Güncelleme Tarihi:
Ermenistan’ın başkenti Erivan’ın en göz alıcı noktası Kaskad’da, ‘Heykel Bahçesi’nin en başında bir kafe-restoran: Cosi e la Vita. Adının İtalyanca olduğuna bakmayın, içeride çok tanıdık kokular var; mutfakta zeytinyağlı dolmadan topiğe, çökertme kebabından paçanga böreğine Anadolu yemekleri pişiyor. İçeride beni bekleyenler de tanıdık; burayı bir buçuk sene önce, açan Lerna, eşi Şant ve ortakları Alex ile Türkçe merhabalaşıyoruz. Üçü de Erivan’a kısa süre önce göç etmiş İstanbullular...
Lerna Balıkçı Özden, altı sene önce, Batman/Kozluk’taki askerlik hizmetinin bitmesine 23 gün kala, birliğindeki bir başka asker, Kıvanç Ağaoğlu tarafından tüfekle vurularak öldürülen, ölümü ‘kaza’ olarak kabul edilen Sevag Balıkçı’nın ablası. 2011 senesinde; ‘Ermeni tehcirinin başladığı gün’ olarak kabul edilen ve o yıl Paskalya Bayramı’na da denk gelen 24 Nisan’da öldürülen Sevag’ın...
Biz konuşurken yanımızda uyuyan oğlu Odin’in dünyaya gelişi de, Lerna’nın hayatını Erivan’a taşımış olması da Sevag’ın öldürülmesinin dolaylı sonuçları. Lerna ile Erivan’da, Türkçe adı ‘Hayat böyle...’ olan restoranında oturup saatlerce Sevag’ı konuşuyoruz; işte hikâyesi:
Doğma büyüme İstanbullu bir Ermenisiniz. Şu anda Erivan’da, sahibi olduğunuz restoranda buluştuk ve Türkçe konuşuyoruz. Neden Erivan’dasınız?
- İstanbul’da eskiden organizasyon işlerinde çalışıyordum. Bizde masa başlarında yemek yemek, misafirlerle oturmak, anneannemden gelen bir durumdur. Moda’da öğle yemekleri veren kafe açmak kardeşim Sevag’la hayalimizdi... Ben Kurtuluşluyum. Sonra eşimle beş sene Moda’da yaşadık, orada açmayı düşündüm ama olmadı... Bir buçuk senedir Erivan’dayım. 2016 Nisan’ında burayı açtık.
Kardeşiniz Sevag’ı kaybettikten sonra nasıl bir hayat başladı sizin için? İstanbul’dan Erivan’a göç ederek hayatınızı değiştirmişsiniz...
- 2011’de kaybettik Sevag’ı. Yirmi gün kalmıştı askerliğinin bitmesine. Biz onu beklerken, biletini almışken ve bir gün önce telefonda konuşmuşken, sabah haberi geldi. Pazar günüydü, Paskalya’ydı. Annem Moda’ya yeni taşınmıştı. Sevag’ın odasını hazırlıyorduk o ara. Babam aradı, “Lerna yetiş” dedi. “Anneanneme bir şey oldu” dedim. Gittim, anneanneme bir şey olmamış. Annem internetten öğrenmiş, “Otopsi yapılıyor” diye... “Yalan haberdir anne, saçmalama” dedim. Bir baktım askerler girmeye başladı eve... “Televizyondaki haberler gibi bir şeyler oluyor bize anne” dedim. Sonrasını hatırlamıyorum. Annemin feryatları, babamın o halleri... “Anne biz bittik” dedim. Sevag yedi buçuk aylık doğmuştu, pamuklara sarmıştık.
Kardeşinizle yakın mıydınız?
- Çok... Bir altı ay dibe vurduk. Bazı şeyleri hatırlamıyorum. Bitmiştim. Bir sene falan evden çıkmadım. Hayallerimiz vardı Sevag’la, kafe açacaktık. Üniversite okumuştu, ardından askere gitti ve geri gelmedi... Mahkeme süreci başladı sonra. O dönemde çok kötü bir şey vardı ki o da Sevag’ı benden alan insanla aynı kapıdan girip, aynı kapıdan annemle birlikte arkasına bakmaktı... Acıların en büyüğü buydu; o gidiyordu ve biz annemle arkasından bakıyorduk.
Hiç konuştunuz mu Sevag’ı öldüren asker Kıvanç Ağaoğlu ile?
- Götürdüler bizi, “Şurada vuruldu, şöyle oldu” diyorlar. Bakıyoruz ama nerede, nasıl vuruldu, hiçbir iz yok. Bizi aynı odaya koydular, elimizi sıkmak istedi... O vuran eli nasıl sıkabilirim ki... Annem-babam daha insancıldı. Belki de şoktalardı, ilaç alıyorlardı çünkü. “Elini ver” dediler, verdi. Ben veremezdim.
Dava ne aşamada şu anda?
- Sevag’ı öldüren kişi altı sene boyunca hiçbir zaman hapse girmedi. Bu sene 24 Nisan’a yakın bir tarihte bir karar çıktı. 16 bin lira anneme, 16 bin babama, 8 bin lira da bana, tazminat verildi. Vuran kişi serbest, hep serbestti. Askeri mahkemedeydi dava, sonra sivil mahkemeye geçti. Türkiye’deki şartlar değişti, altı senedir sürüyor dava. Ama kapanmayacak hiçbir zaman, her 24 Nisan’da kardeşim hatırlanacak.
