Güncelleme Tarihi:
Londra’dan iki saat uzakta, diz boyu nohut tarlalarının içindeyim. Göz alabildiğine yeşil... Açık gökyüzünde yükselen kuzey güneşi hiç beklemediğim kadar yakıyor. Buraya İngiltere demeye bin şahit ister. Hele “Burası ‘Black Mirror’ setidir” demek? Daha da çok şahit lazım.
Siz yine de benim şahitliğimi kabul edin. İngiltere kırsalında, son yılların gözde dizisi ‘Black Mirror’ın setindeyiz. Bu, Netflix’in en iddialı, en merakla beklenen ve hakkında en çok konuşulan yapımlarından biri.
Onlarca set çalışanı, Avrupa’nın çeşitli yayın organlarından birkaç gazeteci, dizinin yapımcısı Annabel Jones ve her şeyin arkasındaki zihin olan Charlie Brooker, çıt çıkarmadan, nohut tarlalarının içinde yarı yarıya kaybolmuş, siyah bir otomobile bakıyoruz. Birisi uzaklardan “Action” diye bağırıyor. Tarlanın iki yanında, nereden çıktığını anlamadığım polisler beliriyor.
Yapımcı Annabel Jones, çok fazla ayrıntıya girmeden ‘Smithereens’ isimli bu bölümün aslında teknoloji bağımlılığı, odaklanamama, gerçek hayatı unutma üzerine olduğunu anlatıyor. Bir taksi şoförünü müşterisini kaçırmaya kadar götüren bir olaylar dizisi...
Bir arabulucu elindeki mefagonla otomobilin içindeki iki kişiye sesleniyor. “Anlaşabiliriz...” Her arabulucunun beylik lafı işte: “Çılgınca bir şey yapma!”
Dizide yazıldı, Çin’de gerçekleşti
Lafı üstümüze alabiliriz. Çılgınca şeyler yapan esasen biz değil miyiz? Hayatımıza dair tüm verileri, hiç bilmediğimiz insanların insafına bırakmamızdan, sosyal medyada giderek bir teşhirciye dönüşmemizden, hayatlarımızın artık esasen birer algoritmadan ibaret olmasından bahsediyorum.
‘Black Mirror’ da bundan bahsediyor. Hep bundan bahsetti. İnsanın teknolojiyle ilişkisinin karanlık noktalarından, yeni hayatımızın getirdiği yeni bağımlılıklardan.... O yüzden de çok tuttu. Yine beylik olacak ama bu ‘kara ayna’da biz kendimizi gördük. Sanal reytinglerini yarıştıran Instagram kullanıcılarından Twitter trollerine; her şeyi fotoğraflamaya çalışmamızdan hacker korkumuza, bizler bu televizyon dizisinin içindeyiz.
İşte bu yüzden, ‘Black Mirror’ı yazan Charlie Brooker, bu yepyeni dünyanın en önemli figürlerinden biri. Hem zamanın ruhu hakkında yazıyor hem de bu ruhu şekillendiriyor. Donanımı da çağa uygun. Video oyunları geçmişi var, iyi bir mizah yazarı ve teknolojiden anlıyor.
Ayrıca her iyi distopya yazarı gibi ‘gerçek’ dediğimiz şeyin yürüyeceği yolu önceden hissediyor. İşte dizinin üçüncü sezondaki ‘Nosedive’ bölümü... Brooker orada, takipçi sayısından beğenilere online performansın gerçek hayatı etkilediği, sanal reytingi düşenlerin kamusal hiçbir hizmeti doğru düzgün kullanamadığı bir tür yeni yaşamı anlatıyordu. ‘Black Mirror’ın o bölümdeki öngörüsü hem de Çin’de hayata geçti.
Brooker’a bunu nasıl karşıladığını sorduğumda, şaşırdığını söylüyor. “Bizim senaryoya tamamen benzediğini söyleyemem ama bir makaleden okuduğum kadarıyla epey sıkıntılı yanları var. En uğursuz kısmı da bir ilişkiniz yüzünden başınızın derde girebilmesi. Örneğin, bir arkadaşınız hükümetin aleyhinde konuşursa, sizin de skorunuz düşüyor. Ta ki o kişiyi arkadaşlıktan çıkarana dek. Epey Orwellyen bir hal.”
