Güncelleme Tarihi:
Kerem Alışık buluşacağımız gün, dublajdan çıktı, bizimle sohbetten sonra da oyuna gitmeye hazırlanıyordu. Yani yine bir koşturmacanın içindeyken onunla buluşuyoruz. Zaten durmayı sevmiyor. Ekrana, tiyatro sahnesine hep yeni işler üretiyor. Yıllar onu teğet geçiyor, enerjik hali ve görüntüsü aynı kalıyor. İnsan onunla konuşurken sözlerinin derinliğine odaklanıyor, yaptığı alıntılarla şiirsel diliyse normal hayatında da sürüyor: “Ben sadece şiirsel konuşmayı değil, hayatı da
şiir gibi yaşamayı seviyorum.” Kerem Alışık’la başlıyoruz sohbete.
* Dışarıdan çok centilmen ve romantik görünüyorsun. Bu gerçek mi?
Gerçek çok zaman karartılır ama hiçbir zaman sönmez. Dolayısıyla buna cevabım çok kısa ve derin: Öyleyim.
* Evde, sokakta, nerede karşılaşsak, her an şiirle karşılık verir bir duruşun var, öyle mi?
Şiir zaten başlı başına bir duruştur. Bir insanın önce duruşunu seveceksin, sonra gülüşünü, sonra hayata kafa tutuşunu. Her insanın bir şiiri, bir aşkı, bir kavgası olmalı bu hayatta. Şiir bana eşlik eden bir felsefedir. Zaten şiir sadece benim dilim değil ki, yüreğin de dili. Ben sadece şiirsel konuşmayı değil, hayatı da şiir gibi yaşamayı seviyorum. Ve bir itirafta bulunayım; beni acılarım, kayıplarım şair yaptı. Onları da şiir...
* Hayatını bir şiir özetleyecek olsa ne olurdu?
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür... Ve bir orman gibi kardeşçesine...” Nâzım Hikmet.
* 30 yaşından itibaren dizilerle hayatımıza girdin. Hayatı dönemlere bölsek. 30’lar, 40’lar ve 50’ler... Nasıl Kerem’ler vardı?
20’leri atladın. 20’ler gençliğin beni baştan çıkardığı yıllar. Malum, gençlik, insanı baştan çıkarmaya yeter. Dışadönük hayatı yaşadığım zamanlarım. 30’lar benim çok sevdiğim bir meslekte kendime rastladığım zamanlarım. 40’lar zor zamanların güçlü Keremleri yarattığı zamanlarım. 50’ler güçlü Kerem’lerin kolay zamanları yarattığı zamanlarım. Kısacası dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istiyordum; bugün daha da akıllandım, kendimi değiştiriyorum.
* Hayatının kırılma noktası...
Üç yaram var... Üçü de kırılma noktamı oluşturuyor. Ama o yaralar, şerefli yaralar. Ben yaralarıma sarılıyorum. Bir, babamın uzaklara gittiği. İki, dayımın uzaklara gittiği. Üç, annemin uzaklara gittiği. Uzaklar onlara gelmedi; onlar uzaklara gitti. Aklım çıkıyor da aklımdan hiç çıkmıyor bu gitmeler.
* En büyük pişmanlığın ne?
Oyunculuğa babamın vefatından sonra başlamam. Babamın bundan haberinin hiç olamaması. Ona birkaç mısra bırakamamam, kalbine sanatımla dokunamamam. Sanatsal uğraşlarıma hiç tanık olamaması, hiç bilememesi sinemde kanayan bir yaradır. Büyük bir pişmanlığımdır
Hayatın çelme taktığı yer...
*Hayatla ve kendinle ilgili dertlerin, takıntıların neler?
Hayatın bana çelme taktığı yerden başladım yaşamaya. Halbuki, büyüdüğümde tam kapıdan çıkarken annem bana seslenmişti: “Yüreğini sıkı ört, insanlar soğuk, üşürsün...” Hiç unutmadım. Zor zamanda yardım edeni, zor zamanda terk edeni hiç unutmadım. Hayatla ve kendimle ilgili dertlerimi söylemeye başlasam senin gönlün yanar. Bırak derdim derdinde kalsın. Hayatta en çok şeye sahip olmak değil; en az şeye ihtiyaç duymak önemli. Ben daha hiçbir dili derdimi anlatabilecek kadar iyi öğrenemedim.
* Bir röportajında “Yalnızlığı severim, yalnızlık ihtilaldir” demişsin. Bu kadar ünlüyken aynı zamanda yalnız mısın?
Yalnızlığın kadarsın bu hayatta, onun için yalnızlığın mis gibi kokmalı. Kim bilir kaç kişinin emeği var o yalnızlıkta, onu iyi korumalı. Mesela ben, yalnızlığımı hiç yalnız bırakmadım. Kalbimin kapısına “Buraya kimse giremez” diye yazdım. Ama bunu okumayı bilmeyen birileri çıkıp gelirse de yapacak bir şey yok. O zaman ‘safa geldi, hoşgeldi’ deriz. Şaka bir tarafa, bazen kemik gibi batsa da yalnızlığım, vazgeçemem, o benim gökyüzüm...
* Aşk hayatın neresinde saklı?
Aşk saklı bir şey değil ki. Hayatın tam ortasında. Aşk dediğin kibritle mum misali. Aşk yakar, âşık yanar. Ama yanan da biter, yakan da. Yürekli insan işidir aşk. Annesinden dayak yediği halde ‘Anne’ diye ağlayan çocuktur aşk.
