Damla Sönmez: Modern toplum bizi yanında partnerin yoksa eksikmişsin, evlenmediysen başarısızmışsın gibi gösterebiliyor... Ama öyle değil!

Güncelleme Tarihi:

Damla Sönmez: Modern toplum bizi yanında partnerin yoksa eksikmişsin,  evlenmediysen başarısızmışsın gibi gösterebiliyor... Ama öyle değil
Oluşturulma Tarihi: Aralık 04, 2021 07:00

16 yaşında başladığı oyunculuk kariyerine kısa sürede Altın Koza’dan Altın Portakal’a birçok ödül sığdırdı. Şimdi yeni projeleriyle gündemde... Damla Sönmez’le buluştuk, merak ettiklerimizi sorduk: “Güzellik kalıplarına uyamıyorum diye canım sıkılmıyor ama o kalıplara uydurmaya çalışıyorlar diye canım sıkılıyor.”

Haberin Devamı

Damla Sönmez bu aralar bir projeden diğerine koşarken bir yandan da Fransa’da yeni işleriyle ilgileniyor. Onu bu temposu arasında yakalıyoruz. Sağlıklı besleniyor; elinde, içinde yeşilliklerin olduğu bir tabakla karşıma geçiyor. “Şimdilerde mükemmeliyetçiliğimi törpülemeye çabalıyorum. Sabırsızlığımdan biraz kurtulmayı deniyorum” diye anlatıyor. Özel hayat konuşmak istemese de “Aşk uçlarda yaşanan değil, uçlarda olan bir şey ve sevgiye döndüğünde güzel bence” diyor.

İlk kez ‘Deniz Seviyesi’ filmin için buluşmuşuz, üzerinden yedi sene geçmiş. Bu yedi senede neler değişti?

Geçen hafta sen verdiğin röportajda demiştin ya, “İnsanın kendi hakkında konuşması çok zor” (gülüyor).

Beni, benim cevaplarımla vurma ama...

(Gülüyor) Detaylarda boğulan biriyim, onu kendimi hırpalamayacak bir yere çekmeye çalışıyorum. Mükemmeliyetçiliğimi törpülemeye çabalıyorum. Çok sabırsızım. Sabırsızlığımdan biraz kurtulmayı deniyorum. Geçmişte “30’lu yaşlara gelmeden bazı şeyleri anlamıyorsun” derlerdi. İnanmazdım. Ama gerçekten 30’dan sonra “Bunları bu yaşa kadar anlayamazdım” diyorum. Bir dönüşüm gibi. Aslında tam olarak kim olduğumuz değişmese de algılarımız, ne yaşadığın değilse de nasıl yaşadığın değişiyor.

Haberin Devamı

İsminin başına konan ‘ödüllü oyuncu’ sıfatını en çok hak edenlerdensin... ‘Altın Koza’, ‘Altın Portakal’, ‘SİYAD’, ‘Londra Film Haftası’... Hayatı genç yaştan itibaren ödül ağırlığıyla yaşamak nasıl bir şey?

İlk ‘Altın Portakal’ aldığımda 22 yaşındaydım. Festivale gittim, ödülümü teslim ettiler. Okulda vize haftasındaydım. Ertesi gün okula dönüp sınavlarıma girdim.

Damla Sönmez: Modern toplum bizi yanında partnerin yoksa eksikmişsin,  evlenmediysen başarısızmışsın gibi gösterebiliyor... Ama öyle değil

KENDİMİ ÖZGÜR BIRAKTIM

Sürreel değil mi?

Tam sürreel bir durum. O ödül de bu işin son noktası olacakmış gibi gelmişti ama öyle değil, hayat devam ediyor. Bir projede ödül aldınız diye bütün ödülleri siz alacaksınız diye bir şey de yok. Ama soruna dönersek, bir ara kendimden beklentimin yükseldiğini fark ettim. İçime kapandım. Sonra kendime “Oynamayı seviyorsun, oyuna devam et” dedim, kendimi özgür bıraktım. Zaten bir filmi de ödül alacak diye çekemez ve bu şekilde ona dahil olamazsın. Festivallerin temasını, filmleri, jürileri bilmiyorsun... Ben normal işimi yapmaya devam ediyorum.

Haberin Devamı

St. Joseph mezunusun. Ardından Sorbonne Üniversitesi’ni kazanmışsın. Ama dünyanın en iyi okullarından birini bir sene sonra bırakıp Türkiye’ye geri dönmüşsün. Hep böyle tutkularının peşinden dilediğince giden biri mi oldun?

İş olarak evet. Hep istediğim, tutku duyduğum işlerde oldum. Ama okula dönersek... Ben aslında Nice’te bir okulda oyunculuk okuyacaktım. Herkes “Sorbonne yaz ilk tercihine, nasıl olsa kazanamazsın” dedi. Yazdım.

TAM BİR EV İNSANIYIM

Ve bingo! Kazandın...

