Güncelleme Tarihi:
* Oyuncu olarak şöhrete kavuşsanız da aslen yüksek mimar ve ressamsınız. Nedir bu çok yönlülüğün kaynağı?
-Sanatın her dalını severim. Biraz da hayatın biçtiği rol. Atlara karşı sevgim ve resim tutkum küçüklüğüme dayanıyor. Resim yapmaya dokuz yaşında başladım. Biniciliğe de aynı dönemde... Hayatımda bu ikisi her zaman vardı. Zaman içinde geliştirdim. İran’da üniversiyede ‘At yetiştiriciliği ve genetik’ bölümünde eğitim aldım. Sonra büyük bir kaza geçirdim; attan düştüm. Ama ciddi bir düşüş, omurgamda çok büyük tahribata neden oldu. Altı ay demir bir elbise içinde kımıldamadan yattım. İki sene hastanede yatmak zorunda kaldım. Binicilikle, atlarla vedalaştım çünkü binmem yasaktı. Bu benim için büyük bir acıydı.
* Kaza geçirdiğinizde kaç yaşındaydınız?
-21 yaşındayım; iki kere ameliyat oldum. Doktorum adımı ‘Mucize’ koydu, çünkü kimse yeniden yürüyebileceğimi sanmıyordu. Zamanla iyileştim ama hayatım baştan aşağı değişti; binicilik benim tutkum, atlarım tüm hayatım. Ama başıma geleni kabullenip güçlü olmayı da bildim.
* Mimari hayatınıza nasıl girdi?
-Sanatın her dalına tutkunum, haliyle mimari de ilgimi çekti. Resmi seçmedim çünkü çocukluğumdan beri hocalarla bu dalda çalışıyordum ve çok iyi biliyordum. Bu yüzden mimarlığı seçtim. Master programımı tamamladıktan sonra Amerika’ya taşınma kararı aldım. Ama tam o sırada Ay Yapım ekibinden teklif geldi; beni ‘Son’ adlı projeleri için İstanbul’a çağırdılar. Şoke oldum; saçlarım upuzundu, Amerika’ya gideceğim için saçımı üç numara kestirmiştim. Birkaç kare çektirip yolladım, “Gel yüz yüze görüşelim” dediler. Ben de gelir, İstanbul’da birkaç gün kalır, sonra Amerika’ya giderim diye düşünmüştüm. Ama hiçbir şey planladığım gibi olmadı.
* Peki daha önce hiç oyunculuk yapmadıysanız, Ay Yapım sizi nasıl buldu?
-Yakın arkadaşım, görüntü yönetmeni Said Nasiri, o dönemde Ay Yapım’la çalışıyordu. Rol için İranlı bir kadın oyuncu arıyorlarmış. Resmimi göstermiş, onlar da beni deneme çekimine çağırdı. Belki o dönem hiçbir eğitimim olmadığı için cesaretle çok rahat davrandım. Hatta Kerem Çatay hiç oyunculuk yapmadığımı duyunca şok geçirdi! Neyse, beğendiler ve ben de böylelikle oyunculuğa başlamış oldum. Sonra yeni bir proje daha geldi; iki sene içerisinde ilk sergimi de açtım. Akabinde bir film projesi... Altı ay için geldim, altı sene kaldım.
* Üç yıl önce ‘Aşkın Nefesi’ adlı serginizde yine atlar ön plandaydı. Bu sergide eserlerinizin konusu ne?
-At ve kadın. Bizim coğrafyada kadın olmak zor biliyorsunuz. Kadınlar için hayat zor. Tamam; ben belki rahat yaşıyorum, modern bir ailede yetiştim. Ailem ne istersem yapmam için bana özgürlük verdi. Bu yüzden ben hayatta hep gaza basıyorum. Ama özgürlüğü elinden alınmış kadınların hayatını görmek beni vuruyor. Atların ve kadınların yaşadığımız coğrafyalarda kaderi aynı. Heves ve aşk uğruna atların da bizim de özgürlüklerimiz kısıtlanıyor. Aslında at çok özgür bir hayvan ama biz onları eğitmek için kısıtlıyoruz, ‘Şimdi koş, şimdi dur’ diyoruz. Onlar da boyun eğiyor. Kadınların da hayatı aynı, sürekli birileri onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyor. Halbuki biz özgür ruhlu ve güçlüyüz. Bir de görüntü itibariyle atlar kadınlara benziyor; elegan bir duruş, anlamlı gözler, zarafet, asalet... Güç ve hassasiyet bir arada. Bu yüzden atlar ve kadınlar benziyor.
-12 tablo, bir de heykel var. Bu sergi için ilk kez bir heykel denemesi yaptım. Uzun zamandır heykel yapmak istiyordum. Kafesle çevrilmiş bir at ama aslında bir kadını sembolize ediyor. Nasıl bir atı hapseder, koşmasına izin vermezseniz yaşayamaz, kadına da özgürlüğünü vermezseniz hayatta kalamaz, nefes alamaz.