Galip Öztürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin önündeki son durakta inip köy meydanına yürüyorum. Köy kahvesi en sevdiğim yer. Başta yadırganıyorum hep ama şaşkın bakışların yerini kısa sürede muhabbet alıyor. Çünkü insanlar yaşadıkları yere ilgi duyulmasından, hayatlarını anlatmaktan hoşlanıyor.
Kahvenin sahibine selam verip biraz konuşmak istediğimi söylüyorum. Ne doğru yerdeymişim meğer! Kahveci Mehmet Çoker (66), bu köyün ilk sahiplerinin torunu çıkıyor.
“Eskiden burada Harry Ackerman isimli bir Yahudinin çiftliği varmış. 1928’de dedemle iki arkadaşı Bulgaristan’da her şeylerini satıp burayı 55 liraya, o Ackerman’dan almışlar. Çok büyük paraymış o zaman, İstanbul’da çok yer alırmışsın. Dedem Mehmet Ağa’yla iki kardeş Fevzi Ağa ve Mustafa Ağa kurmuş işte bu köyü” diye biraz anlatıyor.
Kahvenin ömrü de Mehmet Abi’nin yaşı kadar. Babası işletiyormuş, sonra ona kalmış. Dedesinin resmini de gösterdikten sonra, “Aslında bu işleri benim biraderler bilir, sen git Beyaz Bahçe’ye, onları bul” diyor bana.
Emir büyük yerden, yola düşüyorum. Beyaz Bahçe, 33 yıllık bir işletme. Şu an köyün her yerini saran mangalcı, kafe, kır düğünü mekânlarının ilki. Ahmet Çoker’le (55) konuşmaya başlıyoruz.
“Burası Kılıçlı Köyü’ne bağlı Aminos Çiftliği’ymiş. 1928’de dedemler alıp adını Çavuşlu Çiftliği yapıyorlar. Akrabalar geliyor Bulgaristan’dan. 1937’de
Atatürk, Polonezköy’ü ziyaret ediyor. Yanındakiler ‘Az ileride Bulgaristan göçmenlerinin çiftliği var’ deyince buraya da geliyor. 100-150 kişi olmuş o ara nüfus. Çiftçilik, hayvancılık, orman işleri yapıyorlar. Atatürk buranın bir proje köy yapılmasını istiyor, adını da Cumhuriyet koyuyor. Okulu, camisi yapılıp büyüyor.”
90 yıllık tapu bilmecesi Peki abisi Mehmet Bey’in anlattığı davalar ne? O kısımlar biraz karışık işte: “Dedemler ormanlarıyla birlikte yaklaşık 18 bin dönüm araziyi 55 liraya aldıklarında bir Osmanlı tapusu da alıyorlar. Fakat Bulgaristan’da sattıkları 35 hanenin bütün malvarlığı, takılar, altınlar, hepsini yatırmalarına rağmen bütün parayı toplayamıyorlar. Harry Ackerman dedeme ‘Ben yurtdışına yerleşeceğim, tapuyu Ziraat Bankası’na ipotek ettirelim, siz borcu oraya ödeyin’ diyor. 35 aile başlıyor çalışıp ödemeye ama seneler geçiyor, büyük kısmı ödense de borç bir türlü bitmiyor. Atatürk ziyaret ettiğinde dedemler durumu anlatıyorlar.
Atatürk borcun silinmesi için emir veriyor.” Ben, sonrasında işler yoluna girdi herhalde diye düşünürken hikâye daha da karışıyor. Ahmet Bey’in anlattığına göre köyde bir ‘muallim’ dışında okuma-yazma bilen olmadığı için, devletten gelen ve “Gelin, tapunuzu alın” diye özetlenebilecek belgeler, “Acaba borç üstüne borç mu bindi, silinmedi mi” şüphesiyle alınmıyor. Bir vakit sonra İsmet İnönü, “Orman arazileri, tapuları olsa da devletin malıdır” diyor ve tapuların ormana dahil bölümleri geçersiz oluyor.
Aralarda olanlar
film gibi ve uzun. Ziraat Bankası’ndan tapularını alıp yeni Türkçeye de çevirtiyorlar ama belirsizlik devam ediyor, bir istimlak bedeli bile alamadıklarını söylüyorlar. Köyün arazileriyle ilgili 40 yıldır süren davalar var.
