Güncelleme Tarihi:
Beyaz keten örtülü çıt çıkmayan restoranlarda kasılan, Michelin ışıltısından sıkılan, fahiş fiyatlardan bunalan yeme-içme tutkunları, 1990’ların başında ‘gastronomik restoran’ kriterlerini sorgulamaya başladılar. Aslına bakarsanız sadece müşteriler değil, şeflerin de çoğu hem içlerindeki gastronomik cevheri daha büyük bir kitleyle paylaşmak hem de kendilerini rahat hissedecekleri yerlerin hayali içindeydi. İşte bistro ve gastronomi kelimelerinin birleşimi olan bistronomi, bu arayışların sonucu olarak Fransa’da doğup tüm dünyaya yayıldı.
Paris’teki ilk bistro La Régalade’nin mönüsünde terinler, kızarmış yumurtalar ve diğer Fransız reçetelerinin revize edilmiş versiyonları vardı. En kaliteli malzemeler kullanılarak gastronomik mutfak disiplini ve üst düzey teknikler birleştirilmişti. Gümüş takımlar ve ciddi garsonlar yerine samimi bir yeme-içme ortamı yaratılmıştı. 75 Euro’luk tabaklar yerine benzer kalitede yemek 18 Euro civarlarına sunuluyordu. Le Ré galade, ilk zamanlar Fransız yemek yazarları tarafından sıkı eleştirilere maruz kalır. Ama halk aynı fikirde değildir ve en iyi gastronomik tabakları ulaşılabilir fiyatlara sunarak, popüler ve yüksek mutfak arasında bir köprü kuran bu mekânı dürüst bir mutfak akımının başlangıç noktası sayarak önünde kuyruklar oluştururlar.
Önceden üst düzey restoranlarda sıkı tecrübeleri bulunan, Le Regalade’nin sahibi ve şefi Bruno Doucet, özel bir mönü hazırlamak üzere iki günlüğüne İstanbul’a geliyor. 11-12 Mart’ta, gerçek bir bistronomik mekân olan Neni’de Fransız mutfak tekniklerini uyguladığı imza tabaklarından hazırlayacak. Fiyatların cep yakmayacağını da söyleyelim.