Güncelleme Tarihi:
Hani bir söz var ya; “Bir kitap okudum hayatım değişti!” sizin nasıl oldu? Bir müzik dinlediniz, büyülendiniz ve hayatınız mı değişti?
-Evet
Neydi o müzik?
- Meslek hayatımın ilk yıllarında tenor Edip Arman ile tanıştım. Kendisi bana bir 33’lük plak dinletti. Dinlediğim o plak Sarasate’nin ‘Zigeunerweisen’iydi. O plaktan sonra hayatımın değiştiğini ve farklı bir anlam kazandığını söyleyebilirim.
Ne hissettirdi, hatırlıyor musunuz?
-Müziğin duygusunu ve zarafetini içimde hissettim. Bundan sonra Edip Arman ile birlikte sabahlara kadar transistörlü ufacık bir radyo ile müzik dinlemeye başladık. Kendisi daha sonra da 33’lük plaklar getirmeye devam etti. Daha sonra okumaya başladım. Bir taraftan Faruk Yener’in ‘100 Opera’ adlı kitabının ilk baskısını, bir taraftan Milli Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı Dünya Klasiklerini okuyordum ve böylece 1961’de müzik hayatım başladı.
Siz kötü müzik çalan yerden hemen uzaklaşır mısınız?
- Ben kötü çalınan müzikten hoşlanmam. Çünkü enstrümanın bir notasındaki bozuk bir ses beni rahatsız eder. Bu husus Türk müziğinde de, batı müziğinde de böyledir. Çünkü yılların verdiği bir kulak alışkanlığıyla bir eserin nasıl güzel çalındığını, farklı orkestraların bir eseri çaldığında oluşacak farkı anlayacak kadar bu konunun derinine indiğimi sanıyorum.
Sabah kalkar kalkmaz müzik açan biri misiniz?
-Evet, mesela bu sabah kalktığımda Rahmaninov’un bir piyano konçertosunu dinledim.
Eşiniz bu duruma ne diyor?
-Eşim de meraklıdır, müzikten çok iyi anlar. Klasik Batı Müziği eserlerini iyi tanır.
Müzikle ilgilenmek sizin hayatınızı değiştirdi mi, bir yandan askersiniz, bu duygularınızı inceltti mi?
-Vazifeme çok düşkün bir komutandım. Ancak otoritemi bilgi üzerinden, sesimi yükseltmeden kurdum. Tabii müziğe ilgim meslek hayatımı müspet yönde etkilemiştir. Askerliğin gergin ortamını müziğin estetik ve yumuşak etkisiyle dengelediğimi sanıyorum.
Kitapta bir cümleniz var: Bir bedende iki insan gibi yaşadım diyorsunuz. Hiç şunu söylediniz mi: “Askerlik zor iş, keşke hayatımda sadece müzik olsaydı!”
-Hayır, hiç “Keşke” demedim. Çünkü babam askeri hâkim, dedem de topçu subayıydı. Askerlik hayatım ailemden bana miras olarak intikal etti. Dedem Kut'ül Amare’de savaşmıştır, onunla ilgili de bir kitap yazdım. Ben askerlik mesleğini hep severek yaptım. Benim için bir zaruret değildi. Bir bedende iki insan olarak yaşadığım için, biri diğerini zaman zaman etkilemiştir. Hayatım ağır görev şartları altında geçti, ancak hizmetimi başarılı ile tamamladığımı düşünüyorum. Müzik çalışmalarımın, bu başarımda çok yardımcı olduğunu değerlendiriyorum. Ben kendimi müzikle sakinleştiren ve geliştiren bir insan olarak düşünüyorum. Müzik sanıldığı gibi sadece bir enstrüman çalmak veya dinlemek değildir. Müzik bazen vatan sevgisidir. Bazen de bir ideolojiyi destekleme aracıdır. Dolayısıyla müziği sadece eğlence vasıtası olarak görmek yanlış olur, çünkü müzik tüm hayatı kapsar. Ben bu duygularla ve müziği içselleştirerek bu kitabı yazdım.
Bu kitabı neden yazdınız?
- Çünkü toplumda birçok kişinin dinlediği müziğin kökeninin nereden geldiğini nasıl kuramsallaştığını bilmediğini gördüm. Bu amaçla bu kitabı yazdığımı söyleyebilirim. Esasen Atatürk’te Türk müziğinin kökenini anlamaya çalışmış ancak o dönem gerekli bilgiye ulaşamamıştır. Atatürk’ü bu müziğin kökenine inmeye iten sebep kanaatimce bir toplumdaki değişikliğin müzikte başarılan değişiklik olduğu inancından kaynaklanıyordu.
