Güncelleme Tarihi:
Uçan balıklar, balonlar, sarılıp ufka bakan bir çift, camdan bakan kedi, ağaç evler, salıncak... Kitabın kapağında gördüğümüz, sizin hayalinizdeki dünya mı?
- Hayalimdeki değil ama belki kitabımdaki dünya. Her baktığınızda başka ayrıntıya takılacağınız bir kapak ve her biri başka bir kavrama, farklı bir yazıya gönderme yapıyor. Kapak da bir bam teline dokunsun; hem kitabı hissettirsin hem de ayrı bir sanat eseri olsun istiyorum. Kitap bitti, kapak yok, Sadi Tekin’in bir çizimini gördüm; dalyanların üzerinde ahşap evler var ve bir ağaç onlara iple bağlanmış. Ağaç havada, kökleri sarkıyor... “Hah” dedim, “bu!” Kitaptaki his de böyle: Ağaç toprağından ayrılmış, hâlâ sağlıklı fakat kökü havada; doğru olmayan şeyler var. Ama o ipi kuvvetlice çekebilirsek de ona ulaşabilir, bir toprağa kavuşturabiliriz... Yani hâlâ umut var! Sadi’ye “Hadi bana bir şehir kur” dedim, o da kurdu. Bence kapak da, önceki gibi, kitabımı çok iyi temsil ediyor.
Mutlu hissetme özlemi
Umuttan, önceki kitabınızda da çok bahsetmiştiniz...
- Çünkü şikâyet etmekten, negatif olmaktan hoşlanmıyorum. Gülmek istiyorum; birlikte gülmek! E onun için de bir umut kıvılcımı lazım. Bir taraftan umut bir yem; sürekli umutla kandırılıyoruz ama o namussuz olmadan da olmuyor. Kitabın adındaki ikili oyun da hoşuma gidiyor; hem umutlarımız ‘orta karar’ hem de umutlar ‘ortak arıyor’.
Başlangıç yazısının gülmeye gönderme yapması tesadüf olmasa gerek...
- Tesadüf değil. Kitap gülme, mutlu hissetme özlemiyle açılıyor, birlikte gülme isteğiyle kapanıyor. İnsan barışmak istiyor artık, adalet istiyor, gülmeyi çok istiyor. Çünkü herkes başını yastığa koyduğunda hangi tarafı tutarsa tutsun, ne kadar haklı olduğunu düşünürse düşünsün, bir arada olmanın, ortak hüzün ve gülüşlerde birleşmenin özlemini de derin derin hissediyor. Kitap bunu da demeye çalışıyor. Bunu kendimiz yapabiliriz. Başka ülkelere kaçabiliriz ya da ailemize kapanabiliriz... Ama toplumdan gayrı olmaz; hiç tanımadığımız insanların huzursuzluğu bize de gelir. Birlikte gülmemiz gerekir. Gülmek, birlikteyse tam gülmektir.
Sizin başınıza gelen olaylar, içinden geçtiğiniz duygular, Türkiye ve dünyada yaşanan akılda kalmış/kalmamış pek çok şeyin hikâyesi, hatırlatması var kitapta. Bu bir bağlamda sizin günceniz mi?
- Belki de öyle. Günlük tutmuyorum ama okuduklarıma ya da düşündüklerime dair defterlerim var. Onları yeniden okumak, bana kendi bakışımla zamanın ruhunu gösteriyor. Mesafesizlikten, insanların kolaycılığından, kabalıktan, düşüncesizlikten, yalnızlıktan, siyasetten, kutuplaşmadan, kötülüğün prim yapmasından, hafızasızlıktan, sosyal medya tacizlerinden, ötekileştirmelerden, medeniyetsizlik ve kendi yükünü taşıyor olmaktan -ki hepimiz bugün birer birey olarak hem kendi yükümüzü hem de toplumun yükünü taşıyoruz- rahatsız olduğumu fark ediyorum. Rahatsız olduğum konuları yazıyorum, kavramlar icat ediyorum, yazarken de bazılarını günlük gibi yazıyorum ki daha hafif bir anlatımım olsun, yormasın.
Utanç kavramı değişti
Nasıl bir motivasyonla yazıyorsunuz, bir formülünüz var mı?
- Bütün dünya bir darlanma içinde; biz sadece darlanmaları iki misli yaşıyoruz. ‘Hız’ mesela hepimizi etkiliyor, ki bu kavramı birkaç yazıda ele aldım. Aşırı hızlı olmak istemek, her şeyin kolayını istemek, derine inmemek; bütün bunlar birer sorun. Böyle bir şeyi düşünüp yazı yazmaya oturduğumda önce “Neden” diye soruyorum. Sonra konunun felsefesini okuyorum. Akabinde de “Bu sorun nasıl çözülür”, onu araştırıyorum. Kendimce bir minör siyaset yapmak istiyorum.
‘Başkası adına utanmak’la ilgili bir yazınız var, bu kavramın hayatınızda olmadığını söylüyorsunuz. Nasıl keşfettiniz bunu?
- Başkalarının çöplerini topluyoruz. Başkaları atıyor, biz topluyoruz. Başkaları vergi kaçırıyor, biz ödüyoruz. Başkaları kötü davranıyor, bizse ekstra iyi olmaya çalışıyoruz. Şehri bozuyor, kurallara uymuyor, emniyet şeridine giriyorlar. Ben de emniyet şeridine girince daha hızlı gidiyorum, peki neden girmiyorum? Örnek insan olmaya çalışmak beni çok ciddileştiriyor. O ciddileşmeden de yoruluyorum.
Bu türden bir kaygınız mı var ki?
- Var tabii. Ama başkalarına örnek olayım diye değil, kendim iyi kalabileyim diye... Her şey o kadar kuralsız ki bunu eleştiriyorsam kendim olabildiğince az hatalı olmalıyım hissiyle aşırı dikkatli davranıyorum. Bu da yorucu. ‘Viagrazite’ yazısındaki gibi, eskiden Viagra kullanan insanlar, ilacı alırken saklıyordu. Ama şimdi, “Biraz sonra yapacaklarımı görün” der gibi gurur duyuyorlar. Toplumdaki durumu buna çok benzetiyorum. Eskiden kötü bir şey yapmaktan utanırdı insanlar; şimdi utanç kavramı değişti, bundan gurur duyan çok kişi var.
Bu saatten sonra podcast yapmadan duramam
Podcast yapıyor, dergilere yazıyorsunuz. Kendinizi yenilenmiş hissediyor musunuz?
- Kesinlikle evet. Hem de çok. Kafa dergisi başta, farklı dergi ve internet sitelerine yazmak benim için bir nimet. ‘Nasıl Olunur?’ adlı podcast ise bambaşka. Orada röportaj yaptığım insanlarla ve onların bilgisiyle çoğalıyorum. Bir de başlarken “Kaç kişi podcast dinliyor ki” diyordum, çok acayip bir kitlesi varmış. Bu saatten sonra podcast yapmadan duramam herhalde.