Güncelleme Tarihi:
- Hadi başlayalım Hakan. Ama hâlâ karakterdeyim, kendini kolla!
Hâlâ karakterdeyken sorayım, ‘Fi’de canlandırdığınız psikopat Can Manay ne kadar sizsiniz?
- Uzaktan yakından onunla alakam yok. Tek ortak yanımız, ikimizin de erkek olması. Teknolojiyi onun gibi kullanamıyorum, onun gibi kendimden vazgeçecek kadar âşık olur muyum, olmaz mıyım onu da bilmiyorum.
Empati kuramasam canlandıramam
Şimdiye kadar hiç kendinizden vazgeçecek kadar âşık olmadınız mı?
- Oğlum Ali Ateş var. Olmuşum demek ki (gülüyor)... Ama Can Manay’a dönersek, ben kendisini seviyor ve haklı görüyorum. Zararı kendine. Empati kuramasam canlandıramam. Psikopat dedin ama belki değildir. Yaptıklarının bir sebebi olabilir.
Bu kadar normalleştirmesek... Sevgilisinin evini gizli kameralarla donatıp röntgencilik yapan bir karakterden bahsediyoruz.
- Hangimiz birilerini stalk’lamıyoruz?
Can Manay, Türk toplumundaki erkeklerin ne kadarını temsil ediyor?
- Sosyoekonomik sınıf olarak yüzde 1’ini. Düşünce olarak daha fazlasını. Elimize fırsat geçse hangimiz sevdiğimiz kadını 24 saat gözlemeyiz?
Siz kimleri stalk’luyorsunuz?
- Stalk’lamanın ne demek olduğunu bile geçenlerde öğrendim. İki sene öncesine kadar mail adresimi isteyenlere ev adresimi veriyordum. Teknolojiye o derece yabancıyım.
Twitter kullanmanın faydası yok
Twitter’ı da bu sebeplerle mi terk ettiniz?
- Orada ne yazsam olmuyordu. “Ben bununla niye uğraşıyorum ki” diye düşündüm. Mesela evinde oturmuş 12 yaşındaki bir çocuk birden “Ozancım” diye başlayan bir şeyler yazıyor. Twitter kullanmanın bana bir faydası olduğuna da inanmıyorum.
Kimseye sempatik görünmekle mükellef değilim
Sizi çözmek zor. Bir yanda ayakkabı dükkânında müşterileriyle ilgilenen bir adam, diğer tarafta yıldız bir başrol oyuncusu... Bazen komik ve neşeli, bazen cool ve zor bir duruş...
- Kimseye sempatik görünmekle mükellef değilim. İşimi sevsinler, benim için tamam. Ayaküstü röportaj yapmayı sevmiyorum, insanların ellerinde sadece kamera ve mikrofon olduğu için her şeyi sorma hakları olduğunu da düşünmüyorum. Bunu seven olabilir, özel hayatını açar ama açmayı tercih etmeyen de vardır. Sonra birileri bunu görüp, “Ay ne soğuk adam” diyebiliyor. Ama ben bununla ilgilenmiyorum, sevdiğim işi yapıyorum, yaptığım işi sevenler olursa da her zaman onlara minnettar olurum.
Şöhretin idaresi bu işin önemli bir parçası değil mi?
- İlk zamanlar neden birileri bana bakıyor diye mahcubiyet hissiyle rahatsız olursun, bu durum kimilerinin de hoşuna gider. Ama sürekli gözetlenme duygusuyla yaşamak bir süre sonra rahatsız ediyor. Ben kalabalığa karışmayı, kaybolmayı seviyorum.
Ben oğlunun hastası bir babayım
42 yaşındasınız. 40’larda neler değişti?
- Eskiden, “Ne kadar katıymışım” ya da “Ne kadar esnekmişim” diyerek fikirlerim değişebilirdi ama artık her şey daha az değişmeye başladı. Taşlar artık daha nadir yerinden oynuyor. Bu da beni hem heyecanlandırıyor hem de bu hayat neden bu kadar geç başladı diye üzülüyorum.
Peki, çapkınlıklar ne oldu?
- Sana ne? (gülüyor) Ben ilişki severim. Eskiden gençtik, vaktimiz oluyordu. Şimdi “Yerim sabit olsun” diyorum.
Yıllardır ekranda farklı kültürlerden âşık adamları canlandırdınız, çözdünüz mü aşkı?
- Aşk ne kadar uzun sürerse ayrılığın acısı da o kadar uzun sürüyormuş.
Oğlunuz Ali, 13 yaşında. Hep anneler çocukla değişen hayatlarını anlatır. Peki, babalık sizde neyi değiştirdi?
- Bir erkek baba olmadan ölürse hayatın yarısını yaşamamış saysın. Ben oğlunun hastası bir babayım.
60 dakikada da dizi olabiliyormuş
Marka Konferansı’nda dijitalleşme üzerine konuşma yapacaksınız. Dizilerin dijital dünyada yer bulması neleri değiştirdi?
- Konferansta işin finans açısını başkası anlatacak, ben ve Serenay (Sarıkaya) biraz daha duygusal açıdan bakarak konuşacağız. Bu işi hepimizin yapma sebeplerinden biri, ilk defa deneniyor olmasıydı. Hem bir kitap uyarlaması, hem 60 dakika, hem dijitalde... Çok heyecanlıydı. Şimdi bakınca yapabilmiş olmak, başkalarına da cesaret vermesi bizler için bir madalya.
