Güncelleme Tarihi:
Büyük bir matematik ve uzun çalışma saatleri gerektiren zor bir iş yapıyor. Tabii bir de reytingler var; “Her hafta sınava giriyorsun ve onun karnesini alıyorsun gibi, bu da başlı başına bir stres kaynağı” diyor. Sema Ergenekon artık bu zor tempoya alışmış. Hem üç çocuğu hem de işiyle ilgileniyor. İçinde bulunduğu dünyayı saatlerce konuşsa dinlenebilecek şekilde tane tane anlatıyor. Konu yarın finalini yapacak olan ‘Yargı’ olunca gözlerinde bir hüzün beliriyor.
◊ ‘Yargı’ yarın veda ediyor. Hislerin neler?
Her şeyin bir sonu var, bunun da maalesef sonu geldi. Öncelikli duygularım, hüzün ve gurur. Sonra mutluluk, tatmin gibi bir sürü alt duygu devreye giriyor.
◊ ‘Yargı’dan sana ne kaldı?
Mutlulukları ve diğer şeyleri saymazsak spesifik olarak hikâye kurma biçimiyle ilgili çok şey öğrendim. Zaten tretman kurmayı çok severdim ve yıllardır yaptığım bir şeydi.
◊ Ne demek tretman kurmak?
Bir bölüm yazarken önce bölümün içeriğinde ne olacak, hikâyesi, finalleri bulunuyor. Sonra her sahnenin bir diğerini tetiklediği bir yapı kurulması lazım. Çok iyi bir hikâye, kötü bir yapı içinde yok olabilir. Ben zaten hep tretmanları kuruyordum ama ‘Yargı’ farklı bir bakış açısında, merak duygusunu daha da üste çıkararak, tretman kurmayla ilgili bana birçok şey öğretti.
◊ Bu hikâyenin senin için en zor yanı neydi?
Yazması. Başlarda dizi yayına girdi ve tuttu, bir sonraki sezonun yarısı gibi biteriz diye konuşuldu. Sonra “İkinci sezonda bitsin” dendi. Üçe uzadı. Biz her yaz, o sezonla ilgili finale kadar bir ana hikâye ve duraklarını kuruyoruz. Çok büyük bir hikâye çalışması yapılıyor; sayfalarca, finale kadar. Her uzadığında araya yeni yapılar koyman gerekiyor. O kısımlar zordu.
◊ Günde kaç saat çalışıyorsun?
17 saat bilgisayarın başında kaldığım oluyor ama en az 9 saat sanırım. 17 saatin sonunda bilgisayar masasından kalkarken artık hareket edemez hale geliyorsun, parmakların, belin, bacakların acıyor.
◊ Kaç kişilik bir ekip var?
Ben dahil 5 kişiyiz.
◊ İnsan neden bu kadar kendini hırpalar, çok para kazanmak için mi?
Bence bunun parayla alakası yok, bu tuhaf bir şekilde üretme arzusuna, o adrenaline bağımlı olmak gibi bir şey. Biraz içinde hırs, tutku, yazarak kendini ifade edebilmenin verdiği mutluluk ve tatmin de var. Seyircilerin tepkisi o kadar önemli ki... Şahsım adına para puldan önce gönderdiğim bölüm eğer içime siniyorsa o beni mutlu ediyor.
◊ Bu çalışma temposunda hayatta kaybettiğin şeyler oldu mu?
Kaybettiğim şeyler oluyor. Bir hobiyi gerçekleştirecek, kendine ait bir şeyler yapacak, spor yapabilecek vakit kalmıyor. Elimden geldiğince çocuklara vakit ayırmaya gayret ediyorum ama yine de bir sürü yerden eksiye düşüyorsun, düşmemek mümkün değil.
İŞE YARAMADIĞINI DUVARA TOSLAYA TOSLAYA GÖRÜYORLAR
◊ Eskiden iki-üç iddialı başrol oyuncusuyla dizi izlenir gibi bir algı vardı. Bu yavaş yavaş değişmeye başladı, şimdi hikâyenin önemi daha çok konuşuluyor…
Aynı formülün kullanıldığı yerler hâlâ oluyor ama işe yaramadığını duvara toslaya toslaya görüyorlar.
◊ Sence işi asıl izleten şey senaryo mudur yoksa oyunculuk ve güzel oyuncular mıdır?
Ben işin en önde koşanının senaryo olduğunu düşünüyorum. Bütün senaryo kitapları da aynı şeyi söylüyor; eğer bir işin hikâyesi, senaryosu iyiyse o işin tutmama ihtimali çok düşük. Senaryo kötüyse ona istediğin kadar iyi oyuncu kadrosu döşensin, seyirci bir yerden sonra reddediyor. Ben mesleğe ilk başladığım zamanlarda hiç tanınmamış oyuncularla da çalıştım, 100 bölüm üstünde sürdüler. İyi oyuncu, iyi hikâye, iyi yönetmen, iyi yapımcı bir araya gelince sonuç da çok tatmin edici oluyor, ortaya ‘Yargı’ gibi bir şey çıkıyor.
