Güncelleme Tarihi:
Tam bir doğa düşkünü. Son zamanlarda da fırsat buldukça soluğu sevgilisiyle birlikte Assos’taki evlerinde alıyor. Görüntülü görüşmek için sözleştiğimiz saatte, arkada Umut Evirgen yeni kahve makinesini kuruyor. Melisa Şenolsun soruları cevaplamaya başlamadan önce, makineden ilk çıkan kahveyi kapıyor. Soyadı gibi ‘şen’. Yüzünden gülümseme eksik olmadan, başlıyor anlatmaya...
2020 ve pandemi süreci senin için nasıl geçti?
Çizimler yaptım, üretici yanımla vakit geçirdim. İçe döndüm. Meditasyon ve yoga yaptım. Büyümenin hissettirdikleri ve getirdikleriyle daha dikkatli olmam gerektiğini anladım.
Neye karşı?
Koşulsuz şartsız karşımdakine güvenerek kendimi yüzde 100 bırakmamam gerektiğini anladım ve artık öyle davranmaya çalışıyorum. Fikirlerimin de değiştiği bir döneme girdim. Ben de o değişim, dönüşüm sürecindeyim sanırım. Artık insanın hayatında avantajları da dezavantajları da kendisinin yarattığına inanıyorum. Bunun istikrarla ve çalışmayla doğru orantılı olduğunu düşünüyorum.
Bir yandan da âşık oldun. Umut Evirgen’le aşkınız nasıl gidiyor peki?
Güzel. Assos’tayız, doğada olduğumuz için bol bol oksijen alıyoruz.
Biriniz yönetmen, biriniz oyuncu. Evdeki ortam nasıl?
Birbirimizi pozitif anlamda çok zorluyoruz. Zorladıkça üretim daha da derinleşiyor. Birbirimizin değilmeyen yerlerine değiyoruz. Çok izliyor ve üzerine kritikler yapıyoruz. Faydalı olup birbirimize iyi geliyoruz.
Bu röportajın fotoğraflarını Evirgen çekti. İnsanın sevgilisine poz vermesi nasıl bir şey?
Çekimi iki günde yaptık. Çok güzel ve keyifliydi. İşimin bir parçası da fotoğraf çektirmek olduğu için iş odaklı bakıyorum bu duruma. Tanıdığım birinin beni çekiyor olması yalnızca daha rahat hissetmemi sağlıyor.
İzmirlisin. İzmir mi İstanbul mu?
İkisinin de yeri ayrı tabii ama İzmir diyeceğim. Hem memleketim olduğu için hem de huzurlu bir hissiyatı var. İzmir de büyük şehir ama İstanbul kadar koşturmacalı, kaotik bir yer değil. İnsanları daha rahat, daha güler yüzlü.
Aynadan çocukluğuna baktığında bugüne yansıyan neler var?
Hâlâ o çocuk yanımda ve onunla birlikte yol alıyoruz. Benimki güzel bir çocukluktu. Belki de sokakta oynayan son jenerasyondum. Hep ağaç tepelerindeydim. Tek kural “Hava kararınca eve gel”di, o şekilde büyüdüm.
Ben küçüktüm ama sahne kocamandı
1996 doğumlusun. 90 kuşağını nasıl anlatırsın?
Eğlenceli, renkli, eskiyle yeni iç içe, retro da diyebiliriz. Kasetlerden walkman’lere, oradan bluetooth’lu kulaklığa varan bir evrime tanık olan, arada kalmış, hem eskinin hem yeninin kuşağı 90’lar benim için.
Konservatuvarda okumuşsun, bu meslek senin için en baştan hedef miydi?
Ablam sekizinci sınıfta okurken onun okul müsameresine gitmiştik. En ön sırada oturuyorduk. Ben küçüktüm ama sahne kocamandı. O kadar etkilendim ki! Klişe ama sahne tozunu yutarak o ışıklara vuruldum ve hayatım boyunca bunu yapmak istediğime karar verdim. Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda kursiyerlik yaptım bir dönem, orada konservatuvara gitmek konusunda kendimden emin oldum. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı kazandım ama henüz mezun olamadım.
Geçen beş sene içinde oyunculukta seni neler şaşırttı?
Birçok farklı yönetmenle ve ekiple çalışma şansım oldu. Dolayısıyla çok fazla set deneyimledim. Beş yıl içinde yaptığım gözlemler doğrultusunda da şaşırmamak gerektiğini öğrenmiş oldum.
Beş yıl önceki Melisa’yı bugün yolda görsen ona ne öğütlerdin?
Sakin ve sabırlı kalmayı... Önemli olanın her zaman iç huzuru olduğunu... Her dönemin, iyi veya kötü, geçici olduğunu... Ayrıca hiçbir şeyi fazla ciddiye almayıp kendini sıkmaması gerektiğini söylerdim.
Özgürlüğüme düşkünüm
Daha eski çağlara ait gibiyim
Bir röportajında “Ben çağımın insanı değilim” demişsin. Hangi çağın insanısın?
Daha eski ve insanların doğayla iç içe olduğu çağlara ait gibiyim. Mesela Wetransfer’den bir dosya yollamak benim için çok büyük bir olay. Neyse ki Samsung Galaxy F20 FE’nin marka yüzü oldum. O sayede teknolojiyle daha yakından tanıştım, birçok şey keşfedebildim.
Seni son gördüğümde evin bahçesine çizimler yapıyordun. Bu merak nasıl başladı?
