz tatmin duygusu önemli. Ben sinema yapmaktan, kamera önünde olmaktan çok büyük keyif alıyorum. Ama artık galiba benim için, geldiğim noktada sinema biraz daha geriye düşmüş bir şey. Az önce de söz ettiğimiz gibi kadın hikâyeleri çok az. O zaman tatmin duygusu olmuyor. Oysa tiyatro benim alanım. Sinemaya çok paralar yatıyor. Ona göre popüler insanları, popüler hikâyeleri tercih ediyorlar. Tiyatro öyle değil, tiyatroda kendi hikâyelerimizi anlatabiliyoruz. Bir de ben bugüne kadar tiyatroda daha marjinal, daha karanlık, yeraltından hikâyeler oynadım. Okuldan beri öyle hikâyeler çok hoşuma gidiyor. Belki ilk defa daha ticari bir oyun yapıyorum: ‘Efsane Kadın’.
- Bir de bu kez tek kişilik bir oyun ki oyuncular çoğu zaman daha zor ya da özel olarak tanımlar tek kişilik oyunları. Sizin için nasıl bir deneyim?
- Tek kişilik oyun çok zor tabii. Tek başınıza sahnenin üstündesiniz. O enerji... 1 saat 40 dakika sürüyor aşağı yukarı. O enerjiyi öyle tutabilmek... İki kişilik oyun olduğu zaman biraz paylaşabiliyoruz o enerjiyi. Ama tek kişilik oyunda çok büyük bir performans göstermek gerekiyor. Hele bir de böyle şarkı da söylüyorsanız... Arkada bir de daha önceden çektiğimiz filmler var. Onlarla birlikte epey önemli bir performans. Ama çok keyifli. Ben çünkü biraz stand up’çılara hayranımdır. Çok seviyorum onları. Tek başına seyirciyle kurulan ilişkiler, kendi hikâyeni anlatma... Bu tam öyle bir şey değil ama yine de çok keyif alıyorum seyirciyle kurduğu ilişkiden ve tek başıma orada olmaktan.
- Son dönemde kadın oyunculara belli bir yaştan sonra hikâye yazılmadığı konusunu sıkça konuşuyoruz... Sinema ve dizilerde henüz değil belki ama sanki tiyatro sahnesinde bu durum biraz kırıldı gibi, ne dersiniz?
- Yok, yok, çok haklısın. Az önce de söz ettim; artık kadın oyunculara belli bir yaştan sonra hikaye yazılmıyor ne yazık ki. Tiyatro daha az paraya mal olan bir şey olduğu için orada daha hikâyelerimizi anlatabiliyoruz. 300-400 seyirci yeterli olabiliyor. Sinemaya gitse kimse altından kalkamaz. O yüzden belki daha popüler şeyleri tercih ediyorlar. Türkiye’de kadına bakışla ilgili bir şey. Bakıyorum, 30 yaşına gelmiş, anne... Başka bir hikâyesi yok kadının. Oysa bir yığın.. Anne de olur, başka hikâyeleri de olur. Ama galiba bizde toplumsal olarak öyle kabul edildiği için fazla hikâye yok. Oysa Türkiye gibi çok kültürlü, renk renk kadınların olduğu bir ülkede çok muazzam hikâyeler olduğunu düşünüyorum. Belki bundan sonra hazır tiyatroya bulaşmışken bu yazıp sahneleme işini tekrar edebilirim. Yazıp derken... Birine bir oyun ısmarlayıp onun soluğuyla devam etmek galiba daha keyifli bir şey olacak.
‘MASUMİYET’ VE ‘UĞUR’ ÇOK ÖZEL...
- Derya Alabora denince akla hemen Türkiye sinemasının efsaneleşmiş kadın karakterlerinden olan ‘Masumiyet’in ‘Uğur’u geliyor. ‘Uğur’un sizdeki yeri ne?
- ‘Uğur’ karakteri benim için çok önemli tabii. ‘Masumiyet’ çok özel bir film benim için. Türk sinemasında çok karakter anlatılmaz genellikle. Belki bir, iki tane vardır hatırlayabileceğimiz. Bence ‘Uğur’ da onlardan bir tanesi. Gerçekten çok özel, çok severek oynadığım bir karakter. Hep sinemada daha sert, belki ‘Masumiyet’ten sonra ama dizilerde de komedi oynadım. Son Gupse’nin (Özay) bir, iki filminde komedi oynadım, onun dışında sinema ve dizi benim için ayrıldı. Dizi komedi, sinema daha ciddi işler gibi. ‘Masumiyet’ benim için çok özel bir yerde duruyor. Zeki Demirkubuz da öyle.
* ‘Efsane Kadın’ 18 Ekim Perşembe, 20.30’da Baba Sahne’de.