◊ Proje başlarken oyuncu seçimlerine müdahale eder misin?
Her projede değişen şeyler bunlar. ‘Yargı’yla ilgili örnek vereyim, tabii bir cast çalışması yapıldı ama gün sonunda Kerem (Çatay), Ali (Bilgin) ve ben birlikte oturup ortak bir fikirle karar verdik.
REYTİNGE ERKENDEN KALKIP ASLA KAÇIRMADAN BAKANLARDANIM
◊ Ankara’da küçük bir öğrenci evinde ilk senaryonu yazarken bugünleri hayal eder miydin?
Resim olarak tam böyle bir şey hayal etmiyordum ama başarma azmim vardı ve bunu yapacağımı hep biliyordum.
◊ Kariyer sürecinde bir de meme kanseri geçirdin. Onun hayat ve işine yansıması ne oldu?
Kanser geçirmeden evvel daha düzensiz çalışıyordum, kendimi hoyratça harcıyordum. Onu son beş yıldır disipline ettim. Her şeyin ötesinde insan olarak değiştim, daha gergin, daha sert, daha mükemmeliyetçi, daha huzursuz, hayır demeyi beceremeyen biriydim. Bunlar değişti. Çıkmayı, gitmeyi, bırakmayı, hayır demeyi öğrendim.
◊ Reyting stresi var. Sabah erkenden uyanıp reytinge bakanlardan mısın?
Evet, erkenden kalkıp asla kaçırmadan bakanlardanım.
◊ Reytinglerle mücadele etmek özellikle bir yazar için nasıl bir duygu?
Her hafta sınava giriyorsun ve onun karnesini alıyorsun gibi, bu da başlı başına bir stres kaynağı. Sürekli birileri seni gözetliyor, takdir ediyor veya yeriyor, o kısmı zor ama işte bence bu da bağımlılık.
◊ Hayatı böyle yaşamak zor değil mi?
Zor ama ben 20 yıldır hayatı böyle yaşıyorum.
◊ Bu sene Emmy ödülünü de kucakladınız. Nasıldı o gün?
Çok inanılmazdı, mükemmel bir duyguydu. Ama dün gece şunu düşündüm, yarın gece finali Lütfi Kırdar’da bir sürü insanla izleyecek olmak bence bütün ödüllerden daha büyük.
◊ Lütfi Kırdar’daki seyircili gösterimde bizi neler bekliyor?
Çok heyecanlı, bol sürprizli ve çok duygu yüklü bir gece olacak. Reaksiyonları orada canlı canlı görebilecek olmak muazzam. Bir de tabii işin sosyal sorumluluk tarafı çok değerli. Gecenin biletleri çıktığı gibi tükendi ve tüm bilet geliri öncelik deprem bölgesindeki gençlerin eğitimi olmak üzere Türk Eğitim Vakfı’na bağışlanıyor. Bilet bulamayan ya da geceye gelemeyen kişiler de ‘Eğitime Destek’ bileti alarak geceye katkıda bulunabiliyorlar. Ve bu yarın gece de devam edecek. ‘Yargı’ seyircimizin TEV’e desteklerini bekliyoruz.
‘ANNE LÜTFEN SÖYLE, BEN SENİN ÇOCUĞUNUM’
◊ Sosyal medyada fan grupları sevdikleri partnerleri sonuna kadar destekliyor. Senaryoyla ilgili talepleri oluyor, ‘Aşk yaşasınlar’ ya da ‘Ayrılsın’ diyebiliyorlar. Bazı senaryolarda bu yorumların etkili olduğu söyleniyor. Fanlar senin kalemini etkileyebilir mi?
Etkileyemez. Çünkü bu hikâyeler baştan çalışılmış, gidişatı belli olan hikâyeler oluyor. Mesela fanlar arada ‘Böyle şeyler olmuştu’ diyor, ‘Aa onları unuttuk, güzel bir fikir’ diyorum ama bunlar minik dokunuşlar. Eğer karakterlerin ayrılmasını, barışmasını fanların tercihine bırakırsak rotayı kaybederiz. Ben çok sağlamcı olduğum için rotamı, nereye, hangi hızda, nasıl gideceğimi bilmeliyim.
◊ Eleştirilerden korkup “Hikâyeyi böyle yazarsam beni yerden yere vururlar” diyerek kendini filtrelediğin oluyor mu?
Yok, ‘Evet, çok kızacaklar ama izleyecekler’ diyorum. Hayatın içinde öfke, kızgınlık, sevinç var… Tek bir noktadan gitmesi mümkün değil.
◊ En son Tuğçe karakterinin bir grup erkeğin saldırısına maruz kalması izleyici tarafından eleştirildi, “Neden canımızı yakıyorsun” dediler. Sen ne düşünüyorsun?