Çocukluğumdan beri böyle. Çizim benim tutkum. Eski defterlerime bakıyorum da defterlere 10 karakalem, bir suluboya, iki keçeli kalemle resimler yapmışım. Sonra diğer defterlerde de başka şeyler var. Ayrıca etrafta tuvaller de mevcut. Yani demek istediğim elimden geldiğince ve o an ruhuma hangisi iyi geliyorsa onu yapıyorum.
Neler çiziyorsun?
Tek bir teknik üzerinden ilerlemiyorum. Düzenli bir şekilde çalışmıyor gibi görünsem de karmaşık bir düzenim ve saklama biçimim var, neyin nerede olduğunu biliyorum. İzmir’den İstanbul’a gelip kendi evime taşındıktan sonra duvarları da boyamaya başladım. Ruhumdan gelen ve kopan imgeleri çiziyorum.
Son röportajımızda burnunu deldirmiştin... Alışabildin mi?
Evet, çok yaptırmak istiyordum ama projeler arasında doğru zamanı arıyordum. Şu an çok alıştım.
Seni sen yapan özellikler neler?
Beni ben yapan özellikleri benim söylemem bana doğru gelmiyor. Bunu beni tanıyanlara sormak gerekir diye düşünüyorum.
Yemekli tiyatro projemiz var
Kendinde değiştireceğin bir özellik var mı ve neden değişmek isterdin?
Anlık, günlük olumsuzluklara, engellere çok mesai harcamayı bırakmak olabilir. Detaylarda takılı kalırken anı kaçırabiliyoruz ve üzerinden zaman geçtikten sonra kafamıza takılan şeylerin ne kadar önemsiz olduğunu sonradan anlıyoruz. Bunu ilk bakışta yapabilmeyi isterim mesela.
Son dönemde neleri sorguluyorsun?
Artık ayrımın olmaması gereken bir yüzyıldayız. Eşitlik denilen şey bütün canlıları kapsamalı. Tüm canlıların yaşama hakkı vardır ve alanlarına saygı duyulmalı.
Yeni projelerin neler?
Yeni dizi ve film projeleri var. ‘Atiye’nin yeni sezonu gelecek, çekimler bitti. Reklam yüzü oldum. Bir de yemekli tiyatro projemiz var. Ama mekânlar kapandığı için şimdilik askıya aldık.
Umarım bir gün gerçek olur...
Melisa Şenolsun sahne performanslarına meraklı olduğunu anlatıyor: “Bir gün performans sanatçısı olabilmek hayalim. Ama bunun için çok yol kat etmek, kendini ve bedenini çok iyi tanıyor ve kullanabiliyor olman gerek. Hepimizin bildiği, performans dalında büyük adımlar atmış, yollar açmış olan Marina Abramovic’in de dediği gibi; ‘In theater, blood is ketchup; in performance, everything’s real’... Yani; ‘Tiyatroda kan ketçaptır, performanstaysa her şey gerçektir’. Bana göre performans sanatı aynı anda gerçek olabilme sanatı. Şu an olduğumun çok ötesinde bir şey. Kendini adamak, yaşamak gerek. ‘Sanatçısı’ olmak belki de iddialı bir dilek. ‘Performans sanatıyla ilgilenmek istiyorum’ diyeyim. Umarım bir gün gerçek olur.”
Haluk Bilginer ve Şener Şen’le çalışmak istiyorum
Güzellik ve başarı arasında nasıl bir orantı var?
Güzellik ve başarı birbirinden alakasız şeyler. Ben güzellik ve başarıyı eşleştiremiyorum.
Neden?
Bir insan sadece güzel diye bir yere gelemez. Önemli olan iç güzellik, yetenek ve çalışıp elde ettiğin başarıyı devam ettirmek. Zaten güzellik de geçici bir kavram.
Sen bu kadar güzel olmasan bu noktada olur muydun?
İltifatın için teşekkür ediyorum. Ama güzellik mevzusuna çok önem vermiyorum. Neden olmayayım; istedikten, çalıştıktan ve yeteneği olduktan sonra herkes hayalini kurduğu şeye kavuşabilir.
Uğur Yücel, Erdal Beşikçioğlu, Çetin Tekindor gibi isimlerle rol aldın. Sence sırrın ne? a) yetenek b) şans c) hayal etmek d) çok iyi yönetilmek...
Bu isimler çok saygı duyduğum isimler. Ama cevabım: e) bilmiyorum. Gerçekten de bilmiyorum. Ama Haluk Bilginer ve Şener Şen’le de çalışmayı gerçekten çok istiyorum.
Eşitlik hâlâ yanlış anlaşılıyor
‘Atiye’nin ikinci sezonundaki sevişme sahneleri ‘cesur sevişme sahneleri’ olarak konuşuldu...
Bunu söyleyenlere Gasper Noé ‘Love’ izlemelerini öneriyorum.
Bu tip haberlerde erkek oyuncunun değil de kadın oyuncunun konuşulması ne hissettiriyor?
Haberleri önemsemiyorum. Bu coğrafyada bunlar olağan şeyler. Ben sadece işimi yapıyorum. Bu kadar abartılması gereksiz. Evet, bu sahneler kadınlarla konuşuluyor ve erkek rahatsız olmaz diye düşünülüyor ama bu da ayrımcılık.
Nasıl yani?
Mesela sahne çekilecek, kadına karşı çok hassas olunuyor, rahatsızlığı soruluyor. Ama erkek oyuncuya kimse rahatsız olup olmadığını sormuyor. Oysa hepimiz insanız. Yıl 2021 ve eşitlik hâlâ yanlış anlaşılıyor. Eşitliğin peşinde koşarken de aslında pozitif ayrımcılık yapılıyor. Bence eşitlik, insan olmak demek.