Güncelleme Tarihi:
Tolgahan Sayışman işine tutkuyla bağlı olanlardan. Yeni filminin galasından bir gün önce buluşuyoruz. ‘Aynasız Haluk’un yapımcılığını da üstlendiği için çok heyecanlı... Son zamanlarda uyumadan, gece gündüz demeden çalışıyor. Ama buna rağmen enerjik. Çekim öncesi ekibiyle sürekli planlamalar yapıyor. “O benim hem aşkım hem de huzurum” dediği eşi ve çocuklarından bahsederken gözleri parlıyor, hayatında yaşadığı değişimleri açıksözlülükle anlatıyor.
* Yakışıklısın, şöhretlisin, varlıklısın ve iyi bir aile babasısın. Her şey dışarıdan göründüğü gibi kusursuz mu? Yoksa tuzaklara düşüp savrulduğun zamanlar oldu mu?
Geçmiş yıllarda o dediklerini çok yaşadım. Ne hikâyelerim var, sadece çok yakın çevremin bildiği...
Emre YUNUSOĞLU
* Birazcık anlatsan...
Çok enteresan ortamlarda, ilginç insanlarla çalıştım. Kandırıldım, inanılmaz kazıklar da yedim. Ama Allah bir şekilde korudu. Çok daha kötü durumlara düşebilirdim. Bu anıları anlatmanın şu an için zamanı değil. Ama vakti geldiğinde
paylaşacağım.
* Seni tanıyalı 20 yılı geçti. Bu süreçte iyi bir oyuncu olarak kendini ispatlamanın yanı sıra evlendin, iki çocuk babası oldun, kendi yapım şirketini kurdun. Peki, görmediğimiz nasıl değişimler geçirdin?
Aslında saydıkların planladığım şeylerdi. “40’lı yaşlara yeni bir hayat, yeni atılımlar, yeni yatırımlarla gireceğim” derdim. Şimdi onların altyapısını oluşturuyorum. İçsel olarak daha olgunum. Artık söylenmek isteneni karşımdakinin hareketlerinden bile çıkarıyorum. Biraz da insanların diğer yüzleriyle tanıştığım bir dönem. Bu yüzden de sabrımın ve sinirlerimin çelik gibi olması gerektiği yıllardayım diye düşünüyorum.
* Sabırlı mısındır?
Aslında değildim ama zaman içinde sabırlı olmayı da öğrendim.
* Bugüne kadar aldığın en büyük hayat dersi ne oldu?
İnsanın haddini bilmesinin ne kadar değerli olduğu. Aslında herkes kendi çapında ve sınırları çerçevesinde haddini bilse, kimse kimsenin işine karışmaya kalkmasa, hayatına müdahil olmasa, çok daha yaşanabilir bir dünyaya adım atarız.
* Sen haddini bilen biri misin?
Evet, zamanla öğrendim.
‘Özgüvenim yüksek değildi’
* Hep yakışıklı mıydın?
Bilmem (gülüyor).
* İnsan çevresinin ilgisinden anlar biraz...
Çok küçük yaşlardan itibaren tanımadığım insanlardan iltifat almaya başlamıştım. Ama çocuktum, “Seni bir öpebilir miyim” diye sorarlardı, “Öp” der, giderdim. Üniversitede arkadaşlarımın söylemleriyle bu camiaya adım atma cesareti gösterdim. Çünkü küçükken özgüveni yüksek bir çocuk değildim.
* 2005’te Güney Kore’de (Manhunt International) Dünyanın En Yakışıklı Erkeği unvanını aldın. Dünyanın en yakışıklısı olmak nasıl bir his?
Küçük yaşlardan beri o kadar yoğun bir tempoda çalışıyorum ki onun nasıl bir his olduğunu da yaşayacak vaktim olmadı. Kaldığım yerden hayata ve çalışmaya devam ettim.
* Kendini seksi buluyor musun?
Kendime duştan çıkınca “Ooo çok tatlı oluyorsun” mu diyeyim? Ben kendimi seksi bulsam ne olur? Ne yapacağım (gülüyor)?
* Evlenip baba oldun, şimdi de ‘en seksi baba’ diyorlar sana. Sen kendini beğenir misin?
O konularla çok ilgilenen, haşır neşir olan biri değilim.
* Oyunculuk yaparken fiziğin artıları yanında dezavantajlarıyla karşılaştın mı?
