Güncelleme Tarihi:
Kariyerinde 30’uncu yılın. Geçen zamanı nasıl özetlersin?
Her proje liseden mezun olmak gibi. Lise arkadaşlarını unutmazsın ve hep bir özlemle anarsın ya, aslında benim için de öyle oldu. O yüzden 30 yıl için ‘özlem ve tecrübe’ diyebilirim. Başarı kelimesi tartışılır ama başarıdan ne anladığımı söylersem; çok iyi ekiplerle çalıştım, çok güzel insanlarla tanıştım.
Bunca yıllık deneyimin var ama işe daha yeni başlamış isimlerin adları jenerikte senden önce yazabiliyor. Bu ne hissettiriyor? Takılır mısın böyle şeylere?
Aslında dünya sinemasına ya da dizilerine baktığın zaman büyük isimleri bu tarz rollerde görebiliyorsun. Al Pacino ya da Robert De Niro sahneye giriyor, öyle bir kompozisyon yaratıyorlar ki akılda o kalıyor. Biz ekip olarak ‘Seçtiğimiz işlere imzamızı atıp fark yaratabilecek miyiz’ diye düşünüyoruz. Sonuçta zaten diziden kariyer olmaz. Kalıcı olan yarattığındır.
Diziden kariyer olmaz mı? Neden?
Diziden kariyer olmaz. Yani canını dişine tak, çok iyi oyuncu ol ama üçüncü bölümde o iş kalktığı zaman sen ‘dizisi kalkmış oyuncu’ oluyorsun. Ya da tam tersi... İki sezon gidiyor işin, sonraki işinde tepetaklak olabiliyorsun. İyi proje seçme lüksün de her zaman olmuyor. O yüzden diziden kariyer planı yapmak zor. Evet, o rüzgârla devam edersin, gerçekten iyi işlerde, iyi isimlerle çalışırsın ama bu da çok büyük bir şans yani...
Hayatta olmaz.
Neden?
Dizi oyunculuğu için şunu diyeyim; mesela bir-iki lafı bir araya getiremiyor ama bir montaj ya da bir dublaj harikasıyla yönetmen onu oldurtabiliyor. Yani taşı da koysan oraya, onun da güzel bir açısıyla oluyor bu iş.
Yani herkes oyunculuk yapabilir mi?
Oyunculuk kimsenin tekelinde değildir. Dizilerde herkes oynar. Yetenek bir hediyedir. Tiyatro sahnesinde perde açıldığında da ne yapacağını biliyorsan, olmuşsun demektir.
Oyuncu olmak için tiyatro sahnesi mi gerekiyor?
Oyuncuyum diyebilmek için disiplin, edep, iyi anlamak, yaptığın işe saygı, meşakkatli bir iş olduğu için sabır gerekiyor. Bunlar birleştiği zaman da birçok oyuncu adayı bu sorumluluktan kaçıyor. Biz bu işe ilk başladığımızda sete o sahneyi en dipten en üste kadar anlayıp girerdik. Sadece ‘Burada böyle, şurada şöyle bakacaksın’ telaşımız olmazdı. O yüzden kendini iyi anlamış, bu yola baş koymuş, ciddiye almış oyuncular tabii kalıcı olmayı hak ediyor.
Popülerlikle oyunculuk arasındaki bağı nasıl görüyorsun?
Bunu bu sene yaşayan birkaç proje oldu. Milyon takipçili güzel oyuncularımızın reytinglerini gördük, demek ki takipçi sayısının olması bu iş için yeterli değil. Ama evet, onların oynadığı dizilerin yurtdışına satışları olabiliyor, oyuncunun kendisine yarıyor, reklam alabiliyor... Çok da bilemiyorum, o kulvarda çok değilim. Ama şunu da söyleyeyim; sosyal medyayla beraber artık senaryolar da fanlara göre şekillenebiliyor.
Hikâyelerin gidişini değiştirebiliyor mu hayranlar?
Deneyimledim bunu. Bir projeyi hikâyenin albenisiyle kabul ediyorsun, yolda bambaşka bir şeye dönüşüyor çünkü fanlar başka bir şey görmek istiyor, oraya yoğunlaşıyorlar. Bir anda sanki rakip ve kötü karaktermişsin gibi algılanıyorsun. Senaristler de “Demek ki seyirci böyle bir şey istiyor, buna yönlenelim” dediği zaman fanlar coşuyor. Bu dönüşüm bu kadar da kolay olmamalı.
Cem Yılmaz “Ayvayı yedin sen” dedi
Genelde Çağan Irmak ve Cem Yılmaz filmlerinin aranan ismisin. Bu durumun seni kısıtladığı oldu mu?
İkisi de Türkiye’nin çok yetenekli isimleri. O kadar farklı karakterler yaratıyorlar ve beni başka bir dünyaya dahil ediyorlar ki bu sıkıntıyı hiç yaşamadım. Cem (Yılmaz) mesela son karakteri yazarken “Ayvayı yedin. Sana çok zor bir şey yazıyorum” dedi. Ve karakter çok konuşuldu.
Gerçekten ters köşeydi...
‘Saniye’ karakterini oynadıktan sonra ‘Dilek Taşı’ dizisinde de alkol kullanan bir kadını canlandırdım. Aslında karakter oyunculuğunun keyfine vardım diyebilirim.
Sen hep jönfi oynamıştın...