‘Black Mirror’daki senaryolarıyla birçok insanı ürküten bu adam en çok neden korkuyor peki? Bu soruyu, “Yalanların kolaylıkla ve müthiş bir hızla yayılabilmesinden” diye cevaplıyor Brooker. “‘Bir Müslüman arabanın camını patlatıyor’ altbaşlığıyla bir görüntü yayılıyor, yalan olduğu ortaya çıkana dek çoktan herkesin diline düşmüş oluyor. Politik yelpazenin her yanında bu böyle.”
Tam Black Mirror’lık bir mevzu!
Brooker, bu işin ardındaki beyinse; dizinin kanı, canı, fikir ortağı ve omurgası da yapımcı Annabel Jones. Haliyle, bugünkü dünya hakkında en çok kafa patlatanlardan biri de o. “Mesele koca koca isimlere sahip teknoloji şirketleri değil. Dizide mevcut teknolojiyi üreten firmaları ‘kötülük saçan’ yerler olarak göstermiyoruz. Biz ilişki biçimine bakıyoruz. Kurduğumuz bu ilişki sağlıklı mı ve sorumluluğu kim alıyor?
Derdimiz bu.”
Yaptıkları dizi bu derdi anlatmayı başardı. Hatta bu konuda o kadar başarılı oldu ki teknolojiye ilişkin birçok netameli mesele için artık, “Ooo bu konu tam Black Mirror” deniyor. Bu kullanım, Brooker’ı gururlandırıyormuş: “Biz bunu zamanında ‘Alacakaranlık Kuşağı’ dizisi için söylerdik. O yüzden çok hoşuma gidiyor. Yalnız şu da var: Her yerde bu kadar çok ‘Black Mirror hali’ görmek dizi açısından çok iyi ama insanlık için de fena.”
Belli ki ona bu işten daha çok ekmek çıkacak. Medeniyetimiz bunu garanti ediyor.
Televizyonda bu kadar iyi rol bulmak çok zor
Televizyonda bu kadar iyi rol bulmak çok zor ‘Sherlock’ dizisindeki unutulmaz performansıyla akıllarda yer eden İrlandalı oyuncu Andrew Scott, ‘Black Mirror’ın ‘Smithereens’ isimli bölümünde taksi şoförünü oynuyor. “Bu dizinin söyleyecek sözü var. Çok iyi yazılmış bir senaryo. Televizyonda bu kadar iyi rol bulmak zor. Bu rolden önce teknolojinin karanlık tarafı üzerine o kadar çok düşünmemiştim; ama şimdi örneğin telefon bağımlılığının alkol ya da uyuşturucu bağımlılığından çok da farklı olmadığını düşünüyorum. İleride bu konuyu çok daha fazla konuşacağız.”
Herkes bir şeyleri kaçırdığını düşünerek yaşıyor
BLACK MIRROR’UN YARATICISI CHARLIE BROOKER
Bugüne dair en temel dertlerden biri, sürekli maruz kaldığımız bilgi bombardımanı. Hiç unutmadığım bir gün var. Salıncakta neşe içindeki çocuğumu sallıyordum. Telefonum vızıldadı, bir ‘son dakika’ haberi geldiğini gördüm. Gayrıihtiyari açıp baktım. Bir yerlerde çok korkunç, gaddarca bir olay yaşanmıştı. Salıncağı sallamayı bıraktım. Olan bitene göz attım. Sarsılmıştım. İyi de bunu bilmeme, en azından o an bilmeme gerek yoktu ki. İnsan hayatında ideal diyebileceğimiz çok az an vardır; işte tam da o anlardan birini yaşıyordum. Salıncakta kıkırdayıp duran küçük bir çocuğu sallıyordum. Bu güzel an, bir yerdeki bir gaddarlıkla kesildi. Hayat böyle artık. Bir zamanlar günü tek haber bülteniyle geçiriyorduk. Daha eski çağlardakiler, yılda iki haber alıyorlardı. O da güvercinler getirirse... Bizi sürekli habere boğan bu gidişat sıkıntılı. Bu akışı nasıl değiştireceğimizi ben de bilmiyorum. Herkes bir şeyleri kaçırdığını düşünerek, bir sonraki depresif şeyi bekleyerek yaşıyor. Geçenlerde ABD’deydim. Oradakilerin bizden de sıkıntılı olduğunu gördüm. Üzerlerinde müthiş bir yorgunluk var. Sürekli yeni bir şey duyuyorlar. Ya Trump bir şeyler yumurtluyor ya da bir silahlı saldırı haberi geliyor.
İkisinden biri... Yoruluyorlar.