Bundan sonrası için faydası ne olur?
- Başka bir alan daha olduğunu ve orada da bir şeyler yapılabileceğini gösterdik. 60 dakikada da dizi olabiliyormuş, finanse ediliyormuş ve herkes mutlu oluyormuş.
60 dakika oynamak oyuncuya ne katıyor?
- Meseleyi anlatmak için fazla vaktiniz yok, daha dikkatli ve daha odaklanmış olmanız gerekiyor.
Reyting sıkıntısı internette yerini tık beklentisine bırakıyor. Kurtulamadığımız ölçümlerle aranız nasıl?
- Televizyonda sabit deneklerin haftalık izleme raporunu alıyorsunuz. Ama internet hedef kitlesini belirleme açısından nokta atışı yapma imkânı tanıyor, dolayısıyla verileri daha efektif kullanabiliyorsunuz.
Herkesin ağzında klişe bir ahlakçılık...
Karakteriniz Can Manay’ın bir lafı var; “İnsan olmanın maliyeti çok düşük; yumurta, sperm, kâfi miktarda şehvet. Ve işte dünyadasın.” İnsan olmanın maliyeti bu kadar düşük mü?
- Bir de yatak gerekiyor, tabii şart değil (gülüyor). Burada ‘maliyet’ lafı söyleneni negatif gibi algılamamıza sebep oluyor. Ama bir insanın dünyaya gelmesi, iki kişinin çiftleşmesi kadar basit bir olay.
Hazır konu buradan açılmışken gelelim dizide sözü geçen sevişme sahnelerine...
- Kendi kendime bu konuya gönül koyuyorum. Koca bir iş yapılıyor, artık buraları geçmemiz lazım. Bir oyuncu için bunun bir koşu sahnesi çekmekten farkı yok.
Neden cinselliği olağanlaştıramadık?
- Cinsellik okuma-yazmayı öğrenmek kadar erken öğrenilmesi gereken bir şey. Cinselliğin konuşulması değil, uluorta yaşanması ayıp. Ama erkeklerimizin ne kadar cinsel eğitim aldığını biliyoruz. Anne-baba; çocuklarına bu konuyla ilgili onları hayata hazırlayacak birçok şey anlatabilir ama her şeyin başı ekonomik durum, eğitim ve kültüre dayanıyor. Doymamışlıkla, biz kadınlarımızı nasıl güzel sevebiliriz? İşte kadın cinayetlerinin, sapkınlıkların ve bir sürü şeyin sebebi de bu...
‘İkinci Bahar’dan bu yana geçen 20 yılın muhasebesini yaparsak, toplumda neler değişti?
- Aynılaşmaya başladık. O dönemde iki kişi öpüşürken aile büyüklerinin gözümüzü kapatmadığı diziler oynuyordu. Hiçbirimiz de ahlaksız, vicdansız olmadık ya da olmamaya çalışıyoruz. Eskiden de ayıp vardı ama o televizyonda öğretilen bir şey değildi. Şimdi klişe bir ahlakçılık herkesin ağzında ama kim, neyi uyguluyor bilmiyoruz.
Bir şeylerin gösterilmemesi, buzlanması bizi daha ahlaklı yapar mı?
- Bir şeyi ne kadar sıkarsan patlar. Siz bir çocuğun televizyon seyrettirilmeyerek ahlaklı olacağına inanıyorsanız açmayın televizyonu. Ama sokaktan nasıl koruyacaksın?
İlk sahnede gözlerimiz doldu
15 yıl sonra karakteriniz robot ‘216’, ‘Arif v 216’ filmiyle geri dönüyor. Yeniden aynı makyajı yapıp robot olmak ve Arif’le karşılaşmak nasıldı?
- Acayipti. İlk sahnede gözlerimiz doldu, Cem’le birbirimizden gözlerimizi kaçırdık. Yıllar sonra ilkokul arkadaşınla karşılaşıp rakı içmek gibiydi. Sonuçta şahane bir film oldu. İnşallah üçüncüsü de olur, bizim çocuklarımız oynar.
Filmde Arif ve 216’nın dostluğunu göreceğiz. Cem Yılmaz ve sizin dostluğunuz nasıl?
- Biz iyi arkadaşlarız. Yaptığımız işlerle ilgili birbirimizin fikrini alırız. Uzun zamandır birlikte çalıştığımız bir ekip de var; Zafer Algöz, Özkan Uğur...
“Yine aynı ekip” klişesine hazır mısınız?
- Martin Scorsese için neden söylenmiyor? Ben ona hiç aynı adamlarla film çekmiş demedim. Nereden geliyor akıllarına...
Zamanla geleni kadın değil, karaltı olarak görüyorsun
Beşiktaş’ta bir ayakkabı mağazanız var, esnaflık nasıl gidiyor?
- Küçük esnafım, KOBİ. Aslında o bir gönül bağı, konservatuvar okurken başlayan serüven devam ediyor.
Yıllarca kadın ayakkabısı satmak kadınlar hakkında ne öğretti?
- Dünyanın en zevkli ve zor işi. Ufak ufak yazıyorum bunu. Önceleri, gençken, çevrendekiler “Vay ne güzel, kadınların içindesin” derken bir süre sonra o bir iş oluyor ve geleni bir kadın değil, karaltı görüyorsun. Tabii bu arada kuaförler gibi sohbet ediyorsun. Eşleriyle arkadaş hatta akraba gibi oluyorsun.