Güncelleme Tarihi:
Oya Baydar, “Benim hikâyem anlatılmaya ne kadar değer kuşkuluyum. Benim çevremde, kendi sol kuşağımda öyle insanlar var ki, onların macerasını öğrendiğimde çoğu kez, ne kadar düz bir hayat yaşamışım diye düşünmekten kendimi alamadım” diye başlıyor hayatını anlatmaya.
Ancak Ebru Çapa’yla yaptığı nehir söyleşi sonunda ortaya çıkan hikâye hiç de öyle düz bir hayatı anlatmıyor. Tam tersine kendisiyle uyuşsanız da uyuşmasanız da pek çok açıdan ilham verici, çarpıcı, tek solukta okunan bir yaşamöyküsüne sahip.
Ağlayarak değil, mücadele ederek
Son toplamda anlatılan sadece Oya Baydar’ın hayatı değil. Türkiye’de solun (ve de sağın), askeri müdahalelerin, her yaştan insanın hayatlarının nasıl devlet eliyle altüst edildiğinin, bazılarımızın yaşımız tutmadığı için yetişemediği dünün ve içinde yaşadığımız bugüne nerelerden geldiğimizin de hikâyesi.
Ayrıca belirtmeden geçmemek lazım ki ‘Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk’ hatırı sayılır miktarda özeleştiri de barındırıyor. Baydar’ın kendi tabiriyle kadın meselesine geç kalışı da, malum referandumdan beri peşini bırakmayan ‘yetmez ama evet’ meselesi de söyleşinin ayakları arasında.
Dediğimiz gibi siyaseten uyuşursunuz veya uyuşmazsınız, edebiyatçılığını seversiniz veya sevmezsiniz ama Ebru Çapa’nın da vurguladığı gibi, “Oya Baydar, en karalar bağlanacak dönemlerden bile ağlayarak değil, mücadele ederek çıkmış biri”. Ayrıca yine Çapa’dan çalarak katılalım, “Bu ülkenin hallerini ‘maalesef’ gayet iyi biliyor”. Anlatılmaya da yazılmaya da okunmaya da gayet değer bir hayat hikâyesi...