Ben değil, hayat can yakıcı. Bu hayatın gerçeği. ‘Yargı’da zaten hep sert hikâyeler vardı. Kızmaları şu yüzden oluyor, artık o karakteri o kadar sahiplenip seviyorlar ki, ona bir şey olsun istemiyorlar, bir duygu uyanıyor onlarda.
◊ Sen en çok hangi karaktere bağlandın?
Ceylin ve Ilgaz işin lokomotif karakterleri ama ben her karaktere aynı sevgi, saygı ve duyguyla yaklaşıyorum.
◊ Finale bir gün kaldı. Bizi mutlu son mu bekliyor?
Geçenlerde ortanca kızımızı okulda revire çağırmışlar, revirdeki hemşire ve oradakiler finali sormuş. Küçük oğluma da öğretmenler “Eğer bize finali söylersen, bir saat kütüphane dersin olacak” diyormuş. Kütüphane dersinde daha özgürler. “Anne lütfen söyle, ben senin çocuğunum” diyor. Annem de arayıp soruyor. Ama hiç kimseye söylemiyorum.
◊ Peki, mutlu son mu istiyorsun?
Ben gerçekçi bir insanım galiba, yani mutlu son, acı son, hayat…
◊ Mutsuz biten bir şeyi insanlar sonra bir daha izlemek istemiyor ama…
Niye? ‘Titanic’ bence defalarca izlendi (gülüyor).
ÜZÜCÜ, KALP VE HEVES KIRICI ŞEYLER...
◊ Sektöre girdikten sonra seni en şaşırtan şey ne oldu?
Açıkça mı söyleyelim?
◊ Tabii…
Ben de bunu birkaç kere, belli bir noktaya gelene kadar yaşadım. Bir yapımcının sen bir hikâyeyi yazarken paralelde senden habersiz, senin hikâyeni başka bir senarist grubuna yazdırıyor olması… Bu hâlâ yapılıyormuş, duyuyorum. Üzücü, kalp ve heves kırıcı şeyler.
◊ Çok kötüymüş. Senin eminim bir sürü fikrin vardır. Hangisini yapacağını ya da yapımcıya sunacağını nasıl belirliyorsun?
Tabii hem dijital hem de ulusal kanallar için yazmaya devam edeceğim. 3 ulusal kanal, 10’a yakın da dijital için notlayıp grupladığım hikâyeler var. Önce ‘Yargı’daki karakterlerden kafayı arındırıp, sonra birini seçip gönlüm ve kalbim ne istiyor, hangisini yazmaya heyecanlanıyorsam onu yazacağım. ‘Yargı’da kalben hissederek ve bağ kurarak yazıyorsan başarılı olduğunu gördüm. Gönül bağı kurmam çok önemli, bu yarın sabah uyandığımda yeni bir hikâye de olabilir.
◊ Nedir sana hikâye yazdıran?
İzlediğin filmler, okuduğun kitaplar, yaşadığın olaylar, insanlardan temas edip dinlediğin hikâyeler, hepsi kahve telvesi gibi dibe çöküyor. Her şeyden besleniyorsun, bir sabah kalktığında, şöyle bir hikâye yapsam mı diye kafanda bir şey hızla büyüyor.
◊ Uğur Aslan röportajımızda “Direkt Sema’ya asıldım” demişti. Öyle mi oldu?
Evet, öyle oldu. Bazen kabul ediyor, bazen etmiyor. İlk o asıldı, birbirimize bakıyorduk; bir beğeni, elektrik vardı ama ilk adımı o attı.
◊ Seni cipsle mi tavlamış?
Cipsle tavlayabilir mi ya! Okulun bir organizasyonu için otobüsteydik, cips aldı; “Yer misin Sema” dedi. Adımı biliyorsa demek ki ilgileniyor diye düşündüm. Olay cips değildi.
◊ Biriniz oyuncu, biriniz senarist. Nasıl bir ev hali var; senaryo, diziler, filmlerle mi dolu?
Yani tabii konuları geçiyor… Ama işimiz bitince ne ben senarist, ne o oyuncu... ‘Şu mu bitti, domates al’ gibi şeyler konuşuyoruz, bizimki çok canlı ve gerçek bir ev. Bir de tabii kemanı, gitarı ve piyanosuyla Uğur var.
◊ Aşkı o kadar güzel yazıyorsun ki kendi aşkını nasıl anlatırsın?
Uğur röportajda “Ilgaz’la Ceylin’de bizden şeyler görüyorum” demiş, evet bizim de öyle didişmeli, hafif flörtöz, sürekli birbirimizle sohbet ettiğimiz bir ilişkimiz var. Aşkın ilk başladığı zamanki duygular sonrasında dostluğa, hayatı birlikte taşımaya dönüşüyor. Aslında doyurucu ve gerçek aşk kısmı orası.