‘Çağdaş kültür sentezi’ni benimsediğinizi söylüyorsunuz. Nedir çağdaş kültür sentezi?
-Müziğin belli bir dönem ve bölge ile sınırlandırılması mümkün değildir. Bu nedenle kitabımı Osmanlı öncesi, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin kültürel bütünlüğü içinde yazmamın daha isabetli olacağını düşündüm. 5000 yıllık Türk kültürü ve onun içindeki müzik anlayışı, ayrıca üzerinde bulunduğumuz 14 asırlık Anadolu medeniyetlerinin sentezinden oluşan zengin bir kültürün içindeki müzik anlayışı olduğunu gördüm. İşte bu çağdaş kültür sentezi demektir.
Kitapta diyorsunuz ki: “Etnik milliyetçilik ve mezhepsel çatışmanın giderilmesi için her şeyden önce ortak bir uzlaşı zemini hazırlanmalıdır. Bu noktada sanatçıya büyük görev düşer.” İdeolojilerin sanatla desteklenmesi gerekir mi?
- Kesinlikle evet. Müziği belli bir ülkenin sınırları içerisinde hapsetmek mümkün değildir. Size bir anekdot ifade etmek istiyorum: IV. Murad, Bağdat seferi dönüşünde Oğuz Türklerinden olan ve Basra bölgesine yerleşen Bayat Aşireti’nin içindeki iyi müzik yapan insanları İstanbul’a getirmiştir. Onların yaptığı müzik, bugün bizim dinlediğimiz makamlarımızdan ‘Beyati makamı’dır. Size bu konuda bir örnek daha vermek isterim; İngiltere’nin İskoçya’dan ayrılmasında, o bölgede gezen serbest ozanların söylediği şarkıların çok büyük rolü olmuştur. Çünkü milli duyguları ve hassasiyetleri müzikle topluma aktarabiliriz.
Bir de şunu söylüyorsunuz: “Sanat, fazlalıklardan arınma ve insanın içindeki özgürlüğün dışarı çıkmasıdır.” Bizim bugün özgürlük duygusunun içşelleştiremememizin nedeni biraz sanattan yoksun olmamız mı?
-Kesinlikle evet. Önce sanatçı özgür olmalı ki o duyguyu etrafındaki insanlara yansıtabilsin ve toplumun ortak sesi haline gelsin. İnsanlar sanatla arınır ve güçlenir. Aynı zamanda müzik bir ahlak anlayışıdır. Müzik kültürü ahlaklı insan olmayı gerektirir. Atatürk, sanatçılar için “alnında ışığı ilk gören insandır” demiştir.
ARABESK DİNLEMEM AMA DİNLEYENİ DE KÜÇÜK GÖRMEM
Müzik türleri için iyi-kötü-çağdaş-çağdaş olmayan gibi tanımlamalar yapar mısınız?
- Hayır yapmam. Hiçbir müziği dışlamam. Müziğin iyisi vardır kötüsü vardır.
Dışlamam derken, dinler misiniz?
-Hayır dinlemem ama dinleyeni de küçük görmem. Arabesk insanların acılarını, sevinçlerini ve hüzünlerini ortaya çıkartan bir müzik türüdür. Cazda böyle ortaya çıkmıştır. Kitabımda cazın ortaya çıkışı ile ilgili dikkatinizi çekecek bilgiler bulacaksınız.
Eser yazmayı nereden öğrendiniz?
-Çok sahne eseri okudum. Benim meslek hayatım zorlu bir süreç içerisinde geçti ve bu hayatı onurlu bir şekilde tamamladığımı düşünüyorum. Bütün bu yaşadığım acıları ilk sahne eserim olan ”Şehitler Oratoryosu”nda ifade etmeye çalıştım. Bir şehidin şahadet anını yazmak için aylarca çalıştım. Kahraman Türk kadınları Oratoryosu Sakarya’da ‘Diriliş Operası’nı da bu duygular içerisinde yazdım. Ancak bu eserlerimi besteletmek imkânı bulamadım. Sonra kendi hayatımdan esinlenerek bir ‘Yatılı Okul’ öyküsü isimli müzikali yazdım. Bunu ‘Azmin Zaferi’ isimli bir bale eseri takip etti. Bu balede Napolyon’un Mısır seferini anlattım. Artık bunları müzikal olarak sahneye koydurmak istiyorum.
Bir de Kanuni Balesi var değil mi yazdığınız?
-Evet o, Hürrem Sultan’dan sonra yaşanan dört yılı anlatan bir baledir. Gülfem Hatun’un öldürülmesiyle biter. Onu da bir müzikal olarak sahneye koydurmayı düşünüyorum.