Tabii, benim bu işe girdiğim yıllar sert ve çetin cevizdi. Alaylı oyuncu azdı. Kendinizi kabul ettirmeniz çok zor oluyordu. Yeni dönemdeki oyuncu kardeşlerim bunu çok yaşamıyorlar çünkü o önyargılar bir şekilde kırıldı. Şimdi aslolan proje.
İlk görüşte aşktı
* Eşin Almeda kâinat güzeli (2008, Miss Globe), sen dünyanın en yakışıklı adamısın... Nasıl tanıştınız?
Acun Medya’da tanıştık. İlk görüşte aşktı aslında. Anlatması zor. Ben bu kızla evleneceğim demezsiniz ama hissedersiniz, ben de onu yaşadım.
* Beş yıldır evlisiniz. İmzayı atınca yıllar içinde aşk ölmeye başlar derler... Öyle mi?
Alakası yok. Hatta aşk evriliyor, içine başka duygular karışıyor. Sevgi, saygı, sahiplenme, kıskanma, alışkanlık... Aşk bunların bütününü oluşturuyor. Gelip geçici gibi gördüğünüz aşk tanımı bana göre değil zaten. Yüksekte yaşayıp o duyguyu kaybettiklerinde aşk öldü diyorlar. Ama asıl önemli olan, aşkın neye dönüştüğü.
* Eşin Almeda’ya olan aşkını nasıl anlatırsın?
O benim hem aşkım hem de huzurum...
Ördekleri çok seviyorum
* Kadıköy’de doğdum. Bir dönem Mecidiyeköy’de annem, babam, halam, halamın oğlu, ninemle kalabalık bir evde büyüdüm. İki kardeşiz. Lisede camcının, fırıncının, berberin yanında çalıştım.
* Küçükken beni Kadıköy’de tiyatro oyunlarına götürürlerdi. Çok etkilenirdim. Evimizin altında VHS kasetçi vardı. Sürekli oradan film alınır, izlenirdi. Onları sonra evde kendi kendime canlandırmaya bayılırdım.
* Oyunculuk benim için yaşam biçimi, oyunculuk benim her şeyim.
* Hayvanları çok seviyorum. Özellikle ördekleri. Şükrü Avşar’ın (yapımcı) vardı. Bir aralar onu sevmeye giderdim. Köpeklerimin yeri ayrıdır. Atlar da benim için özeldir.
Rahat olduğum ortamlarda içimdeki arush’u çıkarıyorum
*Çin’de fare yiyip hastanelik olduğunu öğrendim. Doğru mu?
İşin aslı şöyle; Hong Kong’da sekiz ay yaşadım. Çin’de de bulundum. Shenzhen şehrinde bir organizasyonda çok acıktım. Otelde yemek yedim. Sordum, ‘et’ dediler. Aynı gün Türkiye’ye döndüm. Uçakta hastalandım. Hemen hastaneye gittim, doktor “Bünyenin alışık olmadığı bir şey yemişsin. Köpek ve fare eti oralarda çok yenir, bunlardan birini yemişsin” dedi. Ama hiç hatırlamıyorum tadını. Açken ben, ben değilim Hakan.
* Eşin sana ‘Yumoş’ diyormuş. Doğru mu?
Bunu nereden duydun?
* Seni yakından tanıyan birinden duydum...
(Gülüyor)... İşin aslı şöyle; ‘Yumoş’ Almeda’nın lakabı, benim değil.
* Neden?
Küçükken Arnavutluk’ta yaşarken Yumoş oraya ilk gittiğinde şampuan zannetmişler ve Almeda’yı yumuşatıcıyla yıkamışlar. Ama bu benzetmeyi sonra bana nasıl çevirdi ve benim lakabım yapmaya çalışıyor anlamadım.
* Bir de ‘Arush’ var. Arnavutça ‘ayı’ demekmiş. Ve seni ‘Arush’ diye çağırırmış...
(Gülüyor)... İnanmıyorum ya, evet. Bunu kabul ediyorum. Annem ve kız kardeşim de bana öyle der.
* Neden?
Bilmem. İriyarıyım, yemeğe düşkünüm, ayı gibiyim, ondandır. Aslında kaba saba da bir adam değilim. Ev hallerinde biraz öyle demek ki. Daha rahat olduğum ortamlarda içimdeki arush’u çıkarıyorum.
