Güncelleme Tarihi:
Dizisinin çekimleri için bir süredir İzmir, Sığacık’ta. İlk izin gününde konuşmak için sözleşiyoruz. Yıllardır tanışıyoruz ama her defasında ilk kez röportaj yapıyormuşuz gibi heyecanlı, “Dışarıdan biraz sert duruyor olabilirim ama beni tanıdıkça aslında gülmeyi, espri yapmayı çok sevdiğimi görürler” diye anlatıyor. Ekranda göründüğü kadar güzel. Kocaman mavi gözleri ve karşısındakini rahatlatan sıcak, muzip bir gülümsemesi var. Ayça Ayşin Turan’la geçmişten bugüne sohbete başlıyoruz...
Karadenizlisin, hikâyen Sinop’ta başlıyor. Aklına gelen ilk kare ne?
Aklıma okula giden o küçük kız geldi. Bütün çocukluğumu orada geçirdim. Keyifli, kalabalık bir aileydik. Yedi kardeştik. Ben en küçüğüyüm. Beş abim, bir ablam var.
Evin en küçüğü olarak beş abiyle yaşamak zor muydu?
Tam tersi, artı tarafları vardı. Prenses gibi el üstünde tuttular beni. Pamuklara sardılar. Mesela bir kere bile ekmek almaya gitmedim.
KAMERA ARKASINI MERAK EDİYORDUM
Yedi yaşında keman çalarak aslında ilk kez sanatla tanışıyorsun... Evdekilerin mi ilgisi vardı?
Profesyonel olarak müzikle ilgilenen yoktu ama annem ve abilerim keman çalmamı çok istiyordu. Bir de annemin sesi çok güzeldir, o teşvik etti beni. Bir sabah uyandım abim bana küçük bir keman almış. Öyle başladım... Başta çok küçüğüm diye beni kurslara almak istememişlerdi ama sonra o da çözüldü. Sinop’ta belediyenin konservatuvarından ders almaya başladım. Üniversiteye hazırlanmaya başlayana kadar da bu böyle sürüp gitti. Ama çok uzun zamandır maalesef kemana hiç vakit ayıramadım.
Sesin de güzel. Müzikle ilgili bir şeyler yapar mısın?
Teşekkürler. Yer aldığım bazı projelerde sahne gereği şarkı söyledim, sosyal sorumluluk projeleri olduğunda da bir amaç için çıkıp şarkı söylemeyi seviyorum. Sanırım böyle devam eder bir süre daha.
İstanbul’a üniversiteyi kazanınca, 18 yaşında geldin ilk defa...
Evet. Canlandırdığım Haziran karakteri gibi aslında... Ama o büyük şehirden küçük bir şehre gidiyor. Alıştığın her şeyi geride bırakıp kendini başka bir dünyada bulduğunda “Neredeyim ben” diyorsun. Başlangıçta çok zor. Ama hayat insanı her türlü durum ve ortama bir süre sonra alıştırıyor. Yine de başlarda korkutucu oluyor tabii.
Keman, sonra sinema ve televizyon eğitimi aldın. Peki oyunculuk nereden çıkıyor?
Ortaokul ve lisenin ilk yılları hangi bölümleri seçeceğimi düşünürken avukat olmak, hukuk okumak istiyordum. Sonra sinema ve televizyon ilgimi çekti. Aslında benim merak ettiğim, bir filmin nasıl çekildiği, dünyasının nasıl kurulduğuydu. Kamera arkası... O yolda da ilerledim ama hayat böyle yönlendirdi.
Eğitimin oyunculuğa nasıl yansıdı?
Kendimi izlerken daha teknik bakmama, senaryoyu okurken bir dünya hayal etmeme ve karakteri yaratırken beslenebileceğim farklı perspektifler edinmeme olanak sağladı.
ÇOK UTANGACIM ASLINDA
İlk işinin üzerinden geçen 10 yıl sende neleri değiştirdi?