Sizce neden öldürdü Sevag’ı?
- Sadece Ermeni olduğu için mi öldürdü? Çok kötü, böyleyse... Maalesef sonu gelmeyecek bunun o zaman. Sevag’ı öldürdü, ne oldu? 24 Nisan’ı işaretlemek için miydi? Aklım almıyor. Bize göre insan insandır; Müslüman, Ermeni, Fransız, Amerikalı... Zamanında bir şeyler olmuştur. Çok Müslüman arkadaşım var, ama ben insan olarak görüyorum, birisinin yaptığı bir şeyi o kadar insana yığamam...
Nasıl hayata döndünüz?
- Bir gün babam “Artık yaşayacak hiçbir şeyimiz yok” dedi. Eşim dedi ki “Dede olacaksın”. 10 senedir evliyiz, asla böyle bir şey düşünmemiştik. Ama hayat bu, “Bittim” dediğim bir yerde... O kadar çok benziyor ki oğlum Sevag’a... Annem-babam için ikna oldum galiba çocuk yapmaya.
Ermenistan’a gelmeye nasıl karar verdiniz?
- Buraya hiç gelmemiştim. İstanbul’da dengeler değişmeye başladı. Çocuğun için endişelenmeye başlıyorsun. Birisi gitti, geri gelmedi ya eve... Ya bomba patlarsa, çocuğuma bir şey olursa? Eşim Şant gitti geldi, “İtalya’ya benzettim” dedi. “Hadi canım, ne alaka!” dedim. “Gel bir gidelim” dedi ve buraya ilk adım atışımda ev tutmaya geldim. İstanbul’a gidip geliyorum, İstanbul’dan kopamayız; çünkü Sevag orada.
Türkiye toplumuna karşı bir öfkem yok
İlk izleniminiz nasıldı?
- Havaalanına indik, Ermenice yazıları gördüm, çok enteresan geldi. Bu kadar modern bir şehir beklemiyordum. Doğrusu, hiçbir beklentim yoktu. Sadece “Dilimin konuşulduğu bir yer vardı, niye hiç gelmedim?” diye düşündüm.
Bu restoranın resmi kaydının ‘Sevag’ adına olduğunu söylemiştiniz az önce...
- Evet, şirketin adı ‘Sevag Şahin’ olarak geçiyor. Bana sürpriz yaptılar. Ortağım Alex Fındıkoğlu’nun fikriydi.
Restoranın ismi ‘Cosi e la Vita’ya nasıl karar verdiniz?
- Hayatımızla çok alakalı; “Hayat budur” demek. Bizim hayatımız da nereden nereye geldi... Bir de Sevag İtalya’ya gitmiş, oraya âşık olmuştu.
Sevag ile kurduğunuz hayali bir parça da olsa gerçekleştirmiş gibi hissediyor musunuz?
- Bir şekilde kendimi rahatlatıyorum. İstediği yemekleri o değil başkaları yiyebiliyor ama...
İstanbul’dan uzaklaşmış olmak acınızı hafifletmeye yaradı mı?
- Hiç öyle bir şey yok. Mezarına gitmişim, gitmemişim, fark etmiyor. Onu göremiyorum, toprağını görebiliyorum... Ama burası hem İstanbul’dan, hem başka ülkelerden Ermenilerin buluşma noktası oldu. Çok insanla sohbet ettim, samimi olduğum insanlara anlatabiliyorum... Anlatma taraftarı değilim ama üstümde ‘Sevag’ın Ablası’ olma giysisi var, atamam...
Herhangi bir Ermenistan vatandaşına, “Ben Sevag Balıkçı’nın ablasıyım” deseniz, ona bir şey ifade eder mi?
- 24 Nisan’da yaşanan bir olayı bilmemek çok da mümkün değil.
Türkiye’ye karşı nasıl hissediyorsunuz?
- Türkiye toplumuna karşı bir öfkem yok. Türkiye’de altı senedir sonuca bağlanamayan bir davam var. Böyle bir haksızlığın içinde yaşamak zordu. İsterim ki dava sonuçlansın. Bir şeylerin cezası verilmezse tekrarlanır. Böyle bir ortamda bedenen bulunmak da, çocuk yetiştirmek de zor. Orada yaşamak daha ağır geliyor...
OĞLUMU DÜŞMAN YETİŞTİRMEYECEĞİM
Biz konuşurken uykuda olan Lerna’nın dört yaşındaki oğlu Odin’e, uyanınca “Bakayım, annene mi babana mı benziyorsun?” diye soruyorum. Kafasını kaldırmadan, “Sevag Dayday’a...” diyor. “Oğlunuza nasıl anlatacaksınız ileride?” diye sorunca, “Biliyor zaten” diyor, “Ona senaryolar yazamam, yarın gerçeği öğrendiğinde çeviremem çünkü. Onu hiçbir zaman ona düşman, buna düşman yetiştirmeyeceğim. Çünkü ben ve ailem öyle insanlar değiliz. Biz böyle şeyleri niçin yaşadık? Ya biz çörek yapıp yolladık askere. ‘Arkadaşlarım yesin’ diye isterdi. Onun derdi, ‘Paskalya’da çörek yapar annem, buyurun arkadaşlar’ demekti...”