* Ses tonun çok etkileyici. Kadınları da etkiliyordur muhakkak. Bu sesle kalp kırdığın oldu mu?
Benim sesimde, söyleyemediğim sözcükler var. Belki onlar hissediliyor sesimin tınısında. Bazen insan insanın sesini özler. Bazen insanın, yüzünü değil de sesini göresi gelir. Belki benim sesim, unutulmuşların, gitmişlerin, bir daha gelmeyecek olanların, sesi hiç çıkmamışların sesidir. İnsan elini kırar, bacağını kırar, kolunu kırar ama kalp kırmaz. Bilemezsin ki, belki kırdığın
o kalbin içinde sen varsın.
Cenneti ve cehennemi Sadri’de gördüğümü söyleyebilirim
* Oğlun Sadri Alışık hem eğitim tarafında hem tiyatrolar tarafında çalışıyor. Çok ses getiren oyunlara attığınız imzalarda o da var. Baba-oğul ilişkiniz nasıl?
Sadri Alışık, SAKM’nin yani hem akademi, hem konservatuvar hem de tiyatro ve yapım tarafının, bütün operasyonun başında. Ben de genel sanat yönetmeni olarak onun başındayım. Biz birbirimize çok bağlıyız. Sadri her zaman benim efendimdir. Duruşlu, çabalı, vicdanlı, vefalı, dürüst bir çocuktur. Hayatın içinde cevap verenlerden çok soru soranlarla ilgilenir, meraklıdır. Seyahat etmeyi sever. Gönlünde incelik barındırır. Ben onu annemin ve babamın bana öğrettiği sevgiyle seviyorum. O kadar ki, size bu hayatta cenneti ve cehennemi Sadri’de gördüğümü söyleyebilirim. Çünkü ben onu ağlarken de gördüm, gülerken de. Biz baba-oğul, dünyanın bütün güzelliklerini birlikte keşfederiz. Bir baba için oğlunun büyüdüğünü izlemek çok önemli bir yaşam deneyimidir. Ben Sadri’yi gururla izliyorum. O benim şiirim, tadım, tuzum, uykum, rüyam, tek kişilik ailemdir.
* SAKM olarak her sezon çok ses getiren, büyük prodüksiyonlu oyunlar yapıyorsunuz. Bu sezon da iki oyunla sahnedesin. Bunlardan ‘Küheylan’ dünyada ve Türkiye’de yıllardır oynayan bir oyun. Neden ‘Küheylan’ı seçtiniz sahnelemek için? Oyunda canlandırdığın doktor karakteri, çocuğu ‘normal’ hale getirmeye çalışıyor. Peki, nedir normal olan?
Tiyatroda toplumcu, gerçekçi bakış açısıyla, sağlam ve kaliteli prodüksiyonlar, derdi olan oyunlar sahnelemeye çalışıyoruz. ‘Küheylan’ da buna çok uygun. Tartışmaya açtığı, insanın kendisiyle yüzleştiği birçok soru soruyor. Modernite ve değer kalıplarını bize sorgulatıyor çarpıcı teatral görüntülerle, duygusal bir etki yaratarak. Yenilikçi ve cesur bir oyun. Bir doktorla bir çocuğun hikâyesi aslında. Psikoloji der ki: “Senin bir başka insanla karşılaşmanın mutlaka bir nedeni vardır. Ya sen onun hayatını değiştirmek için gelmişsindir ya da o senin.” Oyun, toplum normları adına bireyin tutkusunun söndürülüp söndürülmemesini tartışmaya açıyor. Doktor çocuğu normal hale getirmeye çalışıyor. Ama normali kim tasarlar? Ben değer yargılarına göre yaşamaya gayret ettim. Sonuçta ne olursak olalım, mevkiler, meslek önemli değil, insanlığı oluşturan kavramlar değerli. Belki de ihtiyacımız olan tek şey, değer verince değişmeyen insanlardır.
* ‘1923’ müzikaliyle de sahnede olacaksın. Nasıl bir karakterle karşımızdasın? Cumhuriyet’in 100’üncü yılı sana ne ifade ediyor?
Bu işin hem yapım tarafında hem de oyuncularından biri olarak kendimi çok şanslı hissediyorum. Cumhuriyetimiz her sınıftan, görüşten, kültürden insanı nasıl bir arada 100 yıldır tutuyorsa, biz de
yola çıkarken bu değerleri gözettik. Oyunda müze müdürünü oynuyorum. İlk kez bu kadar görkemli bir müzikal prodüksiyonun içinde bulunuyorum. Zorlu Holding ve grup şirketlerinin desteği ve yaratıcı ekibin de gücüyle çok büyük bir prodüksiyona imza attık. Alışık ailesi olarak hepimiz, 100 yıllık Cumhuriyetimizin içinde, sanatın her alanında, her kuşakta yaptığımız bireysel ve kurumsal emeklerimizle yer almaktan büyük bir onur duyuyoruz. Bunu gelecek nesillere aktarmak benim ve oğlum Sadri’nin de en büyük arzusu. Bunu gerçekleştirme konusunda en önemli dayanağımızsa yine Cumhuriyet.
* Bugün bayram. Bayramların sizin için anlamı ne?
Sen bayramın adına bakma, adı bayram olsa da bayramın da bir hüznü vardır. Ben bayramların iki tarafını da görebilen bir yerden bakıyorum. Bir tarafı coşkudur bayramın, umut günleridir, dayanışma günleridir. Öbür tarafı içlidir, hislidir. Hüzün günleridir bayramlar. Bana soruyorsan ben böyle bayramlara giderim, gidenler benden gider.