En çok önemsediğiniz eseriniz hangisi?
- Hepsini önemsiyorum ancak Çanakkale kahramanları müzikalinin çok başka bir anlamı vardır. Çünkü, bu eserde 25 Nisan 1915 günü yaşanan bütün olayları gerçek şahısları ve gerçek konuşmaları ile yazdım. Bu eser otantik belgelere dayanan bir eserdir. Çünkü geniş bir arşiv çalışması yaptım. Son olarak librettosunu yazdığım ve bestelenen Mehmet Akif Ersoy senfonik şiiri (ağıt) umarım en kısa zamanda sahneye konur. Gençlerin Atatürk’ü yetiştiren Harp Okulu ve harp akademilerindeki altı yılını anlatan tiyatro eserimin sahnelenmesi en halisane temennimdir.
Kitabınızda padişahların müzik zevkinide anlatıyorsunuz. Bunu araştırırken sizi şaşırtan bir şey oldu mu?
- Padişahların müzik kültürlerinin oldukça zengin olduğunu gördüm. Özellikle müzikal anlamda çok birikimli olduklarını müşahede ettim. Üçüncü Selim’den Vahdettin’e kadar tüm padişahların özellikle Beşinci Murad’ın gerek Türk Müziği gerekse Batı müziği alanında çok güzel eserleri olduğunu gördüm. Ayrıca her birinin farklı enstrümanlar çaldığını öğrendim. Burada Abdülaziz’in İngiltere ziyaretinde Kraliçe Victoria tarafından kendine ait iki eserin bir resepsiyon esnasında çalındığını özellikle belirtmek isterim.
Mesela Rusya’da Kızıl Ordu geliyor ve her yerde konserler veriyor. Bizim bir Kızıl Ordumuz neden yok ya da mehter bunu karşılar mı?
- Mehter bilindiği gibi 2. Murat zamanında kurulmuş (Hunların tuğ takımından beslenmiştir), 2. Mahmut zamanında da kalkmıştır. Onun yerine batı normlarına göre icrada bulunan bu günkü Cumhurbaşkanı senfoni orkestrasının temelini teşkil eden Mızıka-i Hümayun kurulmuştur. Kuşkusuz bizi en iyi ifade eden kendi yerli ve milli duygularımızı harekete geçiren eserleri programa alarak Mehter ve Senfonik Orkestralar ile birlikte icra edilecek eserler ile kendimizi dünyaya tanıtabiliriz.
‘İslam’da müzik’epey tartışılan bir konu. Sizde bunu detaylı şekilde işlemişsiniz...
- İslam’da müzik anlayışı çok tartışılan bir konudur. Bazı İslam düşünürleri müzik ile dini bağdaştıramaz, bazıları ise bu konuya daha farklı yaklaşır. Mesela Hoca Ahmet Yesevi anlayışı Tekke müziğinin Türkiye’de gelişmesine sebep olmuştur.
ATATÜRK MÜZİK DEVRİMİ YAPMAK İSTİYORDU
Atatürk’ün müzik tutkusu kitabın ana konularından biri. Nasıl başlamış bu tutku?
-Beni bu kitabı yazmaya yönelten, verdiğim ‘Atatürk ve Müzik’ konulu konferanslardır. Atatürk’ü anma günlerinde çoğu zaman onun sevdiği 3-4 şarkı çalınır ve insanlar zanneder ki Atatürk’ün duygu dünyası ve sanata bakışı budur. Pek çok konuda olduğu gibi Atatürk’ün müzik anlayışını da anlayamadık. Bu konuya kitabımda geniş yer verdim. Atatürk’ün, Selanik ve Manastır’dan başlayan hayatı ile türk müzik devrimini gerçekleştirdiği dönemi onun hayatı üzerinden anlatmaya çalıştım. Bilindiği gibi onun ruh dünyasında çok önemli bir yer tutan Rumeli türküleri bütün hayatı boyunca devam etmiştir. Ancak İstanbul’a harp okuluna geldikten sonra İstanbul’un büyülü gece hayatıyla birlikte farklı müzik türlerini tanımıştır. Mesela Çigan ve Türk Sanat müziği gibi. Harp okulunda arkadaşlarıyla ciddi anlamda Türk sanat müziği üstünde çalıştığı ve ilgi duyduğunu biliyoruz. Hatta bazı kaynaklarda Atatürk’ün Ney dersleri aldığı ifade edilir. Nitekim 1923 de başlayan Türk müzik devriminde Atatürk Türk Müziği’nin hep kökeni araştırmaya, anlamaya çalışmıştır. Ancak o dönemde onu tatmin edecek cevap alamamıştır.