Büyüdüm. Zoruyla kolayıyla deneyimleyerek bir sürü şey öğrendim. Hep çalıştım. Hiç keşkelerim olmadı.
Şimdiye kadar en cesur hareketin neydi?
Oyuncu olmak. Çünkü çok utangacım. İşimi yaparken sorun yok ama mesela biri video çekince geriliyorum. Bu yapı meselesi ve karakterle alakalı sanırım.
İlişkilerinde de mi böyle?
Önce birini tanımalıyım. İnsani ilişkilerim süreçte gelişir. Hiç tanımadığım birine “Canım” falan diyemem mesela.
Kendini eleştirir misin?
Çok. “Onu şöyle yapsam daha mı iyi olurdu” derim. Başkalarıyla birlikte kendimi izlemekten de hoşlanmıyorum.
Genç bir oyuncu olarak her gün yeni isimlerin çıktığı, reytinglerle birçoğunun sonradan kaybolduğu bu kadar kaygan bir zeminde çalışmak nasıl bir şey?
Bu, işten ne istediğin ve ne beklediğinle alakalı...
Senin beklentin ne?
Benim tek hedefim iyi bir oyuncu olmak. Öyle anılmak ve kalıcı olmak. O yolda ilerlemeye çalışıyorum.
İyi oyunculuğun sırrı ne?
Çalışmak, çalışmak, çok çalışmak. Disiplinli olmak. Pes etmemek, sürekli kendini geliştirmek ve pas tutmamak...
Popülerlik seni korkutuyor mu?
Popüler olmayı işinin getirisi olarak gördüğünde hayat biraz daha normalleşiyor. Ama tabii daha kapalı yaşıyorsun.
KİMSEYE DEĞİL, BEN HAYATA ÂŞIĞIM
Yaz dizisi-kış dizisi ayrımına katılıyor musun?
Hayır, öyle bir ayrım yok. 10 senedir dram yapıyordum. Sinema filmi hariç, bu benim ilk romantik komedi işim. Bir gün ekranda kendimi izlerken bir sahnede güldüğümü gördüm, menajerim Gözde’ye (Yılmaz) mesaj attım. “Kendimi ekranda gülerken görmek çok iyi geldi, artık romantik komedi yapalım mı” dedim.
Dram oynamak sanki çok daha zor, romantik komedi oyunculuğu daha kolay gibi görünür. Buna katılıyor musun?
Alakası yok. Matematikleri farklı. Komedi dediğin zaten durumun komikliği... Onu seyirciye geçirmek lazım. İnsana başka bir yelpaze ve bakış açısı veriyor. İkisi de zor bu nedenle.
Peki Star’da başlayan yeni dizin ‘Ada Masalı’ ne anlatıyor?
Masalsı bir adayı, Haziran’la Poyraz’ın masal gibi ilerleyecek aşklarını... Şehrin kaosunda yaşayan, işi ve hayatı birbirine karışmış bir kız Haziran... Ve işin kötüsü bundan keyif aldığını sanıyor. Hayat onu bambaşka bir nedenle köklerine geri döndürüyor ve kendini adada buluyor. Poyraz’la (Alp Navruz) karşılaştığında da bütün dünyası değişiyor.
Masallara inanır mısın?
Evet. Çocukluğumdan beri dinlemeyi çok severim... Sonra okumak da bana büyük keyif vermeye başladı. Gerçek dünyadan uzaklaşıp bambaşka diyarlara yolculuk ettirir masallar. O büyülü dünyalarının içinde usulca kulağımıza bazı öğütler de fısıldar. Sanırım bunu da seviyorum. ‘Alice Harikalar Diyarında’ ve ‘Oz Büyücüsü’ favorilerim.
Neler olacak sizin masalsı adada?
