Güncelleme Tarihi:
Psikologlar bütün duygularımıza sahip çıkmalıyız, korkmak hazır olmadığımızın, yapamadığımız o şeyi aslında istemediğimizin bir göstergesi olabilir diyor. Ama siz kitabınızda korkulara rağmen harekete geçmeyi öneriyorsunuz...
- Ben psikolog değilim ama duygulara sahip çıkma görüşüne katılıyorum. Bütün duygular gibi korkunun da bir işlevi var. Korku olmasaydı, ilk insan kendisine koşan ayıya sevgiyle kollarını açardı, akabinde onu son yolculuğuna uğurlardık!
Ama?
- Her korku bir değil. Mesela başaramama korkusu... Çoğu insan ‘elâlem ne der’, ‘annem, babam onaylamaz’, ‘toplum dışlar’ gibi korkularla daracık bir konfor alanı içinde dönüp duruyor.
İnsanların mutsuz olmasının sebeplerinden biri mi bu?
- Sabahları metroda insanları inceliyorum. Mutsuz yüz çok. Bu elbette sadece işle ilgili olmayabilir ama genelde sevmedikleri ya da iyi yapamadıkları bir işi sürdürdükleri için bence. Dansçı olacakken muhasebeci olmuş bir kadın, ressam olacakken mühendisliğe itilmiş bir adam, iç mimar olacakken aile büyüklerinin doktor olması için baskı yaptığı bir genç kız, yönetici olabilecekken eşi evdeki iş yükünü bölüşmediği için kariyerinden vazgeçen bir kadın... Ben aynı zamanda simültane çevirmenim. 20 yıl boyunca bir gün bile işe gitmiş gibi hissetmedim, o kadar çok sevdim yaptığım işi. Memur çocuğunun simultane çeviri gibi bir alanı seçmesi akıllıca görünmüyordu o dönemde. Bunu çok önemsemedim. Ailem de yanımda durdu. Sonuç ne oldu? Hem maddi hem manevi anlamda tatminle geçen bir 20 yıl.
İlginç bir kariyer çizgisini takip etmişsiniz, Boğaziçi Üniversitesi’nde Mütercim Tercümanlık Bölümü’nü bitirdikten sonra Fulbright bursuyla ABD’ye gidiyorsunuz. Columbia Üniversitesi’nde üstün yetenek eğitimi alanında yüksek lisans ve doktora yapıyorsunuz. Neydi sizi bu alana çeken?
- Simültane çeviri beni büyülediği için o bölümü seçmiştim. İkinci büyülenme anımı da simültane çeviri yaptığım bir toplantıda yaşadım. Konferansın konusu üstün yetenekli çocuklardı. Müthiş ilgimi çekti. Araştırdım, yurtdışında çok güzel programlar varmış. Bursa başvurdum, kazandım. Pılımı pırtımı toplayıp New York’a gittim. İş hayatından tekrar çulsuz öğrenciliğe döndüm!
Belki de çok başarılı olurum, denemeden bilemeyiz
Peki şimdi ‘korkmasanız ne yaparsınız’?
- Ortaokulda edebiyat öğretmenimin “Sen yazar olacaksın” sesine kulak kabartıp zamanı geldiğinde kurgu yazmayı deneyebilirim. En kötü ihtimalle başarısız olurum. Başarısız olmak hiç denememiş olmaktan daha güzel bir mertebe. Hem başarısızlık muhteşem bir öğretmendir. Öte yandan belki de çok başarılı olurum. Denemeden bilemeyiz. Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ romanında çok sevdiğim bir cümlesi var: “Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım”. Kötü yazmak hiç yazmamaktan iyidir bence.
‘Ben uzaya gidersem çocuklara kim bakacak?’
Kitapta, ‘kadının iç güvesi’ dediğiniz bir kavram var. Nedir o, biraz açar mısınız?
- Yetkin insanların yetkinliklerinden şüphe duymasının psikolojide bir ismi var: ‘Impostor sendromu’. Kadınlar bunu daha yoğun yaşıyor. Alanlarında uzman olsalar bile yeteneklerinin sınırlı olduğunu, bir gün bunun ortaya çıkacağını düşünüyorlar. En aşağıdan en tepeye bütün katmanlardaki kadınlarda görülebiliyor. Kadını güçsüzleştiren kabullerin hepsi dile, kültüre, tarihe adeta kazınmış. Tüm bunlar ‘kolektif bilinçaltını’ oluşturuyor.
Üstelik pek coğrafya da ayırt etmiyor bu değil mi?
- Kadının sessizliği, ‘medeni’ Batı kültüründe bile 3 bin yıldan fazladır devam eden bir mesele. Dolayısıyla ‘kadının iç güvesi’ sürekli işbaşında, içi içini yiyor. Kadınlar kendilerinden şüphe duyuyor, başarılarını azımsıyorlar. Öte yandan klişeleri yıkmak zor. 5 yaşındaki bir kız, 5 yaşındaki erkek arkadaşıyla oyun oynuyormuş. Oyunda ikisi de astronot, uzaya gidecekler... Kız eve gelince annesi canının sıkkın olduğunu görüp ne olduğunu soruyor. Kız diyor ki, “Ben uzaya gidersem çocuklara kim bakacak?”
Ülkelerin mutlu yaşam sırları üzerine kavramlar popüler oldu: Japonların ‘ikigai’si, Danimarkalıların ‘hygge’si, Finlandiyalıların ‘Sisu’su, İsveçlilerin ‘lagom’u. “Asıl Türklerin sırrını incelemek gerek” diyorsunuz...
- Tüm olumsuz koşullara rağmen hâlâ ayakta durabilen, gülümseyebilen, umut edebilenlerin sırrı daha kıymetli değil mi? Diğerlerinin hepsi refah ülkesi zaten. Asıl, ‘Türklerin yaşama tutunma sırrı’ diye kitap yazmak lazım. ‘Ikigai’ gibi havalı da bir isim buluruz. Mesela, ‘hagayret’ olabilir.