Neden, sorularını cevaplayacak donanımda olmadıkları için mi?
-Evet, onlarda “Bu soruya cevap veremedik” diyorlar. Sanırım o dönemde bu konuda yetişmiş müzik adamı yoktu. Atatürk toplumu değiştirmek ve bunu da müzikle yapmak istiyordu. Yeni bir müzik anlayışı yaratmayı hedefliyordu.
Hep şöyle denir ya; Atatürk alaturka ve Arap müziğini tercih etmeyen, Batı müziğini tercih eden bir devlet adamıydı. Siz böyle olmadığını da anlatıyorsunuz.
- Hayatının bir dönemini türkülerle geçirmiş, harp okuluna geldikten sonra Türk sanat müziği korosunda yer almıştır. Atatürk ilk defa klasik müziği 1913’te Balkan harbi döneminde izlediği Carmen Operası’yla tanıyor ve o zaman şaşkınlığını ifade ediyor. “Biz Bulgarları çiftçi bilirdik, ne zaman bir operaları oldu da bu güzel eserleri üretebildiler” diyor. Atatürk Selanik türküsünü bizzat söyleyerek notaya aldırmıştır. Birçok Rumeli türküsünü de öyle. Bir şarkıyı söylemek ve notaya aldırmak hayatında imtihan vesilesi olmuştur.1923’ten sonra müzik devrimini başlatıyor. Onun müzik anlayışının özde ulusal, yöntemde ve teknikte çağdaşlık, nitelikte evrensellik taşıyan bir amacı vardı. Türkiye’yi Batı’ya tanıtabilmek için çok sesli müziğin Türk Müzik kültüründe yer almasını istemişti. Atatürk bunu yaptı ama biz sürdüremedik. Aslında kendi ezgilerimizi yerli ve milli duygularımızı batı normları ile yeniden yaratarak müziğimize evrensel bir veçhe kazandırmak istemiştir. Atatürk hiçbir müziği diğerinden üstün görmemiştir. Özünde türkülerle ile yaşamış hayatı boyunca Türk sanat müziği dinlemiş, ülkesini dünyaya tanıtmak için de çok sesli batı müziği ile ilgilenmiştir.
Kendisi o zor şartlarda bunu yapıyor, biz niçin sürdüremiyoruz?
-Atatürk’e yeteri kadar nasıl sahip çıkamadıysak, yaratmak istediği müziğine de aynı şekilde sahip çıkamadık. Ama tabii ki bireysel başarılarımız müstesnadır. Müzik yalnız şarkı söylemek, bir şey çalmak değildir. Toplumu müzikal anlamda geliştirirseniz farklı alanlarda da gelişme zemini bulabilirsiniz. Açıklıkla ifade etmeliyim ki bireysel anlamda çok müstesna sanatçılar yetiştirdik. Ancak toplumsal bakımdan müzik anlayışımız ve kültürümüz gelişmedi hatta geriledi.
Atatürk’ten çoban çocuğa: “Bisbis!”
“Atatürk bir gün Antalya’ya giderken uzaktan bir ses duyar. “Kim söylüyor buşarkıyı” der ve ilerler. Bir küçük çoban getirirler yanına. “Ne kadar güzel söylüyorsun” der küçük çobana. O şarkı, ‘Demirciler Demir Döver’dir. Atatürk ona para verir ve ‘Bisbis’ der. Yani ‘bir kere daha söyle’… Çocuk parayı aldıktan sonra bir kere daha söyler ve avucunu açarak ‘Biisbiis’ der.
En iyi öğretme şekli dramadır
Kitabın ikinci bölümü müzikal dramadan oluşuyor. Bunu neden yaptınız?
Bu dramayı kitaba koydum; çünkü insanımız yeterince okumuyor. Bazen okuyor ancak okuduğunu anlamıyor. En iyi öğretme şeklinin drama olduğunu biliyorum. Onun için Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini kapsayan “altı asır boyunca, üç kıtadan süzülüp gelen kültürümüzün sesini” bir müzikal drama haline getirdim. Atatürk’ü anma günlerinde bu müzikal oyunun sahnelenmesini çok arzu ederim. Ayrıca ifade ettiğim gibi “1283 Harbiyeli Mustafa Kemal” tiyatro eserimin de çeşitli vesilelerle sahnelenmesi benim için bir mutluluk kaynağı olacaktır. Çünkü bu tiyatro eseri bir dahinin nasıl yetiştiğini anlatan gerçek arşiv bilgilerine dayanan bir çalışmadır.