Gelelim Beyaz Bahçe’ye... Çoker ailesi 33 yıl önce Polonezköy’deki hareketliliğe özenip açmış burayı. İlk dört-beş yıl, doğru dürüst gelen olmamış ama sebat etmişler. 90’ların başında piliç çevirme modası çıkınca böyle bir yere dönüştürmüşler. “Önce tavukçu olarak tanındık. Sonraki yıllarda talebe göre büyüdük. 17 yıl önce düğün işlerine girdik. Mayısla ekim sonu arası düğün, kına, bekârlığa veda partileri için doluyuz hep. Bizden 15 yıl sonra her yer işletmeyle doldu. 10 yıl önce bir de butik otelimiz oldu. Dizilere, filmlere günübirlik kiralama da yaptık” diyor Ahmet Bey.
Mehmet Çoker, aile büyüklerinin fotoğraflarıyla...Kim bu ‘Ressam Mehmet’?Meydana dönüp Cumhuriyet Market’e giriyorum. 42 yaşındaki Recep Civelek, köyün çoğunluğu gibi Trabzonlu. Göçmenler çoktan satıp savıp gitmişler. Babası 1970’te köye yerleşen Recep Bey, “Başka yerde oturmayı düşünmedim. Trabzon’a bile gitsem üç günde özlerim. Huzurlu bir yer. En son 1976’da bir vukuat olmuş, başka duymadım ben” diyor.
Cihangir Fırçasıgüzel, ‘Ressam Mehmet’in torunu
Recep Bey’in dükkânı Ressam Mehmet Caddesi’nde. Peki o kim? Soruşturuyorum. “Adı Mehmet Fırçasıgüzel. 1992’de öldü. Oğlu emekli süvari binbaşı Ertuğrul Bey. Torunu da şuradaki Bamboo Cafe’yi işletiyor” diyorlar.
Karşımda Cihangir Fırçasıgüzel (54) var. “Dedem Selanik göçmeni. Şehzadebaşı’nda oturuyorlarmış. Bu köye gezmeye gelip üzüm yemiş. O üzümün tadı, bu köy çok hoşuna gidince 18 yaşında yerleşmiş. Değirmencilik yapmış. İlk camiyi o yaptırmış. Bu arazi de ondan kaldı. Sert bir adammış. Ben en büyük torunuyum ama öptüğünü hatırlamam hiç. Arada koklardı” diyor.
Dedesinin kıl testeresiyle oyarak yaptığı gramofon kutusu orada duruyor. Ama resimlerinden, çinkodan kalıplarla yaptığı işlerden kalmamış hiç. Cihangir Bey’in maketlerinin de bulunduğu mekânın, kahvaltıda servis edilen, ‘kırbika’ isimli bir spesiyali var. Kahvaltı 40 TL.
Köyün sanat kalesi
Cumhuriyet Köyü’ne gelip ünlü heykeltıraş Mehmet Aksoy’un meşhur ‘Böcek Ev’ine uğramamak olmaz. Üstünde “Taş taşırım, laf taşımam” yazan vincin ortasında durduğu bahçeye ilerliyorum ama Aksoy’u bulacağımdan umutlu değilim. Çünkü geçen yaz, 18 yıldır yaşadığı Cumhuriyet’ten taşınıp Ege’de bir heykel akademisi kuracağını okumuştum.
Ama işte günün en güzel sürprizi karşımda. Bahçede mermerleri biçimlendirirken, çalışırken buluyorum Aksoy’u. “Gitmemişsiniz, çok sevindim” diyorum. “Egeliyim, oradaki denizi, iklimi seviyorum ama burası da Cumhuriyet Köyü’nün heykel cumhuriyeti” diyor. Bu atölye aynı zamanda Aksoy’un işlerinin sergilendiği bir açık hava müzesi. Böyle bir planı da varmış zaten. “Önümüzdeki seneye doğru olur” diyor. Biz konuşurken Antakya için Özgürlük Anıtı ve Daphne-Apollon heykeli üstünde çalışıyor. “Bir de ‘Kendini Doğuran Adam’ heykelim var üzerinde uğraştığım” diyor. Köye giderseniz ziyaret etmeden geçmeyin.