Karakterim işine âşık, tutkulu, verilen görevleri yapmak için her şeyi göze alan, başarılı ve zeki bir kadın. Tokyo’ya terfisini istiyor. Patronu onu ‘Kırlangıç Adası’na gönderiyor ve “Vereceğim işi yaparsan terfini alırsın” diyor. Poyraz’la karşılaşınca işler arapsaçına dönüşüyor. İki zıt ve inatçı karakterin hikâyesini izliyoruz.
Zıt karakterler gerçekten birbirini çeker mi?
Nereye gidiyorsun Hakan (gülüyor)? Evet, çekerler. Özellikle de dizilerde bunu görüyoruz.
Aşkı nasıl anlatırsın?
Aşk, Haziran gibi benim için de ciddi bir mesele. Güven ve sadakatle alakalı. Saygı benim için önemli. Aynı şeyleri paylaşmak, ortak noktada buluşmak... Yolculuktaki hayat arkadaşlığı gibi hissettiriyor bana.
Şimdilerde birine âşık mısın?
Yok, ben hayata âşığım.
Oyunculuk yolculuğunu tanımlayan en iyi cümle nedir?
Azim sanırım. Hep söylediğim şey çok çalışmak ve azim. Bir de mutluluk... Sevdiğim projelerin içinde oldum. İnsanın sevdiği işi yapması ya da yaptığı işi sevebilmesi çok büyük bir şans.
Hayattan öğrenip uygulamaya koyduğun en önemli kural...
Hem kendine hem de karşındakine karşı hakkaniyetli olmak.
Senin için affetmek mi yoksa unutmak mı daha kolay?
Affetmek sanırım. Unutmam kolay olmaz pek ama affedip geride bırakmayı seçerim.
Sence herkes hayatı boyunca bir kere ne yapmalı?
Kendini dinlemeli.
Hangi özelliğin hayatına yeni girenleri şaşırtır?
Dışarıdan biraz sert duruyor olabilirim ama beni tanıdıkça aslında gülmeyi, espri yapmayı çok sevdiğimi görürler.
DÜNYADA ADALETLİ BİR SİSTEM YOK
İkinci üniversite olarak Temel Adalet okuyordun. Ne oldu?
İkinci bir üniversite okumak aklımdaydı. Böyle bir imkânım olduğunu öğrendiğimde tercihimi Temel Adalet bölümünden yana kullandım. Dediğim gibi bir dönem aklımda hukuk okumak vardı. Ama mezun olamadım. Dondurdum. Belki ileride başka bir bölüm denerim.
Sence ne kadar adil bir dünyada yaşıyoruz?
Kadın olarak da insan olarak da adil bir dünyada yaşamıyoruz bence. Her gün gördüğümüz şiddet haberleri bunu düşündürtüyor bana. Önce kendi içimizde adil olmayı başarıp doğanın içine uyumlanabilsek; hem doğaya, hem karşımızdakine hem de diğer canlılara gerçekten saygı duyabilsek dünya çok güzel bir yer olacak. Ama bunu başaramıyoruz maalesef.
Kadına şiddet, üzerine kafa yorduğun bir konu mu?
Bu zamana kadar ekranda güçlü kadın karakterleri canlandırdım. Biz kadınlar hayata 1-0 geriden başlıyoruz. Başarılı olmak bir erkek için daha kolay, kadının o başarı için iki kat çalışması gerekiyor. Bu yüzden dünyada adaletli bir sistem olduğunu düşünmüyorum.
Peki, ünlü olsan yine de kadın olarak daha fazla çaba göstermen mi gerekiyor?
Ünlü olup olmaman fark etmez, kadınız sonuçta. Herkesin kendi hayatında, kendine göre bir mücadelesi var. Var olabilmek için erkeklerden daha fazla efor sarf ediyoruz. Belki de bu sebeple gördüğümüz başarılı, dik duruşlu kadınlar ayakta kalmak için verdikleri savaş sonrası sertleşmeye ve etraflarına kabuk örmeye başlıyor.