Güncelleme Tarihi:
Kantin’in ilk gününden...
Aklımda en çok karatahtaya yazdığım mönüsü (mercimek çorba, fırın köfte ve püre, ballı kurufasulye ve pilav, dereotlu bezelye, yeşil salata, cheesecake), aniden bastıran kar ve klor kokan pilavım kaldı. Panikten pirinci akşamdan ıslayıp gitmiştim. Bütün gece musluk suyunda durunca klor kokusu olduğu gibi pilava geçti.
Burayı açarken aklımda...
Mahallenin öğlen lokantası olmak vardı.
15 yıla varmayı...
Hiç düşünmemiştim, hiç hesap kitap yapmamıştım, hiç plan kurmamıştım. Sadece ertesi güne ne pişireceğimi biliyordum.
Türkiye’de bir lokantanın 15 yılı devirmesi...
Mucize demek. Hele bir de içki satmayan, aslında bir öğlen lokantası olan ve kendine has tavırlarında ısrarcı olan bir işletmenin on beşinci senesini görmesi iyice öyle.
En büyük çuvallamam...
Birkaç sene önce yaptığım yılbaşı yemeğinde kazların pişmeyişi... İnsanlara kayış gibi kazlar servis etmiştim. Herkes kibarlığından ya da benden korktuğundan yemişti.
En büyük zaferim...
Tutkunu olduğum aşçılığı kendi düzenim içinde yapıp, ekmeğimi kazanabilmek. Çok şanslıyım.
Bu kutlamayı bu şeflerle yapıyorum, çünkü...
* Hepsinin yemeğini beğeniyorum
* Hepsi Kantin müşterisi
* Hepsinin kariyerleri Kantin’den genç
* Hepsi özel
Bugüne özel kitabı Bülent Erkmen hazırladı...
Çünkü başkası yapamazdı. Çünkü kimse onun kadar müdavim değil. Neredeyse her öğlen yemeğini burada yiyor, yemek randevularını da buraya veriyor. Bir de
şu var: Ruhumdan ne geçiyorsa yüzümden onu çok iyi okuyor.
Kantin’e ihtiyaç vardı, çünkü...
Mahallede öğlen gidip ‘yemek gibi yemek’ yiyebileceğin adamakıllı bir lokanta yoktu.
Burası yemekleri, duruşu, müşterileri ve ruhu ...
Nedeniyle herhangi bir lokanta değil. Moda olana oynamaz, kendi bildiğinden şaşmaz, prensiplerine hastalıklı derecede bağlı, malzemeye ve üreticiye şiddetle sadık, lezzetin peşinde, hem aynı kalmanın hem kendini geliştirmenin uğraşında.
Bundan sonra Kantin’de...
Bugüne kadar ne gördüyseniz onu göreceksiniz. Ama daha iyisini!