Aynen. Mülakata girdim ve kazandım. Ne ailem, ne arkadaşlarım “Gitmek istiyor musun” bile demedi. Ben bir anda Sorbonne’lu oldum. Orada dramaturji okuyacaktım. Oysa ben oyunculuk istiyordum ve geri dönüp burada okumaya karar verdim.

Haberin Devamı

Yıllardır oyunculuk yapıyorsun. Bu hayatta en çok neyin özlemini duyuyorsun?

Düzenli bir hayat.

Senin mesleğin için bu ütopik bir hayal değil mi?

Çok zor. Oysa ben tam bir ev insanıyım. Yemek yapayım, film izleyeyim, arkadaşlarım gelsin... 23.00 gibi uyuyup sabah 6.00’da kalkayım. Giresun’da ‘Sibel’ filmini çekerken sabaha karşı 4.00’te kalkıyorduk. Gündoğumunda çekim yapıyorduk. Hayatımda kendimi daha iyi hissettiğim başka bir dönem yoktu.

Zaten sakin duruyorsun. Bu söylediklerinden sonra tam da bir ev kuşu gibi oldun. Uçların yok mu?

Duyguları uçlarda yaşayabiliyorum. Kimseyi etkilemeyecek bir şey beni üç gün yatağa yatırabiliyor. Bazen de en ufacık şeylerden çok mutlu oluyorum, etrafımdakiler “Abartma” diyor.

Haberin Devamı

Aşkta uçlarda mısın?

Aşk çiçeğe, böceğe de olabilir (gülüyor)... Aşk uçlarda yaşanan değil, uçlarda olan bir şey ve sevgiye döndüğünde güzel bence.

Şimdi âşık mısın?

Hayata âşığım, arkadaşlarıma âşığım (gülüyor)... Zorlama, bu sorulara cevap vermeyeceğim!

OYNADIĞIM KARAKTERİ KORUMAK ZORUNDA KALDIĞIM ZAMANLAR OLDU

Şu an hayatta nelere dair şikâyetin var?

Kadına ve çocuklara şiddet, taciz, tecavüzü anlamıyorum, anlamak istemiyorum. Bunları reddediyorum.

Show TV’deki dizin ‘Aziz’ 1930’larda geçiyor ve orada da şiddeti görüyoruz. Üzerinden 80-90 yıl geçmiş ama hâlâ bunu konuşuyoruz. Sence bu ne zaman değişir?

Çok uzun yıllar, eğitimle değiştirilebilecek bir şey. Tamamen güçle alakalı. Bu da daha mutlu, eğitimli, psikolojik yönden daha rahat yaşayan toplumlarla olabilir. Mutsuz olan insanlar, mutsuz çocuklar yetiştirdiklerinde onlar da bir şekilde psikolojik sorunları olan yetişkinlere dönüşüyor. Bunun değişmesini istiyorum. Bu yasalarla değişecektir. İstanbul Sözleşmesi de çok önemli.

Haberin Devamı

16 yaşında oyunculuğa başladın. 18 yıldır da oynuyorsun. Mesleğinde kadın olduğun için bastırıldığın şeyler oldu mu?

Bir senaryoda erkeğin başına bir şey geldiğinde onu mağdur, kadının başına geldiğinde onu suçlu gösteren şeylerden rahatsızlık duydum hep. Mesela bir erkek karakter alkolikse onun çektiği acılardan bahsediyor, kadın karakter alkolikse ve hele bir de çocuğu varsa, “Anne alkolik olmaz” diyoruz. Oysa kadınların başına gelen bu olaylar belli yaşanmışlıklardan kaynaklanıyor. Böyle bir kadın karakter yaratmamak pozitif bir ayrım gibi görünürken aslında kadının hikâyesini reddediyor ve kadının başına bunların gelebileceğini, bunlarla baş etmeye çalışırken yanlış bir yol tutturmuş olabileceği gerçeğini atlıyoruz. Bu tip konularda hikâyeler açısından çok savaş verdim. Senaristten, yapımcıdan daha çok kendi oynadığım karakteri korumak zorunda kaldığım zamanlar oldu.

BU TUZAKLARA DÜŞMEYECEĞİM

‘Aziz’, 1930’ların Antakya’sında geçen bir dönem işi... Cep telefonu olmayan bir hayat deneyimi nasıl?

Anlık ulaşılır olunan bir dünyanın dışında yaşamayı çok isterdim. Kendi ulaşılabilirlik sınırlarımı çizebilsem iyi olurdu. Ama negatif yönleri de var tabii. Sen de istediğin kişiye istediğin anda ulaşamıyorsun ama bana okey. Sıkıntı yok.

Canlandırdığın Dilruba nasıl bir karakter?

Tutkulu ve hırslı. Bir yandan da o dönemin şartlarında âşık olduğu adam Aziz, uzaklara gitmiş ve onun öldüğü haberini almış. Sonrasında olabilecek en olur taliplerinden biriyle evlenmeye karar veriyor. O kişi de Aziz’in kuzeni Adem. Bir gün Aziz çıkageliyor. Dilruba hem Aziz’e aşkını anlatmak hem Adem’le evlenmemek için çok mücadele ediyor. Şimdilik işler de istediği gibi gitmiyor.