Evet, ‘jönfi’ dediğimiz başrollerin belli kalıpları var. Oysa burada farklı bir karakter yaratıyorsun, zorlanmanı sağlıyor. Yaratıcılığını da açıyor, “Eyvah, şimdi ne yapacağım” dediğin anda doğru yerdesin demektir. Ben bu son iki rolde de bunu hissettim.
‘Dilek Taşı’ devam ediyor. ‘Rüçhan’ karakterini nasıl anlatırsın?
‘Rüçhan’ oynadığım en keyifli rollerden biri. Çaresizliğin içinde sıkışıp kalmış, kendini içkiye vermiş ve deliye yatan bir karakter. O sıkışıklık, kendini bilmezlik bana çok şey kattı. O yüzden Rüçhan ile ilgili “Canım benim ya, inşallah sağ salim çıkarsın
o evden” diyorum her seferinde.
‘Dilek Taşı’nda seni ne etkiledi?
Projede kavuşamama, anne ve baba olmak vardı, 80 döneminde geçiyordu. Bunlar çok etkiledi. Bir de aslında kime baksam herkes haklıydı.
Dilek tutar mısın?
Tabii. Hıdrellez’de, yılbaşında...
En son ne diledin?
Bir önceki işimden sonra ‘Güzel bir dönem işi olsun’ diye diledim ve ‘Dilek Taşı’ geldi.
Güçlü olduğum yer güzellik değil oyunculuk
Çok güzel bir kadınsın ama bunun ekmeğini yememişsin sanırım...
Evet, güzelliğin ekmeğini yemedim, karakter olarak da öyle bir insan değilim. Hatta farkında olup da utanan biriyim. Bunu ön plana çıkarma ihtiyacı hiçbir zaman hissetmedim.
Pişman mısın?
Zaman zaman... Aslında tek başına olmaktan bile çekinen biriyim, hâlâ galalara bile gidemem. Mesela ortaokul, lise zamanında minibüse, otobüse bindiğimde “İnecek var” diyemez, düğmeye bile basamazdım. Herkes bana bakacak sanırdım.
Nereden geliyor bu çekingenlik?
Annemin koltuğunun altında büyümüşüm. En büyük travmamı da ilkokulda yaşamıştım. Müsamerede şiir okuyacaktım. Hazırlandım, pembe kıyafetler giydim, saçım yapıldı. İsmim anons edildi, koskocaman bir sinema salonu, ben koltuğun altına girdim.
Tiyatro sahnesinde ne yapıyorsun peki? Herkes sana bakıyor...
Tiyatroda perde açıldığında bambaşka bir şeye bürünüyorsun... Güçlü olduğum yer güzellik değil, oyunculuk olduğu için kendime güvenim de oradan geliyor belki.
Yalnız kaldığım yerler oldu
Oyunculuğa nasıl bir anlam yüklüyorsun?
Canlandırdığım karakterle bir hayat paylaşıyoruz, bitince vedalaşıyoruz. O kişiyle tanışmış olmaktan her zaman mutluluk duyuyoruz ama o kadar. Bir sonrakinde ‘Bakalım hayat bizi kiminle tanıştıracak’ diyoruz.
30 yıl senin için bu kadar sakin ve sorunsuz mu geçti?
Geçmedi. Tiyatro kısmı çok güzeldi. İlk 10 yıl BKM süreci, 1994-2004 arası, okul gibiydi. Ama orayı ayrı tutarsam bir-iki enkazımız oldu.
Ne gibi enkazlar?
Başrol olduğunda her şeyin tam olmasını istiyorsun ve büyük sorumluluk hissediyorsun. Herkesin de aynı enerjide ve dürüstlükte davranmasını istiyorsun ama yolda bir şeyler değişince sahiplenme zorlaşıyor. Bazı projelerde yalnız kaldığım yerler oldu. Zaten o projeler de çok uzun sürmedi.
Kadın olmanın zorluğunu yaşadın mı?
Taciz, baskı değil ama kendi dominantlığını, gücünü kadınların üzerinde kurmaya çalışan bir yönetmene denk geldim. İlk defa şahit olduğum bir şeydi. Kadın oyuncular olarak bu duruma göz yummadık.
Aldatıldığımı hep ayrıldıktan sonra öğreniyorum
Gökhan Can ile bir seneyi aşkın süredir birliktesiniz. Aşk nasıl gidiyor?
Güzel, çok keyifli geçiyor her şey. Birbirine özen gösteriyorsun. Dinlemeyi ve dinlendiğimi öğrendim.
Canlandırdığın kadın karakterler sana aşk adına nasıl dersler verdi?
Benim oynadığım dizilerde hiç öyle mutlu kadın ya da aşk yoktu. Genelde de hep aldatılan kadınlardı.
Gerçekte aldatıldın mı?
Ben aldatıldığımı hep ayrıldıktan sonra öğreniyorum, çoktan iş işten geçmiş oluyor. Onun da hesabını sorsan ne olacak yani.
Bir erkekte en tahammül edemediğin şey nedir?
Yüzeysellik.
Sence seksi misin sevimli misin?
Sevimli olduğumda çok seksiyim.
Dışarıdan mütevazı ve sakin bir kadın gibi duruyorsun, gerçekten öyle mi?
Dışarıdan göründüğüm şeyle içimdeki enerji çok tezat. Ama bu tanıdık bildik sularda çıkıyor. Usturupluyum ama yerine göre.
Annelik nasıl gidiyor?
Ergenliğin başında bir oğlum var, Leo 14 yaşına girmek üzere. Sekizinci sınıfta ve şu anda dünyanın en şeker varlığı. Çok keyifli, çok eğlenceli, çok şey öğretiyor bana.