Havalı görünüyor ama sadece görünüyor
* Kendi yapım şirketini kurdun, Han Medya. Bir sene de oldu. Nereden çıktı bu fikir?
Çok eskiden beri isteyip tasarladığım bir şeydi. Düşündüğümden biraz daha erken hayata geçti.
* Yapımcı olmak dışarıdan çok havalı görünüyor. Öyle mi?
Havalı görünüyor ama sadece görünüyor (gülüyor). Çok zor, hiç kolay değil. Çok büyük sorumluluk... Bir de işin ticari boyutu var. O da ayrı. Kendi paranızı yönetiyorsunuz. Mesela filmimiz ‘Aynasız Haluk’un çekimleri bitti, aylarca stüdyoda sabahladım... Ve yüzlerce insanla uğraşıyorsunuz. Kimse sizin işinize kendi işi gibi bakmaz. O yüzden hem çok stres hem de büyük emek.
* İlk sinema filminiz ‘Aynasız Haluk’ vizyonda. İzleyiciyi nasıl bir film bekliyor?
Çok eğlenceli ve sıcacık bir hikâye. Haluk, karısı ve çocuğu ondan ayrı kalınca hayata küsmüş, dış görünüşüne önem vermeyen ve bir o kadar da işini seven bir polis. Lakabı da oradan geliyor. Uzun zamandır peşlerinde oldukları suç örgütünü yakalaması için Haluk’un bir organizasyonda ünlü bir oyuncunun yerini alması gerekiyor.
Geçirdiği değişim sürecinden sonra ikizi kadar benzediği oyuncunun yerini alıyor.
Bir yandan o oyuncunun hayatına alışmaya, bir yandan da suçluları yakalamaya çalışıyor.
* İki karakteri birden canlandırıyorsun... Zor muydu?
Evet. Biri daha baskın, oynarken çok keyif aldım. Bu da ekrana yansıyor bence. Sette de ekip çok gülüyordu.
* Erdal Özyağcılar’la daha önce de çalıştın. Yine birliktesiniz. Nedir sendeki yeri?
Sinema için çok önemli ve büyük isim. Ondan çok şey öğrendim. Bende yeri ayrı. Onunla çalışmak çok keyifli. Açıksözlüdür. Fikirlerime değer verir, senaryodan çok iyi anlar. Filmde de ona çok uygun bir rol vardı. Sağ olsun beni kırmadı.
* Filmde karakterlerinden biri epey kilolu. Rol için kilo mu aldın, yoksa plastik makyaj mı yaptılar?
İkisi de. Delta varyantı olduğu dönem çok ağır
COVID-19 atlattım. Hastanede ciddi bir kortizon tedavisi gördüm. Birden 15 kilo kadar aldım. Film projesi gündeme geldiğinde kilolu karakter hoşuma gitti. Bunu biraz da kostüm ve makyajla abarttık. Ama magazinde çıkan fotoğraflardaki ben değilim. Kafa benim, vücut değil. DeepFake teknolojisi kullandık.
* Han Medya’nın yeni projeleri var mı?
Evet, geçen yaz Japon manga uyarlaması ‘Limit’i çektik dijital için, 13 bölümlük bir mini dizi. Türkiye’de ilk kez bir Japon manga uyarlamasını biz yaptık. Yakında izleyiciyle buluşacak. Şu an masamızda 22 farklı proje daha var.
Kalabalık bir aile, bol çocuk istiyorum
* Efehan ve Alina. İki çocuk hayatını nasıl etkiledi?
Hayatımda bambaşka bir sayfa açıldı onlarla beraber. Kızım daha 10 aylık. Bir de yaşlarının arası fazla değil. İkisi de gözümde aynı ve lezzetli.
* Nasıl bir babasın?
Sürekli öpüp sevmeye çalışıyorum. Ama evde otoriter biri de şart. Efe yaramaz ve zeki. Onunla başa çıkmak zor olacak gibi.
Ben orada biraz daha sert durmaya çalışıyorum. Yoksa annesini hemen tavlıyor, “Anne seni çok seviyorum” deyip öperek ne isterse yaptırıyor.
* Dört çocuk istiyormuşsun...
Kalabalık bir aile, bol çocuk istiyorum. Almeda ikiden sonra biraz durmak, kendi hayatına bakmak istiyor. Onu da anlıyorum, annelerin hakkı yenmez. Şu an o konu kendi aramızda rafa kalktı.