Aziz aldatıldığını düşünüyor, sen hiç bunu yaşadın mı?

Ooo bu soruları buralardan mı bağlayacaksın gerçekten ya (gülüyor)... Bu tuzaklara düşmeyeceğim. ‘Aldatılmak sadece ikili ilişkilerde var’ diye de düşünmemek lazım. Birçok dostlukta geride bırakıldığını ya da korunmadığını, yanında olmasını isterken birinin yanında olmadığını görmek daha büyük aldatılmak.

Dilruba’nın sevdiği adam için yapmadığı şey yok. İnsan aşk için ne kadar ileriye gidebilir?

Bu aşk değil bence. Bütün şarkılarda, romanlarda, filmlerde işlenen şey normalin aşırılaşmış hali. Aşkı yaşamak onu nasıl sevgiye dönüştürdüğünle alakalı.

Hikâyenizdeki gibi bir insan diğerine bir ömür âşık olabilir mi?

Çok âşık olduğun birinden ayrılırsın, bir daha âşık olmayacağım dersin sonra karşına biri çıkar ve âşık olursun. Birinin, birine âşık olması da şart değil. Kimseye âşık olmadan yaşamayı seçen insanlar var. Modern toplum bizi her şeyde çift olmamız gerekiyormuş gibi, yanında partnerin yoksa eksikmişsin gibi, evlenmediysen başarısızmışsın gibi gösterebiliyor. Ama öyle değil. Etrafımızdaki ilişkilerden görüyoruz. Ve tek başına olmakta da bir sıkıntı yok. Bir ömür birini bekleyebilirsin ya da kimseyi beklemiyorsundur, tek başınasındır, o da güzel.

Dizide senin sahnelerini daha az gördüğümüz zamanlar fan’ların sosyal medyada ciddi sitem ediyor. Murat Yıldırım’la partner olmanız bekleniyor. Hashtag’ler açılıyor. Ne düşünüyorsun?

Görüyorum ben de o yorumları. Dizide aslında herkes, herkesin partneri bence. Bir oyuncu benim annemi oynuyorsa, o da benim oyuncu partnerim zaten. Bir de ‘Sibel’ filmi yurtdışında çok başarılı oldu. Şimdi Fransa’da bir ajansım da var. Pandemiden önce konuştuğumuz bazı projeler vardı. Onların görüşmeleri yoğunlaştı. Biraz daha az zamanımı alacak bir projede olmam önemliydi. Aslında hem Efnan, hem Dilruba karakterleri için görüştük. Ben Dilruba’nın ateşini sevdim. Zamanlama olarak da bana daha uygun.

Bir diğer işin ‘Saygı 2’ de yayında. Orada da savcı Arya karakterini canlandırıyorsun. Ercüment (Nejat İşler) karakteriyle aralarında bir av-avcı ilişkisi görüyoruz. Sen hayatta av mısındır avcı mı?

Bazen avım, bazen avcıyım sanırım. Bu oyun gibi bir şey. Tutarlarsa tutarlıyım, tutmazlarsa tutarsızım (gülüyor).

Hangisini daha çok seviyorsun peki?

Oyunu görerek, bilerek av olmayı severim.

GÖZALTLARIM YÜZÜME KARAKTERİSTİK BİR HAVA KATSA DA DİZİLERDE İZİN YOK!

Oyuncuları güzellikleri üzerinden eleştirebiliyoruz. “Gözleri güzel ama boyu yeteri kadar uzun değil” gibi... Bunlar seni ne kadar etkiledi?

Etkilemez diye düşünsen bile bir şekilde etkileniyorsun. Bunun için oyuncu olmana gerek yok, Instagram’da yaşayan ve kaç beğeni aldığımızla ilgilenen bir toplumuz artık. Geçen gün Füsun Demirel’le konuşuyorduk, İtalya’da konservatuvara giriş sınavlarında kilolular da, şiveliler de seçilir. Her tip oyuncuya ihtiyaç var diye düşünülür. Bizde kiloluysan kilo vermen söyleniyor. Mesela  televizyonda karakterin çökmüş olması gerekirken “Öyle olmaz ama” diye makyaj yaparlar. Ya da şunu söyleyeyim, benim gözaltlarım aileden
gelen bir şekilde daha koyu, bu benim yüzüme karakteristik bir hava katsa da dizilerde ona izin verilmiyor.

Neden?

Çünkü belli bir güzellik standardı var. Bunlar beni ufak ufak etkilese de çok fazla umursamadan yaşamaya çalışıyorum.

Başarıyor musun?

Güzellik kalıplarına uyamıyorum diye canım sıkılmıyor ama o kalıplara uydurmaya çalışıyorlar diye canım sıkılıyor. Genç kızlara bunu öğütlüyorum: Derdiniz, neden o kalıbın içinde olmadığınızla değil, sizi o kalıba sokmaya çalışanlarla olsun.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!